Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
PEYMAN ŞÜKRAN SABANUÇ’TAN “ERSİN ALOK KİTABI” ‘Dört nokta arasındaki düzlemde bir usta’ Ersin Alok fotoğrafçılığımızda doğru temelleri kurmuş bir usta. Engin Özendes’in deyişiyle “Tek yönüyle bakmayan bir insan.” Ersin Alok fotoğraflarından bir seçkiyi “Bir Fotoğraf Ustası Ersin Alok” adıyla yayımladı. Bu önemli yayın üzerine bir değerlendirme sunuyoruz sizlere. Kitabı, yazının sonundaki adresten edinebilirsiniz. MUKADDER ÖZGEÇ “S öyleşim ancak eşitler arasında olur” diyor Tahsin Yücel. Belli ki eşitliğin tanımını yalnızca birikimin eşitliği olarak sınırlamıyor. Dünyaya bakışta, yaşamı algılamakta da eşitlik kurulabilir karşımızdakiyle. Ersin Alok’la Şükran Sabanuç bir kitap boyunca söyleşiyorlar. Uygar iki insan olarak başlayıp giderek dostluğa dönüşecek bu ustaçırak ilişkisini eşitlik içinde sürdürüyorlar. Konu: Bir Fotoğraf Ustası: Ersin Alok. O, soruları, “Güzel bir soru!” deyip yanıtlamaya başlayanlardan değil. Çünkü gönül almaya çalışmayacak denli eşiti sayıyor Şükran Sabanuç’u, alçakgönüllülüğünü övgüde değil, içtenliğinde ortaya koyuyor. Ersin Alok, öncelikle dağların, doğanın fotoğrafçısı. Onu çoğumuz yalnızca fotoğrafçı olarak tanıyoruz ama söyleşiyi okudukça, onun kendi sözleriyle yaşamına bir adım daha yakınlaştıkça bu dar bilgimizi genişletecek nice ayrıntılar bir şölene dönüşüyor. Dağların onu çağırışını şöyle anlatıyor: “Ersin Alok: Tanrı Dağları’na gittim, Tamgalı’ya, Çin’e gittim, dağlarda dolaştım. Tamgalı kayaüstü resimlerini ellerimle buldum, üç bine yakın fotograf çektim. O dağda yalnız başıma yattım. Madem dağcıyım, ben bunun için varım; yani ben bunun için oluştum, çünkü orada yaşamın gizemi var. O tarihte resimler yapıldığı zaman, adam orada o gizemi söylüyordu. Şükran Sabanuç: Yalnızca susuzlar suyu bulmaz, su da susuzları bulur, diye bir söz var, sanırım öyle bir şey bu. Ersin Alok: Çağırıyor gidiyorsun. Ve ben de gittim. Güney Afrika’da Captown’dan doksan kilometre kuzey doğuya giderek oradaki kayaüstü resimlerini gezdim tek başıma. Ben mağaranın içindeydim, epey bir ötede, bir aslan mandayı parçalıyordu. Yani ‘Fırlayayım gideyim!’ demedim. Adam yıllar önce buradayken de aslan gelmemiş, gelememiş. Neden; adamın yaptığı, ettiği, seçtiği yerden içeri aslan giremiyor, belki gelecek ama giremiyor içeri. Ben demiyorum, bunu senelerce oturmuş o adam söylüyor.” İLKGENÇLİK VE SANAT ORTAMINA GİRİŞ 1937’de doğan Ersin Alok nerdeyse daha çocuk yaştayken sanata, özellikle de resme yöneliyor. 1953’te, 16 yaşındayken Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde ilk yağlıboya resim sergisini açıyor. Konu: Dağlar. Söyleşide Şükran Sabanuç, onun bu ilk ilgi alanından, resimden başlıyor konuşmaya, “Fotoğraf sanatınıza resmin etkisi nedir?”, diye soruyor. “Fotografın kendi içindeki dengelerini sağlayabilmesi için resmin kurallarından yararlanması gerektiğine inandım. Çünkü bir fotografı sonuçlandırdığınız zaman, kendi beğeninize ve çevrenizdekilerin beğenisine sunuyorsunuz. Bu da anlatımınızda estetik kuramların yerinde olmasını gerektiriyor. Yani bir ifadenin ortaya çıkabilmesi için dünyada milattan binlerce yıl önce başlayan ilk resim sanatının günümüze kadar getirdiği çok önemli bir unsur olan altın ölçünün, üç lekenin ve dört nokta arasındaki giriş ve çıkışları organize eden estetik ritmin yerinde olması gerekiyor.” Ersin Alok önce Edebiyat Fakültesi’nin Psikoloji Bölümü’nü, ardından gazeteciliği bitiriyor. Lape Akıl Hastanesi’nde çalışmaktayken buradan ayrılıp yıllarca gönülden bağlanıp kopamayacağı fotoğrafçılığa profesyonel adım atıyor. Böylece onun fotoğraf sanatına bakışını yönlendirecek kimi alanların eğitimini de almış olarak giriyor işin içine. Ama çok ilginçtir ki psikoloji, gazetecilik gibi doğrudan İnsanı konu alan bu alanlara böylesine yaklaşmasına karşın, o gene de konu fotoğraf olunca daha çok doğadan yana kullanıyor hakkını. İçtenlikli bir nedeni var bu seçiminde Alok’un: “... bir insanı sergilediğiniz zaman bir ‘insanı’ sergiliyorsunuz. İnsan yaşanır, insan bir emtia değil ki. Ben insanı yaşamayı seviyorum...” Sanat yaşamına etkin olarak katıldığı 60’lı, 70’li yılların Türkiyesi’ni, dönemin önemli aydınlarını anımsayalım: Cemal Reşit Rey, Abidin Dino, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Adnan Benk, Şahin Kaygun, Berna Moran, Vedat Nedim Tör, Sedad Hakkı Eldem... SEDAD HAKKI ELDEM’LE ÇALIŞMA VE MİMARİ FOTOĞRAF Ersin Alok bir bölümünü sıraladığımız kişilerin çoğuyla yakınlık kurmuş ve bu yakınlığı hep yaratım çevresinde güçlendirmiş bir Cumhuriyet aydını. Toplumsallığın olmazsa olmaz sayıldığı bu yıllarda yan yana, birlikte üretiyorlar. Aralarındaki dostluk ağı aynı zamanda bir düşünce alışverişi demek. Bu açıdan birçok örnek çalışmaya tanık oluyoruz bu söyleşide. Örneğin Sedad Hakkı Eldem’le bir ortak çalışma. Sedad Hakkı Eldem, Türkiye’nin adı önde gelen araştırmacı mimarlarındandı kitaplarından birinin (Türk Mimarî Eserleri) fotoğraflarını Ersin Alok’un çekmesini ister. İkinci görüşmelerini, bu görüşmede Eldem’in titizliğini, özenini gülümsetici bir biçemle şöyle anlatır Alok: “ Sedad Bey, birtakım yerleri çektim, seksen altı yerden on bir yer çalıştım, görmenizi istiyorum. Hay hay dedi, Gümüşsuyu’ndaki evine geldim. Sedad Bey çok enteresandı; kendi masanın uzun kenarına oturur, seni kısa kenara alır, önüne resmi koyar, öyle bakardı. Pat! Resmi yere atar. Allah allah, yanlışlıkla herhalde, masanın yan tarafına koyacağına... Fotografa bakıyor, çok hoşuna gidiyor, herhalde aşağıya düşüyor. Ben kalkıyorum, düşenleri topluyorum, o habire aşağı atıyor. Arada bir iki resim var, o bir iki resmi göğsünde tutuyor. Bir eline alıyor, sonra öbür eline, yine atacaklarını atıyor filan. 18/24 basılmış iki yüz kare fotograf götürmüştüm, sonunda Sedad Bey’in göğsünde altı tane fotograf kaldı. Dedi ki, “Olmamış”. Allah allah olmamış ne demek, ben çok kızdım, fotografları topladım. Masasının kenarında uzun kalemler var, bir kâğıt aldı, bir de fotograf çıkarttı bana. Biz fotografa bakıyoruz, baktığımız yer çok enteresan, Çifte Minareler, Sivas. Bir beyaz kâğıt koydu benim önüme, tersten çifte minareleri hangi açıdan görmek istediğini çizmeye başladı. Tersten! Onların hepsi bende duruyor, hatta o kadar ki köşede bağlamalar için çıkıntılar, o çıkıntıların üstünde de çeşitli sembolik hayvan ya da çiçek motifleri var. Onları bana göre, tersten çiziyor. On tane fotograf seçti o toplantıda.” Bir anıyı sanki anlatmaktan çok bir >>çırpıda algılanacak bir kare fo toğrafa dönüştürüyor Alok. Çün 16 10 Mart 2016 KITAP