Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Semih Poroy’un ‘FEKLAVYE’si gerçek boyutlarıyla ve renkli olarak albümleşti ‘Muzır’ bir özgürlük alanı... Semih Poroy’un FEKLAVYE’si, yazarların, yayıncıların, çevirmenlerin, dahası okurların dünyasında karşımıza dikilen düşkünlükleri, yapaylıkları, incelikli, duyarlıklı, içten ama bir o kadar da çarpıcı, keskin bir yergiyle açığa çıkartırken kanımca, entelektüel ortamın eleştirisinden çok, çoklarının kaçındığı özeleştirisini üstleniyor. Y azıya “Harbi”den gireyim. Semih Poroy’un, Cumhuriyet gazetesinde yıllarca sürdürdüğü “Harbi”, bantkarikatürlerin yaygınlık kazandığı 1980’li yılların sonlarına doğru doğmuştu. Haslet Soyöz’ün “Küçümen”le başlattığı akımı İsmail Gülgeç “Hayvanlar ve İnsanlar”, Behiç Ak “Kim Kime Dum Duma”, Piyâle Madra “Piknik”le, ardından Kâmil Masaracı “Çizgilik”, Kemal Gökhan “Ağaç Yaşken Eğilir”le sürdürüp geliştirirlerken, Semih Poroy askerlik dönüşünde, 1989’da “Harbi” ile katılmıştı onlara. “Harbi”, babası Poroy’a sorarsanız, “Az çok okumuş, çevresinde, dünyada neler olup bittiğine iyi kötü kafa yoran, fazla ukalalık yapmayan, hafif hafif didişseler de kız arkadaşıyla mutlu sayabileceğimiz; yine çok içileceğinden çekinse de arada bir ağır abi’lerle takılan, sivrilikleri, çıkıntılıkları olmayan biri”ydi. “HARBİ”Yİ ÖZLÜYORUM Poroy, besbelli, “Harbi” adını boşuna vermemişti ona. Yıldırım hızıyla değişen dünyamızda, dürüst, dobra, yalansız, haso, özü sözü bir gibi az bulunur sıfatları benliğinde toplayan bir bantkarikatür kişiliğiydi Harbi. “Harbi”den söz ederken durmadan dili geçmiş kullanmam, ondan sanki bu dünyadan göç etmiş gibi söz etmem, “Harbi”ye uzun süredir Cumhuriyet gazetesinin sayfalarında rastlayamamamdan; yoksa, az önce sıraladığım niteliklerin günümüz yaşamında gittikçe seyrekleşmesinden değil… KIRIP DÖKMEDEN Evet, tam da dobralığın, yalansızlığın, içi dışı birliğin her geçen gün nadirleşmesinden ötürü, “Harbi”yi giderek daha çok özlüyorum. Harbiden söyleyeyim, onun, Cumhuriyet’in bir zamanlar en güçlü sayfalarından biri olan bantkarikatür sayfasında yeniden boy göstereceği günü dört gözle bekliyorum. Mizah, kendimizi, dünyanın gülünçlüklerine, yaşamın acımasızlıklarına, her türlü iktidar sahiplerinin haktanımızlıkla rına karşı onları alaya alarak savunmanın bir yolu değil mi? “Harbi”, bu dediğimi, sevimliliği elden bırakmadan, kırıp dökmeden, kimileyin çuvaldızı kendine batırarak ama hep taşı gediğine koyarak yapıyordu. O yüzden, “Harbi”yi gereksiniyorum… İLK KEZ SEL’DEN ÇIKMIŞTI Poroy, basın çizerliğindeki otuz beşinci yılında Schneidertempel’de “Artı35” diye bir sergi açmıştı. Sergi dolayısıyla yaptığımız söyleşide, “Otuz beş yılı bir an için geride bırakalım; bundan sonra ne olacak?” diye sormamı, “36… 37… diye devam edeceğiz!” diye yanıtlamış; ben de “Adam haklı, mizahçıya böyle sorular sormamalı!” diye geçirmiştim içimden… Yıllar geçiyor… Poroy’un yıllardır Cumhuriyet Kitap’ta çizedurduğu FEKLAVYE’lerden bir seçki, ilk kez sekiz yıl önce Sel Yayıncılık tarafından kitaplaştırılmıştı. Poroy’un çizgitaşlamaları haftalık, efemeral niteliğinden sıyrılmış; elimizin altında tutabileceğimiz, aklımıza estikçe sayfalarını çevirerek FEKLAVYE’leri ardışıklığı ve bütünlüğü içinde izleyebileceğimiz bir kitaba dönüşmüştü. ÇİZGİFELSEFESİ Enis Batur, kitabın başındaki yazısında, “Semih Poroy’un FEKLAVYE serüveni, çizerin yazarı kuşatması örneğini getirdi” diyordu. “Bir benzeri, öncüsü yoktur diyemiyorum, ben görmedim. Burada, her seferinde, karşımıza bir durum çıkıyor. Bir bakıma, çizgifelsefesinin dolaylarındayız. Bir tek yazar mı ama, etrafı da: Eşi dostu, yayıncı, eleştirmen, okur, amatör, hasta, profesyonel, tüccarterzi yazar, yanlış anlaşılmış olanlar, kült yazar bozuntuları… sonuçta, bir ortam okuması…” Asuman Kafaoğlu Büke de FEKLAVYE’den söz ederken “… Poroy, çok tanıdık tiplemeler yaratıyor” demişti. “Bir rakı masasında dostuyla sohbet eden yazar, elinde kitaplarla yolda yürüyen entelektüel, imza gününde okurlarını bekleyen şair, önüne gelen kitapları okumayan tembel editör vb. Tüm bu tiplemeler yoluyla, milletçe kitapla ilişkimizi inanılmaz güzel betimliyor…” YENİ ALBÜM VARLIK’TAN Bu kez, FEKLAVYE, Varlık Yayınları’nca albümleştirildi. Hem de Cumhuriyet Kitap’taki boyutlarına bağlı kalınarak ve tümüyle renkli olarak. Poroy, bu sefer, yüz yirmi FEKLAVYE almış albüme. “TEK KİTAPLI İNSANDAN KORK” Diyelim, hiç Cumhuriyet Kitap okumadınız, o yüzden hiç FEKLAVYE de görmediniz; diyelim, Sel Yayıncılık’tan çıkan ilk albüm de geçmedi elinize… Varlık’tan çıkan yeni albümün daha kapağında karşınıza çıkan çizim, doğruca, 13. yüzyılın Dominiken ilahiyatçısı, Ortaçağ’ın “insan özgürlüğü” savunucusu Aquinolu Tommaso’nun ölümsüz sözüne taşıyor belleğinizi: “Timco hominem unius libri…” İsterseniz, “Tek kitaplı insandan sakınırım…” diye çevirin; dilerseniz, “Tek kitaplı insandan kork!” deyip çıkın işin içinden… Fark etmez… Bir kitap ekinin sayfasına cuk oturan bu çizim, kapağa alınmasıyla albümün anlamına anlam katmıyor mu? BAŞLI BAŞINA BİR “YAZI” Yazı makineli günlerimden bilgisayarlı zamanıma, “fe klavye”den klavyenin “a”sına da “q”suna da bir türlü geçemediğimden mi bilmiyorum ama Semih Poroy’un FEKLAVYE’si, Cumhuriyet Kitap’ı mesken tutalı beri bana çok yakın gelmiştir. Kitap üstüne onca yazının yer aldığı bir dergiye çizgiyle katkıda bulunmanın çok ötesine geçmiş, kendi başına “okunan” bir “yazı” olmuştur. Kitapları tanıtmaya, yorumlamaya, eleştirmeye uğraşan onca ciddi, ağırbaşlı, uslu yazı arasında “muzır bir özgürlük alanı” açmıştır okurlara. Ben de zamanında buna benzer şeyler yazmışım FEKLAVYE için. Varlık’tan yayımlanan yeni albümün sayfalarını çevirirken aynı düşünceler güçlenerek geçiyor aklımdan. ELEŞTİRİDEN ÇOK ÖZELEŞTİRİ Poroy’un FEKLAVYE’si, yazarların, yayıncıların, çevirmenlerin, dahası okurların dünyasında karşımıza dikilen düşkünlükleri, yapaylıkları, incelikli, duyarlıklı, içten ama bir o kadar da çarpıcı, keskin bir yergiyle açığa çıkartırken kanımca, entelektüel ortamın eleştirisinden çok, çoklarının kaçındığı özeleştirisini üstleniyor. Kuşkusuz, “tek kitap”ı değil “çok kitap”ı baş tacı ederek “tekil düşünce”yi değil, “çoğul düşünce”yi savunarak… n 6 14 Nisan 2016 KItap