20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÜRSEL KORAT’TAN “UNUTKAN AYNA” ‘Gözleri vardır görmezler, kulakları vardır işitmezler’ Gürsel Korat’ın yeni romanı “Unutkan Ayna”, 1915’e, tüm bakışların Anadolu’ya çevrildiği Ermeni Tehciri yıllarına götürüyor okuru. Necati savaş eray ak [email protected] T arih, edebiyata nasıl bir alan açıyor sizce? Konusunu tarihten alan romanlar yazan biri olarak bu konudaki düşüncelerinizi merak ediyorum. Aynı şekilde romandaki tarihselliğin nasıl bir kurgu malzemesine dönüştüğünü ve bu bağlamda gerçek ile kurgunun nerede başlayıp nerede bittiğini... n Tarihin edebiyata açtığı alan sez gidir. Bilgiyi ya mantıkla ya da sezerek kavrarız. Mantıkla kavramak bilime, se zerek kavramak sanata yakışır. Roman, sezgiler ve heyecanlar boyutundan gelen bilme biçimini okura taşır. Özneldir. Oy sa tarih kavramlarla ve önermelerle ku rulan, heyecana kapalı, nesnel bilgidir. Tarihin öznesi, tarihî olaylar olduğu için, öznesi insan olan edebiyatla tarih birbirine indirgenemez. Öznel yargılarla tarih tezi yazılamadığı gibi açıklama cümleleri kurularak da roman yazıla maz. Oysa bizim tarih romancılığımızda birkaç istisna dışında tarihçilik tavrı yaygındır; roman bir sanatsal yapıttan çok bilgilendirme ve öğretme aracı ola rak görülür. Buna kesin olarak karşıyım. Yazar seçtiği konuyla zaten yeterince kendini gösterir, anlattığı şeyin içinde de görünüp akıl öğretirse bu zırvalık olur. n Bundan Unutkan Ayna’nın tezli bir roman olmadığı mı anlaşılmalı? n Evet. Yazarın siyasetçi ya da ideolog haline geldiği tavırdan hoşlanmam. Bir edebi yapıtın bütününde anlam gizlidir, anlamını göstere göstere konuşan yapıt roman değil propaganda metnidir. Sanat siyasal ideolojileri, dinleri, sı nıfları aşarak dinlerin, ideolojilerin ve sınıfsal aidiyetlerin yapamadığı şeyi yapar: Herkesin duygu dünyasına işler. Bunu yapabilen de yalnızca odur. Yazı ahlakı bunu bilmeyi gerektirir. İnsan ve insanlık hakkında yeni bir bilgi içerme yen yapıtlar bu yüzden, Kundera’nın o müthiş ifadesiyle ahlak dışı sayılır. n Romanda gerçek nerede başlar nere de biter, demiştik... n Roman tarihteki olayların ne oldu ğunu anlatmak, doğrusunu göstermek gibi şeylerle çok dolaylı ilgilenir. Çünkü uydurmaktır işi. Fakat tarihî olayları değil, kurmacayı uydurur. Nasıl bir hikâye anlatılacak, kimler çatışmanın odağı olarak seçilecek, bu olaylar hangi düğümler atılarak ilerleyecek, buna benzer sorular edebidir ve yazarın soruları bunlardır. “GERÇEK KİŞİLERE KARŞI BİR SORUMLULUĞUM YOK” n Yeni romanınız Unutkan Ayna önemli bir tarihsel kırılmayı ele alıyor: Ermeni Tehciri’ni. Ermeni Tehciri bağlamında tartışmak istediğiniz kavramın ise “zaman” olduğunu düşünüyorum. Zamanın unuttukları ve unutturdukları... Ne dersiniz? Ayna da bu noktada önemli bir imge olarak karşımıza çıkıyor. n Başımıza gelen olaylar çok kısa bir zamanda, kozmik zaman dilimlerinde gerçekleşir. Yaşamın uzun yıllar alan kesitleri değerlidir ama günün her bir parçası da çok değerlidir. Zaman öyle anlarda belleğe yazılır; herkesin gülümsediği yahut öldüğü zaman parçası kısa bir andan ibarettir. Bu düşünceyi dondurup genişlettim. Zaman meselesi hakkında daha fazla şey söylemeyeyim ki okurun kitaba baktığında göreceği şeyi gevezelik ederek anlatmış olmayayım. n İlk soruyu da düşünerek: Unutkan Ayna’nın gerçek ve kurgu uzantılarından bahsedebilir misiniz? n Romanı sürükleyen kişiler arasında hiçbir gerçek kişi yok. Uzaktan sözü edilen tarihi kişiler gerçek: Talat Paşa, Enver Paşa, Resneli Niyazi, Ankara Valisi Hasan Mazhar Bey... Yozgat ve Kayseri olayları ve bazı Ermeni isimleri gerçek: Nazaret Dağavaryan, Krikor Zöhrab gibi. Bu, şu demek: Romandaki her şey kurmaca. Gerçek kişilere karşı bir sorumluluğum yok çünkü onları romana hiç katmadım. Oysa hakikat nedir sorusu önünde hem ahlaki hem de vicdani bir sorumluluk altındayım. n Kahramanlarınız da sanki “gerçeklik” ve “hakikat” arasındaki farkı vurguluyor. “Dünyanın gerçekleri” ile “insanın hakikatleri” nasıl ayrışıyor Unutkan Ayna’da? n Siyasal atmosfer ve olaylar dünyanın gerçekleridir; buna sıkı bir biçimde uymaya çalıştım. İnsan hakikatleri ise “başına bir felaket gelmiş insanlar ve onların çevresindeki diğerleri”nin mücadelesidir. n Bir coğrafyanın yazarısınız aynı zamanda: Kapdokya’nın. Unutkan Ayna da o toprağın romanı. Kapadokya, yazdıklarınızda önemli bir yer tutuyor. Bir anlamda edebi başkentiniz. Oradan bakıyorsunuz dünyaya. Nasıl bir önem taşıyor bu topraklar sizde? Dahası edebiyatınıza nasıl etki ediyor? n Kapadokya’yı yazarken kendi içimde dolaşıyorum. Orayı anlatırken ölümsüzlüğü sınamak kadar yanıltıcı bir duyguyla göneniyorum. Kapadokya’nın ışığı, dokusu, kokusu, dili, tarihi, evleri, bulutları, otları, kayaları, yolları, bu dünyanın hiçbir yerinde hissetmediğim bir “ben’e dönüş” yaratır içimde. Kanımca yazar, kendi bedeninde ve ruhunda tüm insanlığı sınar; bunu yapıyorum evet ama kendi bedenimi, aklımı ve düşlerimi de Kapadokya’da sınıyorum. Bunu yapabildiğim tek yer orasıdır. “TARiH TEKERRÜR EDER DiYENLERDEN DEĞiLiM” n Tehcir üzerine konuşmak istiyorum biraz da. Halkın arasındaki tehcir algısını detaylandırıyorsunuz romanda. Ana eksende ise fırsatçılığın, vurgunculuğun karşısına koyduğunu insaf üzerinden yürüyor hikâye. Bu bağlamda da şu soruyu soruyorsunuz bize: “Acılar üstüne kurulmuş bir mutluluk olur mu? Ya ölüler üstüne kurulmuş bir yaşam?” Ben de size sorayım... n Olur mu? n Tehcir bağlamında Unutkan Ayna’nın tartışmak istediği en önemli konulardan biri de devlet fikri şüphesiz ve bunun en güzel yansıması olarak Miralay Ziya Bey var karşımızda. Devlet sırrı, vatana ihanet, teşkilat gibi kavramlar onun üzerinden konuşuyor romanda. Devlet aklının nasıl çalıştığını mı göstermek istiyorsunuz bize Ziya Bey’le? “Bu devletin hiç mi suçu yok lan!” diyen kahramanlarınızdan Yuvanis’i nereye koymak gerekir peki Miralay Ziya varken? n Benim anlattığım hiçbir karakter yazarın bakış açısından suçlu ya da suçsuz olarak yaftalanmaz. Herkesin öyküsünü kendi açısından anlamlı bir bütün oluşturacak biçimde, meslekleri ve geçmiş öyküleriyle birleştirerek anlatmayı seçtim; herkes kendince haklı ve doğru kişidir bu romanda. Yazar bir kamera gibi davranmalıdır. Nasıl ki film izlerken kamerayı unutursak yazıda da özellikle böyle bir tarafı tutma riski olan romanlarda anlatıcıyı yazarı unutacak biçimde kurmamız gerekir. n Devlet demişken... Bu kavramlar ışığında, yaşananların bugünkülere benzediğini de görüyoruz sanki. Tarih bir şekilde tekerrür ediyor ve siz nasıl olur da tarihle ilgilenmezsiniz değil mi? n Ben “tarih tekerrür eder” diyenlerden değilim. Diyalektik olarak dönemlerin birbiri üzerine kapandığını düşünürüm. Tehcir konusundaki devlet aklını da azınlıkları ve solu yok etme stratejisi açısından tekrar eden değil, süreklilik gösteren bir şey olarak görüyorum. “ÖZGÜRLÜK ZiHNiN HAPiSHANELERiNDEN KURTULMAYI GEREKTiRiR” n Miralay Ziya’dan devam edelim... “Ziya bir Hıristiyanın Türkçe konuşmasını ve Türkçe yazmasını görmek bile istemiyordu: Ona göre Türkçe konuşan herkes Müslüman olmalıydı,” diyor anlatıcı. Nasıl oluşmuş böyle bir zihniyet Ziya’da? Bunun tarihsel altyapısı nasıl gelişmiş? n Türkİslam sentezinin İttihatçılıktan gelen bir düşünce olduğu çok açık. İttihat ve Terakki’nin merkez komite üyesi Ömer Seyfettin gibileri özcüydü, doğuştan >>gelen din ve ırk terennüm ettiler, daha ne olsun? Ayrıca genç Türki 22 14 Nisan 2016 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle