25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ADİL İZCİ’DEN “ADA SULARINDA” ve “ÖRTMENİM!” ‘Ömrümün ikindisindeyim artık’ Adil İzci, “Ada Sularında” adlı öykü kitabında insanı, doğası ve yaşantısıyla adaların güzelliklerini yalın bir dille anlatıyor. Öykülere Serap Deliorman’ın renkli resimleri eşlik ediyor. “Örtmenim!” ise İzci’nin, öğrencilik ve öğretmenlik yıllarından izler taşırken eğitim sistemimizin aksayan yönlerine de değiniyor. İzci’yle iki kitabı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. SERRA YAVUZ İ lk öykü kitabınız Ada Sularında yayımlandı. Neden öykü? n Yazmak nasıl bir gereksinimden doğuyorsa yazınsal bir tür belirlemek de öyle. Kısacası haydi bu kez de öykü(ler) yazayım demedim; adaya henüz günübirlik gider gelirken elim doğrudan doğruya ona yöneldi. Anlatmak istediklerim, bir bakıma yitirmekten korktuklarım, demek daha kapsamlı bir türde yazmayı gereksiniyordu. “SEYİR MUTLULUĞU” n Kitapta on altı kısa öykü var. Baştakinin ilk satırlarında aklıma takıldı: “Dostum, memleketinin hasreti bastırdığında kalkar gider, bir kendine döner, gelir” diyor anlatıcı. Son yıllarda, İstanbul’un “doğası en zengin olan” adasındasınız. Siz kendinize dönüp gelmek istediğinizde hayalleriniz nereye kanatlanıyor? Sizce ada mı yoksa kent mi artık memleket? n Aslını söylemem gerekirse hayli zamandır, hayallerim özellikle eski zamanlara doğru kanatlanıyor. Sözgelimi, nice aradığımdan biri, seyir mutluluğu. Ama en korkuncu, bu beton yığını kentte bir seyir mutluluğu kalmadı; haydi tam öyle demeyelim de iyiden iyiye azaldı diyelim. Bu bağlamda memleket, elbette ada gibi diyeceğim ama bilmem bütünüyle doğru olacak mı bu. En önemli sorun, kentte ya da adada öncelikle bir korugan bulmak ya da kendi ellerimizle kurmak sanırım. Nasıl bir korugan, o ayrı bir konu. Özellikle tenha olsun da... Anımsamaya, hayale yatkın olsun da... Sessiz sakin, dinginlik vaat eden bir yer olsun da... n Son metinlerinizde eskiye göre daha iyimser bir hava seziyorum. Ölüm korkusunun yerini, ânın hazzını duymaya, kışın kasvetine sitemse, her mevsimi olduğu gibi sevmeye bırakmış gibi. Doğa sevgisi ise her zaman baskın temaydı metinlerinizde ama o bile daha iyimser bir gözle anlatılıyor sanki. Nasıl söyleyeyim, daha hafif daha keyifli bir sevginin tadını bırakıyor satırlarınız damakta. Ne tezgâhlarda göz göre göre satılıyor. Peki, dersiniz? Nedenleri ne olabilir? somut bir yağma değil mi bu? Buna göre n O iyimser hava, öncelikle hayatın bana verdiği ilk rolü öğretmenliği tamamlamamdan ileri geliyor olmalı. Öyle sanıyorum ki görevimi aklımın erdiğince yaptım ve daha dingin daha kendime dönük bir dönemi hak ettim. Ölümden neden korkayım artık? Bunun yanı sıra üzerimdeki gereksiz birtakım ağırlıkları da indirdim; zaman, bütün bütüne benim oldu! Algım daha kapsamlı ve daha de mutlaka önlenmesi gerekmez mi? Ama kim kime dum duma... Leylaklar da aynı yağmaya uğruyor. Neyse ki mimoza kadar fazla leylak yok adada! İnsan böyle bir nedenle sevinir mi? Ben seviniyorum! “Doğaya konuk olmak duygusu” ve sonrasında saydıklarınız; evet, doğru belirlemeler. n Sait Faik’e bir selamla başlayan kitabınızı uzun bir yürüyüşe benzetir özgür doğallıkla. Unutmayalım ki gör sek, zaman zaman yine usta öykücünün mek ve duymak da hayatın sunduğu en önünden geçiyorsunuz. Yoksa Sait Faik, güzel olanaklardan. Bir süredir daha iyi anlatıcıya bütün yürüyüşleri sırasında görüyor ve duyuyor olmalıyım. Geriye eşlik ediyor diyebilir miyiz? ne kalıyor? Yazmak ya da yazmayı dene n Evet, tam da öyle demeliyiz. Bu mek. Bu sayede yitirmiyorsunuz onları; ilgi duyacak birilerine sunmanın erinci de cabası. Yeter bu kadarı. kitap, Sait Faik’e bir sevgi ve saygı sunumu. Ayrıca kendine göre ve sade, iddiasız bir savı var: Üstadın var ettiği yol, n Ada Sularında’nın satırları arasın öykü yolu (ya da tarzı) asla kapanmama da gezintiye çıkan okurlarınız birkaç temayla karşılaşacak. Bunlar arasında doğayı minik ayrıntılarıyla görmek ve takdir etmek, doğaya uzanan acımasız insan eli, doğaya hükmetmek yerine konuk olma duygusu, dostluk, bir sohbeti, bir yürüyüşü paylaşmak var. Atladığım lı. Bugün de öylesi öyküler, en azından denenebilmeli. Ölümünden bunca yıl sonra da hâlâ doruktaysa ve onun öykülerine sığınıyorsak bunun tinimizin en önemli gereksinimleri bağlamında birtakım nedenleri olmalı. bir şey kaldı mı? “GEREKSİZ ELENMELİ...” n Belirlemeleriniz bütünüyle doğru. n “Artık kırk yılda bir görüyorum. Ya Ömrümün ikindisindeyim artık ama do yollarda esenliğini, iyiliğini dağıta dağı ğaya hayranlığımda en ufak bir eksilme olmadı; tersine hâlâ alabildiğine acemiyim, her ayrımına vardığım güzellik deli divane ediyor beni. Hele de baharları ve güzleri... “Doğaya uzanan acımasız insan eline” gelince... Tek bir örnekle yetineyim: Her bahar tanık olduğumuz mimoza yağması... Sait Faik’in Konstantin Efendi’leri bugün de fazlasıyla var: Her bahar, koca koca torbalar, bezler dolusu mimoza, arabalarla iskelelere yığılıyor; ta yürüyen insanlardan? Yazık ki onlardan da... Onlar da hayatın aslını, özünü iyi kötü anlayan insanlar...” diyorsunuz. Nedir bu sözü edilen insanların anladığı, hayatın aslı, özü? n Öyle sorular soruyorsunuz ki yanıtı aslında bir yazı boyutunda! Ama kısaca “kendisi olabilen”, bu bağlamda da sade, tok, her türlü hırs ve hiddetten uzak, esenliği, mutluluğu doğada, sanatta ve kendi ayarında insan larla dostlukta bulabilen insanlardan söz ediyo rum. İnsan, hepi topu milyarlarca insandan biri olduğunu, sınırlı bir öm rü olduğunu, elde etmek istediklerinin pek daha azının aslında yeterli olduğunu... Biraz olsun anlayabiliyorsa hayatın da aslını, özünü az biraz anlar herhalde. n Yine yakınlarda Adil İzci, Serra Yavuz ile kitapları üzerine konuşurken... yayımlanan Örtmenim! kitabınızın kimi metinlerindeyse eğitim sistemimizin aksayan yönlerine değinmişsiniz diyebilir miyiz? n Elbette diyebiliriz. Ama öncelikle amacım bu olmadı. Öğrencilik ve öğretmenlik yıllarımın iz bırakan kimi anılarımı yazınca onlar da doğallıkla su yüzünde belirdi. Bilirsiniz; zamanında üzen, hatta can yakan, bir gün gelir; anımsaması, anlatması eğlenceli bir hal alır. n Siz de “Bu bilgiler bize ne zaman nerede gerekecek?” diyen öğrencilerdendiniz... n Aslına bakarsanız daha lise birinci sınıfta öyle diyor gibiydim. Edebiyattan özge hemen her ders gereksiz geliyordu bana o zamanlar! Bugünkü inancım daha farklı; hayatımızda gereksiz ne varsa elenmeli. Bilim dersleri kadar sanat dersleri de olmalı. n Yakın tarihimizdeki siyasi olayların, o dönemin eğitimine, sınıflarınıza yansımasına da tanıklık ediyoruz kitabınızda. Metne almadığınız anılarınız var mı? n Olmaz olur mu? Öğretmenliğe ilk adımımı, 12 Eylül’den önce bir Orta Anadolu kasabasında attım. Lise birinci sınıflarda daha ilk sınavımı yapıyorum. Bir öğrenci önce hazırladığı kopyaları denedi; aldım elinden; defterine sarıldı; onu da aldım; sıra kitabına geldi, onu da aldım ve sonunda sınıftan attım. Bu kez pencerenin altına geldi; kafa salladı bir süre, oralı olmadım; ama öldür(t)me tehditlerine geldi sıra! O delikanlı, nereden alıyordu bu cesareti dersiniz? Elbette o kasabanın siyasal dokusundan! n Öğrencilerinizin 1 Nisan sürprizine çok güldüm okurken. Aileniz gibi olmuş öğrencileriniz. Emeklilik, sizin için kolay olmadı herhalde... n Hepsi değil elbet; ne mutlu bana ki kimi öğrencilerim ailemden gibi oldu. Emekliliğe gelince yok, gayet memnunum halimden. Özellikle yakın olduğum öğrencilerimle bağlantım kesilmedi ki! n Ada Sularında / Adil İzci / Ve Yayınları / 96 s. Örtmenim! / Adil İzci / Sıcak Nal Yayınları / 108 s. 16 6 Ekim 2016 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle