25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

>> kü onun için anlatmak “fotoğraf çizmek” demek, kendisi de böyle adlandırıyor. “Mimar görüşüyle bana mimari fotografın ne olduğunu öğretti” dediği Sedad Hakkı ile yaptıkları ortak kitaptan sonra mimarlık konusu, yapı kavramı, yapıdan ayrıntılar, bu ayrıntıların soyut resmi çağrıştıran gizemli yüzleri Ersin Alok için çok önem kazanacaktır. Dağlar gibi gene insansız ele alınabilecek bir alan daha açılmıştır önünde. Mimari fotoğraf için kendi deneyimlerinden yola çıkıp şöyle bir yol öneriyor fotoğrafçılara: “Oraya git, kendine kovulmadan işlerini yapabileceğin bir yer ayarla, yani mevkiini seç, orada yaşamaya başla, çekmek istediğin mimarinin karakterini gör. O karakterin diğer karakterlerden farkının ne olduğunu ilk önce kendin için yaz. İki, üç gün dolaş, üç gün sonra o yazdığını bir kez daha oku.” Şükran Sabanuç’un yazınla fotoğraf sanatını yan yana getirdiği, ilginç sorularından biri: “Şükran Sabanuç: Adnan Benk’in çıkardığı Çağdaş Eleştiri dergisi vardır; orada, Tahsin Yücel, Nuri İyem’le yaptığı bir söyleşide şöyle soruyor; ‘Melih Cevdet ‘Önce bir ses bulurum, şiir ondan sonra gelir’ diyor. Siz önce neyi bulursunuz? Yapılmamış resmin, örneğin nesini görürsünüz?’ Ben de size aynı soruyu yöneltmek istiyorum; Siz önce neyi bulursunuz? Çekilmemiş fotoğrafın, örneğin nesini görürsünüz? Ersin Alok: Benim için önce çekilmesi gereken fotografın kendi değil mekânı önemlidir. Ben bir mekânın içinde yaşıyorum, mesela ayda yaşasam ne kadar güzel olacak, ben dünyada yaşıyorum ve yaşadığım bu dünyada neyle ilgiliysem o konunun ilk önce mekânını seçmek durumundayım. Mekânı olmayan bir yerde fotograf olmaz, dolayısıyla fotografı o mekânın içinde görmek üzere kendimi organize ediyorum. O mekânı bulduktan sonra neyi ve nedenleri yan yana getirerek bunun kimlere ve nasıl aktarılacağına karar veriyorum, sonra “yanlışlıkla” deklanşöre basıyorum ve iş bitiyor. Yani fotograf çekmek işlemi, işin aslında mekanik ve elektronik bir bölümü, yani onun organizasyonu herkesin yapacağı bir iş ama demin sana söylediğim şartlar altında o mekânın içinde neyi, ne zaman, nasıl ve kim için çekeceğini planlamak fotografçının işi. Yani tam tersi... Siz önce şiiri bulup ondan sonra sesini getiriyorsunuz. Aynı söyleşide Enis Batur ‘Melih Cevdet’in ses dediği belki mekân(dır)’ diyor.” BEŞİNCİ PARİS BİENALİ’NDEN BÜYÜK ÖDÜL Gene 60’ların sonuna dönecek olursak: O yıllarda Fransa’dan onu çok şaşırtan bir de büyük ödül gelecektir. 1967’de Beşinci Paris Bienali’nde “Boynuzlar ve Gerçek” adlı fotoğrafıyla birinciliği almıştır. Ödülü öğrendiği anları, sonrasını, Fransa’da kaldığı süre içinde yaşadıklarını özetlemekle olmaz çünkü o günleri onun kendi sözleriyle, kendi şakacılığıyla, gündelik yaşamı tiye alan o tınısıyla gerçekten söyleşiden okumak gerek. Alok’tan altı yıl önce yontucu Kuzgun Acar da yontularıyla Paris Bienali’nin Büyük Ödülü’nü almıştı. Ferit Edgü, Kuzgun Acar’ı anlattığı bir yazısında onun aldığı bu ödülden söz ederken biraz da hüzünle, şöyle diyor: “Bir sanatçının uluslararası niteliğe ulaşması için, ilkin ulusal bir niteliğe kavuşması, önemsenmesi, kendi ülkesinde değerinin bilinmesi gerektir. Kendi sanat ve kültür değerlerinin farkında olmayan bir ülkenin sanatçısıydı Kuzgun” (1). Kuzgun Acar’ı çok erken yitirdik ama onun gibi kendini uluslararası alanda kanıtlamış olan Ersin Alok çağdaşımız; üretmeyi, yaratmayı sürdüren bir sanatçı. Bu açıdan ülkemizin yetiştirdiği bir değeri biraz daha yakından tanımak olanağı önümüzde duruyor. İşe onun ilgi alanlarından başlansa nelerle karşılaşırız, diye sorsak: Önce resim, sonra fotoğraf, psikoloji ve gazetecilik eğitimi, su altı fotoğrafçılığı, dağcılık, eğitmenlik. Ersin Alok her şeyin önüne yaşamayı koyarak “İnsan yaşanır” diyordu söyleşide. Mimari fotoğraf için de aynı şeyi önerdiğini biliyoruz: “Orada yaşamaya başla,” diyordu öncelikle. Her yerde, her biçimde, yaratarak “yaşamak” onun yaşam ilkesi. Bu yüzden dağların doruklarından okyanusların en derinine dek önce yaşıyor, yaşarken üretiyor ve aktarıyor. VE SON SERGİ, PORTRELER… Ve Ersin Alok onu sevenleri, onun yapıtlarını hazla izleyenleri şaşırtmayı da çok seviyor. Yazının başında “Ersin Alok, öncelikle dağların, doğanın fotoğrafçısı” demiştik. Ama bugünlerde çok önemli yüzlerin portrelerini ortaya çıkardı. Yıllarca sabırla sakladığı siyahbeyaz çekilmiş bu portreleri şimdi, 2016’da sergilemeye karar verdi. İstanbul Fotoğraf Müzesi’nde 18 Şubat’ta başlayan sergide Cemal Reşit Rey, Münir Özkul, Muvaffak Uyanık, Aliye Berger, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Halikarnas Balıkçısı, Ece Ayhan, Müştak Erenus gibi dönemin önemli birçok yüzünün portrelerini ilk kez gün ışığına çıkarıyor. Üç bölümlük bu kapsamlı serginin bir bölümü “Portreler” adı altında sunulmuş. Cevat Şakir’in uçuşan saçlarını, Aliye Berger’in kameraya çevrilmiş bakışlarını, Altan Karındaş’ın kara bir kalemle koyulaştırılmış gözlerinin içinden bize yansıyan büyük bir sahne deneyimini ve daha birçok ayrıntıyı bu kez Ersin Alok’un aracılığıyla görebileceğiz. İnsanı kendi yapan yüzündeki o çok gizli, küçük ayrıntının, çok özel bir mimiğin ancak yetkin bir yaratıcının kamerasıyla yakalanabildiğini düşüneceğiz belki de. Türk fotoğrafçılığının önemli adı Ersin Alok bu kez bize bir göz kırpıp “İnsan yaşanır” yerine “İnsan çekilir de” diyor, hiç elinden düşürmediği makinesini göstererek. n Bir Fotoğraf Ustası: Ersin Alok/ Peyman Şükran Sabanuç/ Alok Production Yayınları/ 200 s. (Alok Production, Beyoğlu, Postacılar Sokak 80050 / İstanbul, Tel: +90 212 249 13 09) (1) Görsel Yolculuklar, Ferit Edgü, YKY, 1. Baskı, İstanbul, 2003. s. 162. KITAP 1710 Mart 2016
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle