Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Dağ yolunu ararken Hüseyin Kıran, “Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor” adlı kitabındaki masalsı kurgusuyla okuru iyilikkötülük üzerine düşünmeye itiyor. Z aman ve mekândan bağımsız kurgular, masalsı bir duygu yaratır. Hangi çağın ve kültürün hikâyesi olduğunu bilmeden okundukları halde, alegori yoluyla bugünün siyasetini gönderme yapabi lirler. Bir toplumun yaşadığı sıcak dönemleri bu türden eserlerde, tamamen soyut lanmış şekliyle buluruz. Si lah kullanan bir insan vardır örneğin, bu silah tarih önce sinin insanının kullandığı el yapımı balta olabileceği gibi, kılıç, ok, tüfek ya da uzay çağının ışın kılıcı bile olabilir. Silah ne denli farklı olursa olsun, kullanan insandır; öykünün değişmezi insan doğasıdır. Hüseyin Kıran, Dağ Yo lunda Karanlık Birikiyor (Sel Yay., 96 s.) romanında böy lesi bir hikâye anlatıyor. Ro manın anlatıcısı ve kahrama nı Yakup’un basit bir işi var, çağrıldığında Kapı Kâtibi kulağına bir isim fısıldıyor, o da duyduğu bu ismi koşarak Defter Katibine ulaştırıyor. Kasaba kayıt defterini tutan Defter Kâtibi, defterde ge rekli adresi bulup Yakup’a söylüyor ve yine koşarak bu adrese gidip korku içinde bekleyen zavallıyı, yargılanması için Efendi’nin huzuruna çıkartıyor. Bütün görevi, kendisine söylenen Hüseyin Kıran ismi doğru anlaması ve ad resi bulması fakat Yakup bu sefer garip bir durumla karşılaşıyor: kostümleri dikiliyor, uzun yolculuğu Kapı Kâtibinin kulağına fısıldadığı ismi için erzak temin ediliyor ve at veriliyor. iyi duyamıyor. İstenen kişi kendisi ola Komşu krallığın nerede olduğu, kim bilir mi? Emirlere uymamaktan deli gibi lerden oluştuğu, mektubu tam olarak korkarak kendisini Efendi’nin huzuruna kime vermesi gerektiği söylenmiyor, çıkartıyor. sadece elçi olarak gönderildiğini bile Yüceler yücesi meclisin önüne çık rek ayrılıyor kaleden. tığında neyse ki suçlanmıyor, aksine Yakup’un yaşadığı yer yüksek kale terfi sayılacak yeni görevi bildiriliyor duvarları arkasında korunaklı yaşam kendisine. Elçilik göreviyle Efendi’nin sürülen bir kent. Burada halk Efendile mektubunu komşu krallığa iletmesi rin egemenliği altında baskı rejiminde isteniyor. Bunun için kendisine elçi yaşıyorlar. Efendinin iradesi dışında durmanın büyük suç sayıldığı bir toplum bu: “Efendi’nin iradesi çerçevesinde bir yaşam sürmek oldukça hoş sonuçlara yol açıyordu, bu açılan yoldan ayağınıza diken batmadan, (…) ilerliyordunuz durmadan, ta ki yaşlanıp meyve veremeyecek duruma gelene kadar.” Bir de tabii Efendi’nin iradesi dışında davrananlar var, onlar ise en ağır şekilde cezalandırılıyorlar: “Efendi, izinsiz biçimde ırmağında balık avlayan bir çocuğu kendi elleriyle öldüresiye kırbaçlamış, sonra da can çekişen çocuğun annesiyle yatmak için mutfağın yolunu tutmuştu, acının gerileteceği bir adam olmak şöyle dursun, acıdan bağırma karşısında tahrik olduğu düşünülse yeriydi.” YANLIŞ HAYAT, DOĞRU YAŞANIR MI? Yakup’un Efendisi, Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler romanındaki (5. Kitap, IV. Bölüm “İsyan”) General’i çağrıştırır türden, o da General gibi küçük çocuğu en acımasız şekilde cezalandırıyor. Kötülüğün hüküm sürdüğü bu krallıktan, evinden ayrılıyor Yakup fakat bu krallığın elçisi olarak görevlendirildiği için bir çıkmazın içinde buluyor kendini. Ne nereye gideceğini biliyor ne de mektubun içinde neler yazdığını fakat krallığın, başka deyişle kötülüğün, elçisi olarak yola çıkıyor. “Efendilerimin onurunu korumalıydım” diyerek görevini üstleniyor. Yakup kimsesiz bir adam; geride bir dostu, sevgilisi, iş arkadaşı ya da ailesi yok. Evden uzaklaşmak özlem yaratmıyor; aklının kalacağı, merak edeceği kimsesi de yok. Ne kadar sürdüğünü anlamadığımız bir yolculuk sonrasında önce atını, sonra kendisi için hazırlanmış, işlenmiş deriden yapılan elçilik giysilerini kaybediyor. Atını ve giysilerini kaybetmiş olsa da Efendi’nin mektubu hâlâ elinde ve görevinin hala sürdüğünü düşünüyor. Uzaktaki dağlara ulaşıp oradaki uygar halklarla karşılaşmayı umarken çadırlarda yaşayan küçük bir kabile çıkıyor karşısına. Yakup’un ilk izlenimleri bu insanların kendi halinde yaşadıkları: “Barışçıl bir görünümleri vardı ve yabanıllar için kuşku verici bir durumdu bu. Etrafta hiçbir erkeğin bulunmaması da ayrıca dikkate değerdi. Ava ya da savaşa, belki daha kötüsü, yabanıllarda adet olduğu üzere talana çıkmış olabilirlerdi.” Birkaç erkek dışında kadın ve çocuklardan oluşan bir kabiledir bulduğu. Çocuklar onunla oynamak ister, kadınlar ise hazırladıkları yemekleri paylaşmasına izin verirler. Hiçbir çatışma durumu olmadan burada yaşaması mümkün görünür. Bu noktada bir soru şekillenmeye başlar okurun zihninde: Hayatında özgürlüğün tadını almamış bir insan, özgürlüğe kavuştuğunda bunu anlayabilir mi? Üstelik bu kişi hayatı boyunca iktidar ile baskıyı aynı şey sanarak büyümüş ise, kendi eline erk geçtiğinde bunu nasıl kullanır? Theodor Adorno “yanlış yaşam, doğru yaşanmaz” dediğinde böylesi bir örnek üzerinden düşünüyordu kuşkusuz.Yapısal ve sistematik olarak iyi yaşamın önlendiği bir dünyada, iyi yaşamın nasıl olacağı ya da nasıl olmayacağı üzerine düşünüyordu. Hüseyin Kıran romanında doğrudan bu soruları sormuyor fakat okurun kafasında bu türden düşüncelerin şekillenmesini sağlıyor. Kötülüğün içinde, bir iyi yaşam hayali kurulabilir mi? Yakup’un kendine özgür ve sakin bir yaşam kurmak için eline fırsat geçtiğini görüyoruz, bu durumda nasıl davranacağı, hangi yolu seçeceği onun nasıl biri olduğu hakkında bilgi verecektir artık. Yakup romanın bir yerinde tam bu dönüm noktasında durduğunu hissettiriyor. Et yemeyen, hayvanların sütünü sadece çocuklarını beslemek için kullanan, barışçıl bir toplum ile karşılaşmak Yakup’ta mutlak bir değişime neden olacaktır, burada bir kadını severek bu sakin yaşama ayak uydurarak hayatını sürdürebilir. Roman boyunca Yakup’un bu sessiz ve sakin yaşayan, çocuklarıyla oynayan, farklı bilgelikle donatılmış insanlardan değerli bir şeyler öğrenmesini umarak okuyoruz fakat o tam ters yönde hareket ediyor. Hayatı boyunca gördüğü, bildiği, öğrendiği güç gösterisini onlar üzerinde kullanmaya kalkışıyor. Hüseyin Kıran, çok kısa birkaç paragraf dışında hep Yakup’un ağzından birinci tekil şahısta yazmış romanı. Üçüncü tekil şahısta, Tanrıanlatıcıya geçtiği bölümlerin anlamını çözemedim, ayrıca bir anlamı olmayabilir, belki basit bir baskı hatasıdır. Fakat bundan daha önemli bir sorun var romanda, o da Yakup’un dilindeki tutarsızlık. Zaten bütün roman Yakup’un ağzından anlatılıyorsa rapor niteliğinde yazdığı mektupta bu denli farklı bir dil kullanması bir tutarsızlık yaratıyor.Yakup romanın başlarında kendi durumunun inceliklerine vakıf biri olarak görünürken sonrasında bunları anlamamış birine dönüşüyor. Yine de Yakup ilginç bir karakter, Hüseyin Kıran masalsı kurgusuyla okuru iyilikkötülük üzerine düşünmeye itiyor. n 6 8 Aralık 2016 KItap