Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
>> ye Cumhuriyeti de azınlıklardan kurtulup neredeyse sadece Müslümanlardan oluşan bir devlet kurdu, Aleviliği “medenileştirmek”, yani sünnileştirmek istedi, Müslümanlığı reforma uğratacağını sanarak da bugünkü fundamentalist çığırın temelini attı. n Buna karşın, tam da Ziya’ya cevap verir gibi derin bir kültür ağı kurulmuş. Türküler, atasözleri, ağıtlar... Bu bağlamda nasıl bir Anadolu ki anlattığınız romanda Miralay Ziya, Trakya’dan gelip kendini sürgün saydığı bu topraklarda Hıristiyan ve Müslüman arasındaki farkın belirsizliğine şaşırıyor? n Romanda Nevşehir’deki Rumların ve Ermenilerin Turkofon (Türkçe anadilli) olduğunu anımsattım. Örnek okura bir iki ipucu bıraktım. Dileyen o izleri sürer. Ermenilerin Armenofon olduğu Yozgat köyleri de vardı o zamanlar; Ermenice konuşuyor diye de kimse onlara yabancı gözüyle bakmazdı. Başka dilden konuşmak bugün bazılarına “ecnebilik” ve hattta “hainlik” gibi görülüyor. (Nedense?) O zamanlar bu insanlara doğal gelirdi ve kimse de aldırmazdı. Demek ki bilinç biçimlendirilen bir şeydir. Özgürlük gerçekten de zihnin hapishanelerinden kurtulmayı gerektirir. Ben bu zihin hapishanelerimizi ürpererek hissettim romanı yazarken. n Nedir bu hapishaneler? n Tarihi yeniden yazmak ve olayları buna göre anlatmak. Örneğin Çanakkale Savaşları’na katılan gayrı müslimler şehitlik edebiyatımızda yok. Ermeni partileri ve Ermeni dili ihanetle eşdeğer. Rum korkak ve kalleş. Hıristiyanlar, “bizden” değil ve yabancılar hesabına çalışıyor... Böyle şeyler söyleyince her şey doğruymuş gibi davranılıyor. Oysa bunlar propaganda yoluyla kamuya mal edilmiş önyargılar. “HİÇBİR ŞEY OLMAMIŞ GİBİ DAVRANAMAYIZ” n Kahramanlarınızdan devam edersek... Memet ve Kirkor’a gelmek isterim. Tümden bir siyasetin çöküşü gibiler âdeta; öylesine kardeş, iç içe... n Bugün Türkiye’deki Ermenileri Ermenistanlı, Rumları Yunanistanlı “ecnebiler” olarak gören, onları düşman bellediği için arkadaşlık ne kelime, gıyabında onlara düşman olan kollektif bilinçdışına bunu söylemek inandırıcı bir şey gibi görünmüyor. Kalpleri mühürlenmek deyimini ben bunlar için kullanıyorum. Bu ülkede radikal Müslümanlar ve ırkçılar, doğrular karşısında Kur’an’ın o ifadesine uygun davranır: “Gözleri vardır görmezler, kulakları vardır işitmezler. Kalpleri mühürlenmiştir.” n Yaşanan günlerin tüm karanlığına rağmen renkli karakterler var romanınızda... n Yaşam öyle bir yer değil midir? Herkesin aynı bungunlukla dolduğu, herkesin herkese benzediği ve aynı şeyi konuştuğu bir roman yazmak düşmanımın başına bile gelsin istemem. n Kadınlık ve o dönemde kadınların, özellikler Ermeni kadınların yaşadıkları da romanın aklımıza kazımak istedikleri arasında. “Olan kadına olur zaten,” diyor ya zaten anlatıcı da... Nedir kadına olan? Dün ve bugün... n Hepimiz bu olayları geçmişte rahatça anlatabilirken zamanla susmayı öğrenmiş bir toplumun parçasıyız. Oysa herkes konuşmaya başlasa sağda solda tanıdığı birilerinin Ermeni kızı olduğunu bildiği görülecektir. Ben bütün sülalesi Yozgatlı olan bir kişiyim, bu hikâyelere yabancı değilim. İşte bu nedenle anlatmam gerektiğinin farkındayım. Bu ülkede azınlıklardan biri, bu konuyu anlatmaya başladığı zaman gerçeği söyleyen değil de devleti kötüleyen kişiler gibi gösterilir. Fakat tam tersine Ermenilere bir kötülük yapanların çocukları olarak (Türk ve Sünni aileden gelme Yozgatlı biri olarak!) konuştuğumuzda birden yüzler değişiyor, sağdan soldan çekiştiriliyoruz: “Tamam” deniyor, “bunlar doğru ama bizi başkalarına anlatma! Kol kırılsın yen içinde kalsın.” “Hayır” demeliyiz; iğfal edilmiş sadece bir kadın bile olsa, yalnızca bir kadın için bile konuşmaya değer. Fakat bu öyle böyle bir sayı değil, yüzbinlerce kadın, bir o kadar çocuk ve adamdan söz ediyoruz. Hiçbir şey olmamış gibi davranamayız. n Anlatım üzerine de düşünen bir yazarsınız aynı zamanda. Yine Doğdu Tanyıldızı, bu bağlamda özel bir yerde duruyor halihazırda. Unutkan Ayna’da nasıl bir anlatım yaratmaya çalıştınız? Okuyanlar görecek ama sizden de dinlesek... n Bu romanda özellikle duyu organlarını öne çıkaran bir dil seçtim. Bir de gün içindeki zamanın parçalara ayrılışını. Fakat Yine Doğdu Tanyıldızı gibi bir üslup romanı değil bu. n Kahramanlarınız tehcirden kaçış için bir yol arıyor doğal olarak. Bu yolu unutmamak için de bir bellek taşına ihtiyaç duyuyorlar. Çok zengin bir imge olarak öne çıkıyor küçücük bir sahneyle de olsa bellek taşı. İhtiyacımız olan şey de bu sanırım. Ne dersiniz? Unutmamak için Unutkan Ayna gibi bellek taşlarına ihtiyacımız var. n “Elbette” diyor, susuyorum. n “İyi roman, başka varlıkları, durumları, olayları anlamak ve anlatmak içindir,” diyorsunuz bir yazınızda. Unutkan Ayna’da anlatmak istediklerinizi okuyacaklar muhakkak ve her okur da kendi meşrebince anlayacak okuduğundan. Fakat merak ettiğim şu: Siz neyi anlamak için yazdınız Unutkan Ayna’yı? n Bir örnekle yanıt vermeye çalışayım. Bir şiir yazıyoruz diyelim. İçinizde şiirin sezgisi var, bazı sözcükleri de var ama henüz kendisi yok. Yazdıkça çok etkili bir şey ortaya çıkıyor ve şiirin duygusunu inşa ediyoruz. Başta gözlerimiz parlayarak heyecanla kurduğumuz şiiri artık ağlayarak okuyoruz. Ağlayarak. Niye? Çünkü yazıncaya kadar fark etmediğiniz şeyler birden önümüzde belirmiştir. Ben neyi anlamak için yazdım, ne bileyim. Yazar her şeyi bilerek yazan kişi olsaydı o edebiyata katlanmak zor olurdu. Yazdım ve anladım bir şeyler. Benim anladığımı belki başkaları anlamayacaktır. Başkalarının anladıklarını da ben anlamıyorumdur. Hatta romanda söz ettiğim şeylere hiç düşünmediğim anlamları verenler çok olur, bunda da öyle olacaktır. Ama şu kadarını söyleyeyim, bu romanda insanlığın vicdanına değen bir şey var, herkes nasıl anlarsa anlar bilemem ama o vicdanı ruhunda hissetsin, bu bana yeter. n Unutkan Ayna / Gürsel Korat / Yapı Kredi Yayınları / 278 s. KItap 2314 Nisan 2016