18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

YUSUF ALPER’DEN “DÜNYANIN GÜRÜLTÜSÜ” ‘Şiirimdeki hüzün, zamanla öfkeye dönüştü’ “Ben ‘bir uzun şiirin bölümlerini’ yazan bir şairim. İlk kitaplarımda biraz karmaşık olan dil giderek yalınlaştı. ‘Bilgece’ söyleyiş belirdi. Daha sonra ülkenin koşulları nedeniyle hüzün, yerini zamanla öfkeye bıraktı” diyen Yusuf Alper’le yeni kitabını konuştuk. tataryen lokman İ lk kitabınız Kanayan Şiirler’den bu yana otuz bir yıllık şiir serüveniniz çerçevesinde yeni kitabınız Dünyanın Gürültüsü’nü kendi şiiriniz açısından nereye koyuyorsunuz? Başka konuşmalarımda da söyledim: Ben Necatigil’in dediği gibi hep “bir uzun şiirin bölümlerini” yazan bir şairim. İlk kitaplarımda biraz karmaşık olan dil giderek yalınlaştı. ”Bilgece” söyleyiş belirdi. Daha sonra ülkenin koşulları nedeniyle hüzün, yerini zamanla öfkeye bıraktı. Beşinci kitabım Şimdi Hangi Irmakta’dan sonra öfke de bir izlek olarak şiirime girdi. Bazı kitaplarımda yer aldı. Yolda ve Dünyanın Gürültüsü de öfke içeren kitaplardan oldu. Tabii sadece öfke değil, hüzün izleği ve başka izlekler de yer aldı. Dağ da, savaş da (ya da barış) geniş bir biçimde Dünyanın Gürültüsü’nde vardır. Bütün bir Türk şiirini göz önüne alırsak, bir önceki kitabınız Yolda ile Dünyanın Gürültüsü nerede duruyor? Benim Türk Şiiri’ndeki konumum değişmez. Baştan beri Klasik Türk Şiiri ırmağını büyütmeyi, yatağını genişletmeyi amaçlayan bir şiirim vardı. Acının ve hüznün toplumsal duyarlıklı şairiydim. Yine öyleyim. Y. KemalA. Haşim ile başlayan, Nâzım Hikmet, Dıranas, Rifat, Anday, Necatigil, Külebi, Aksal, Cemal Süreya, Cansever, Uyar vb. İkinci Yeni şairlerini, Metin Altıok’u da içeren, bu ırmağın iyi bir dalı olmak, oraya su taşımak amacım. Toplumcu ama bireyin varoluşsal vb. sorunlarını, bilinçdışı çatışmalarını asla ıskalamayan, görmezden gelmeyen bir toplumculuk bu. “BÜTÜN ŞAİRLER PSİKOLOG OLMAK ZORUNDA DİYE DÜŞÜNÜYORUM” Gittikçe seçkinleşen bir Yusuf Alper şiirinden söz edebiliyorsak, şairliğinizin yanı sıra yaşamınızın bir başka özelliği olan psikiyatrlığınızın bu şiir üzerindeki etkisi, katkısı; olumlu, olumsuz Yusuf Alper, “Dünyanın Gürültüsü”nün de öfke içeren kitaplardan olduğunu belirtiyor. yanları nelerdir sizce? Psikiyatrlığımın şiirim üzerinde olumlu etkisinin olduğunu düşünmüyorum. Bilinçdışının bilimi diyebileceğimiz psikanalizi bilmek tabii ki entelektüel açıdan olumludur ancak şiir yazma sürecine etkisi olduğunu sanmam. Bence entelektüel bilgiyle şiir yazılmaz ancak donanım olarak olumlu katkısı olabilir. Aksine bilinçdışı, imgesel, metaforik malzemenin, bilinçle çalışılan süreçte daha fazla kesilip biçildiğini, doğrandığını da düşünebiliriz. Yapmamaya çalışıyorum ama ne kadar başarıyorum bilemem. Öte yandan psikiyatrlığım insanın derinlerindeki durumları, sorunları, çatışmaları daha iyi görmemi sağlıyor da olabilir. Ancak ben de Cemal Süreya gibi “bütün şairler psikologdur” ya da olmak zorundadır diye düşünüyorum. Tabii insani olan, toplumsal olan her şeyi insan psikolojisine bağlamak da olası değil. Temelde olaylar ve insanları belirleyen, birey ve toplum arasındaki eytişimsel (diyalektik) ilişkidir. Bunu asla gözden kaçırmamak gerekir. Dünyanın Gürültüsü, dört bölümden oluşuyor. Özellikle ilk iki bölüm “Hepimiz Dünyadayız” ve “Bir Akşamın Alnında” gerçekten birbirinden çetin şiirlerin yer aldığı bir toplam. “Ayrıntı”, “Dünyayı Taşımaktan”, “Yokmuş” adlı şiirleriniz ilk bölümün en iyi şiirlerinden bence. Bu konuda siz neler düşünüyorsunuz? Size katılıyorum. O bölümlerdeki şiirler daha zor, sıkıntılı, acı, hüzün içeren, daha lirik diyebileceğim şiirler. Ama bütün şiirlerimiz çocuklarımız gibidir. Ayrım yapamayız. Ben de saydığınız o üç şiiri sanırım daha çok seviyorum. Yalınlaşma; konuşur gibi, kendi kendisiyle konuşur, âdeta dertleşir gibi bir özellik de iyice öne çıkıyor şiirlerinizde. Bir tür konuşma dili de diyebiliriz pekâlâ buna. Necatigil ve Cemal Süreya’da da bu durumu sıklıkla görürüz. Hani, Edip Cansever’in o nefis şiirindeki halin bir yansıması olarak da bakabiliriz: “Doğanın bana verdiği bu ödülden/ Çıldırıp yitmemek için/ İki insan gibi kaldım/ Birbiriyle konuşan iki insan” diyordu ya. İşte tam da öyle! Ne dersiniz? Konuşma dili oldum olası benim yakın olduğum şiir dilidir. Kendi kendimle konuşur gibi olmasa da karşımda biriyle konuşur gibi yazdığım olmuştur. Arada iç konuşmaları kullanırım. Necatigil ve Cemal Süreya kendime çok yakın bulduğum ve bazı eleştirmenlerce (Örn. Mehmet H. Doğan) yakın bulunduğum önemli şairlerdir. Cansever de, Turgut Uyar da baştan beri var oluşsal kaygılarıyla yine kendi kendini sorgulayan şiirleriyle ilgimi çekmiştir. Felsefi açıdan yakın olduğum şairlerdir. İnsani kaygılarımız benzerdir. Evet, zaman zaman kendimle konuşur gibi “Birbiriyle konuşan iki insan” gibi olurum. Bazen de “Söyleşin benimle biraz/ Bir kere gelmiş bulundum” derim. “DAHA KOYU, DERİN ACILAR YAŞIYORUZ” Bu arada yine bir başka kitap yayımladınız: Psikodinamik Açıdan Enver Ercan ve Şiiri. Kitap oylumundaki bu tür çalışmalarınız da altıyı buldu. Ayrıca bazılarını dergilerde yayımladığınız, şa irlerin şiirlerinden ve özgeçmişlerinden yola çıkarak yaptığınız psikodinamikpsikanalitik şair ve şiir incelemeleriniz de var. Bunlar, ne durumda? Doğrusu Enver Ercan’la ilgili kısa bir dinamik değerlendirme yapmayı düşünmüştüm. Ancak özgeçmiş bilgileri, hayatı, psikodinamik açıdan o kadar ilginç ve zengin geldi ki yazı uzadı gitti ve bir kitap boyutuna ulaştı. Sonuçta basıldı. Ayrıca değindiğiniz yazılar bir kitapta toplanacak. Dünyanın Gürültüsü’ndeki “Su Yolunu Bulur” şiirinizde “Su yolunu buluyor mu kim bilir/ Belki bir gün bulur da öğreniriz” tarizinden sonra “Her yürek kendi kuyusuna gömülür” yanıtı gerçekten çok hüzünlü, koygun, git gide trajik: Apacı, fakat apaçık. Bu doğrultuda diyecekleriniz nelerdir? Sevgili Hrant Dink “su yolunu bulur” demişti. (Yakın topraklardan olduğum için bizde de bu söz vardır). Nasıl bulduğu görüldü. “Bebeklerden katil yaratan” bir toplum olduğumuz apaçık. Ben baştan beri acının şiirini yazdım ama sanırım yetmiyor. Daha koyu, derin acılar yaşıyoruz. Günümüzde artık tek tek bireyler öldürülmüyor; toptan, din, dil, ırk, renk gözetmeksizin insanlar öldürülüyor. Daha da apaçık şiirler yazmam gerekiyor. Şiir, bir biçimde dış dünyanın; ölümlerin, zulümlerin vb. benim zihin süzgecimden geçerek oluştuğu nesnelleşmiş varlık (geist)tır. Bu kadar kanlı ve zalim bir dünyanın şiiri acısız, hüzünsüz yazılabilir mi? “Zil takıp oynayacaktım zillerim döküldü” demiştim ya Yolda’da. Türk Şiiri’nde kendi kuşağınızdan, önceki kuşaklardan ve gençlerden önemli bulduğunuz, sizden, içinizden ilk anda tortularını bırakıp bazen de delip geçen şiirlerin şairleri kimlerdir ilk elde? Türk Şiiri çok zengin ve ileri bir şiirdir. Bizim asıl sanatımız, edebiyatımız şiir. Yıllar önce, bir yazımda Dünya Şiiri ölçeğinde elli kadar şairimiz olduğundan söz etmiştim. Ama çeviri eksikliği nedeniyle sorun yaşadığımızı belirtmiştim. O zamanın büyük şairlerinden en az onunu kaybettik ama arkadan gelenler o büyük ustaların yerini dolduruyor. Tabii kimseler (genel toplum) bilmiyor. Eski ustalara takılmışlar. “Başlayan bizden başlıyor” diyen Cemal Süreya, örneğin benim için “Karşılaştırma cesaretini göstermiyor kimse” dememiş miydi 1989’da. Benim kuşağımdan da önceki (yukarıda saydığım bütün şairler vb.) ve sonraki kuşaktan da çok sayıda iyi şair var. Zihinlerine, yüreklerine sağlık. Gençlerden de çok iyi şairler var. Hepsini yüreklerinden öpüyorum. Türkçeye katkı yapmış herkese şükranlarımı sunuyorum. Türkçe durdukça (umarım sonsuza kadar durur: Korkuyorum) onlar da duracak. Tortu bırakan, yüreğimi delip geçen çok şair var. Saymaya kalksam unuttuğum olabilir, üzülürüm. n Dünyanın Gürültüsü/ Yusuf Alper/ Noktürn Kitapları/ 96 s. 10 14 Nisan 2016 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle