27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

METİN FINDIKÇI’DAN “TAŞA MASAL” ‘Unutmak bir toplumun en büyük felaketidir’ Metin Fındıkçı, dizeleriyle ve Arap şairlerden yaptığı çevirilerle tanınıyor. Kendi deyişiyle “Arap şiirinin önemli yanını; sol yanını” Türkçeye aktarıyor. Fındıkçı’nın yeni kitabı “Taşa Masal”dan hareketle hem çeviriyi ve şiiri hem de onun taze dizeleriyle oradaki imgelerin nerelere gönderme yaptığını konuştuk. bİrsen üzgeç K itabının ismi çok ilginç, ucu açık ve düşündürücü; Taşa Masal nedir ve nasıl oluştu? n Taşa Masal, aynı zamanda Berkin Elvan için yazılmış ve kitapta da yer alan bir şiirin adı. Berkin’in ağzından yazılmış bir şiir. On dört yaşında bir çocuğun ulaştığı veya ulaştırıldığı bir masal denebilir. Tezer Özlü’nün, sanal âlemde bayağı ün kazanmış bir lafı var: “Burası bizim değil bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi.” Ben burada, bu söze azıcık karşı durup burası bizim de ülkemiz; bizi öldürmek isteseler de sonuna kadar haklarımızı savunma, özgürlüğümüzü isteme hakkımız olan ülkemiz diyorum. “HER ŞAİRİN GEÇMİŞİYLE OLUŞTURDUĞU BİR DİLİ VAR” n Gerek şiir başlığı gerek imgelerde taş sözcüğüne oldukça sık rastlıyoruz. Taş vurgusunun bu kitaptaki anlamını biraz açar mısınız? n Yıllar önce Lazkiye Şiir ve Sinema Festivali’ne çağrılmıştım. Festival kapsamında İranlı bir yönetmenin ‘Taş’ adlı kısa metrajlı bir filmi gösterilmişti (yönetmenin adını anımsamayacağım şimdi). Film, taşın insan yaşamındaki etkisini anlatıyordu. Doğum, yaşam ve ölüm olmak üzere üç bölümden oluşuyordu. Taşın üstünde doğan bir bebekle başlıyor. Gençliğinde, mesela İsrail askerlerini taşlıyor. Aynı çocuk vurularak yaşamını yitirince mezarı başına dikilen ve adı yazılı bir taşla film bitiyor. Bu filmin oldukça etkileyici bir anlatı vardı. Uzun süre şiire taşı işleme düşüncesi amlımdaydı. Ne acıdır ki aynı coğrafyayı paylaştığımızdan olmalı, ülkemizde buna benzer birçok an ve olay yaşıyoruz. Berkin öldürülünce biraz da kendi hayatımdaki taşın önemini vurgulayarak işledim. Mesela, Mardin’deki taş evlerin hayatımdaki, çocukluğumdaki yerini... Kısacası taş bu kitabın kimliği, adı olsun istedim. n Şiirlerde sıkça çocukluğunuzda yaşa dığınız ve benliğinizde yer etmiş imgelere rastlıyoruz. Bahçedeki kuyu, taş sokaklar, taş avlu, çağla hırsızlığı... Şiirlerinizi besleyen damarlar çocukluğu nuz diyebilir miyiz? n Çocukluğum, şiiri mi besleyen damarlar dan birisidir diyebiliriz ama bunu insan yaş landıkça çocukluğuna döner anlamında söylemiyorum. Her şairin geçmişinden, çantasında taşıdığı söz cüklerden oluşturduğu bir dili var. Bu dil, geçmişinde etkilendiği an ve anılarla kotarılan sözlüktür. Beyninin derin kıyılarında taşı dığı bu dil, her zaman olmasa da duruma ve şiire göre, dize yazar ken su yüzüne çıkıyor. O dil şairin yakasını bırakmaz çünkü onun bu kadim sözlüğü “şairin peşinden gelen şehir gibi.” Evet, bu du can erok rum öbür kitaplarımda da bulunur. Örneğin ‘Aşur’un Öldüremediği “İnsan şiire dahildir diyorsak şair tepeden bakıp dizelerinde insanı, sokağı ve hayatı göz ardı etmemeli.” Öğrenci’ şiiri, benim hayatımı etkileyen, hatta hayatımın içine eden olaylardan birisi. Yani iyi öğretmen kötü öğretmenin masalı gibi. Ortaokulda edebiyatı bana sevdiren, insan psikolojisinden anlayan, Sevim (Erdem) Hocam vardı. Sonsuza kadar bendeki güzel yeri bakî kalacak harika bir öğretmendi. Öte yandan lisede, daha okulun ilk gününde Mardinli olduğum için “Hayatta benden sınıf geçemezsin” diyen, bir başka öğretmen. Her şeyden önce öğretmen çocuklara iyi yolu gösterendir, iyi bilgiyi aşılayandır. Bilmem nerelidir diye, çocukların hayatıyla oynamak bırakın öğretmenliği, insana ait bir davranış olamaz. Öte yandan, sizin saydıklarınız ise gerçekten hayatımda güzelliği olan ve ömrümce unutamaya cağım imgeler. O şehirde, o sokaklarda taşla iç içe yaşadıklarım ve her baharda çaldığım çağlalar... n Dizelerinizi okuyunca zamanda yolculuğa çıkıyoruz. Hangi dönemin tanıklığı o şiirler? n Her insanın unutamadığı, hayatını olumlu veya olumsuz etkileyen dönemler vardır. Mesela on yaşındayken Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı. Nâzım’ın çektiği acılar yanında bitmeyecek sürgünlüğü. 12 Eylül darbesi. Yakın tarihteki Haziran Direnişi gibi. Aslında bu kitaptakiler, hangi dönemin değil, kalbimi derinden yaralayan ve bu yaraların kabuğu bir türlü kurumadığı ve içimden söküp atamadığım dönemin şiirleri. Taşı anlatırken yukarıda değin dim; doğum, yaşam ve ölüm... Doğarken ve çocukluğumda unutamadığım taş ev, taş avlu; taşın defteri yaşadıklarım, beni derinden etkileyen ve unutmamın mümkün olmadığı durumlar, aşklar vs. birçocuğun öldürülmesidir, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam edilmesinin ülkeye ve çocukluğuma açtığı derin yarasıdır. Haziran Direnişi’nde öldürülen hayatın baharındaki çocuklardır. “Derinliği” bitireyim diye koltuğa oturanlar kendi “derin” düşüncelerini, “derin” ihanetlerini ve intikam duygularını git gide insanlar üzerine korkuyla yayanlardır. Kalbimde kabuğu bir türlü kurumayacak yaradır. Şiddetin başını yumuşak bir yastığa koymaya çalışmaktır veya küf kokan giysileri güneşe çıkarmak gibidir bir anlamda. “ELEŞTİREN ŞİİR KİMSENİN DERDİ DEĞİL!” n Kitabın birçok yerinde, altını kırmızı kalemle çizilebilecek “unutma” eylemi... n Ah unutmak evet, özellikle zulüm sevenler, emelleri uğruna şiddeti bir kahvaltı gibi her sabah önümüze sürer. Toplumun umursamaz balık hafızasını çok iyi bildikleri için bizler ister farkında olalım ister olmayalım, yakın tarihte insanlık suçu adına yaşattıkları her şeyde, dudak uçuklatan cehaletleriyle “bu toplum nasıl olsa unutur”un payı büyük. Unutmak bir defa bir ülkenin, bir toplumun en büyük felaketidir. Alzheimer hastalığına yakalanmış bir toplum gibi beyninde sürekli işleyen silgisi olması çok acı bir şey. Unutmak, hem insanlar hem de bir ülke için iflah olmaz bir hastalığın vahim bir durumu. Ülkenin kaderini değiştiren büyük olaylara tepkisiz kalmak ve unutmak, olayların faillerini güçlendirdiği gibi “toplum bu yaptığım, yaşattığım şiddeti destekliyor” algısına dönüşür. Maraş ve Çorum katliamlarının üstü örtülüp unutulmasaydı Sivas katliamı yaşanır mıydı? Sivas katliamı, kaç ülkede yaşanıp yaşatılabilir? 12 Eylül yaşanmasaydı bugünlerde olur muyduk? Vahşeti düşünün ve unutan toplumun tepkisiz hastalığını. n Yakın tarihe damga vurmuş birçok şeyi, ‘Miras’ şiirinde olduğu gibi dize ve imgede bulmak mümkün. Bu şiir ve imgeler unutulmasın diye mi yazıldı? n Evet, unutmak bir hastalık dedim az önce. Türkiye’nin yakın tarihinde yapılanların hemen hepsi, insanların özgürlüğünü kısıtlayan, geleceğinin önünde kumpaslar kuran, hatta benden olmayana düşmanlık besleyen bir siyasetle gerçekleşti ve hâlen gerçekleşiyor; “bu ülkedeki bütün insanlar bana boyun eğecek ve benim gibi düşünecek” anlayışının bir yansıması. ‘Miras’ şiiri, taş ustasının içinden geçeni anlatan bir ironi içeriyor. Ülkenin kaderini çıkmaza ve karanlık bir anlayışa sokan birçok adım atıldı. Evet, unutulmasın diye yazdım. Ama unutulacağından eminim. Çünkü yapılanlar büyük bir kesimin derdi olmadığı gibi “eleştiren” şiir de kimsenin >>derdi değil! Örneğin Can Yücel’in şiirini kaç kişi biliyor, kaç kişinin umurunda? Kaç kişi Orhan Pamuk’a 12 8 Aralık 2016 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle