Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Y eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celal@celaluster.com.tr Behçet Necatigil’in neredeyse kültleşmiş çevirisinin ardından... Yeni bir ‘Kör Baykuş’ çevirisi 951’de kırk sekiz yaşında Paris’te canına kıyan İranlı yazar Sadık Hidayet’in 1937’de yayımlanan “Kör Baykuş” adlı kült romanı, dilimizde, ilk kez 1977’de Varlık Yayınları’ndan çıkan Behçet Necatigil çevirisiyle tanınır. Daha önce birkaç kez yazmıştım: Yalnızca çağdaş şiirimizin büyük ustası Necatigil’in değil, çevirmen Necatigil’in de iflah olmaz hayranlarındanım. Rainer Maria Rilke’den “Malte Lau 1 rids Brigge’nin Notları”nın ve Wolfgang Sadık Hidayet Borchert’ten “Fener, Gece ve Yıldızlar”ın Almanca asıllarından yaptığı çevirilerini, yayın yönetmenliğini üstlendiğim yıllarda Can Yayınları’na almak için az çaba harcamamıştım. Necatigil’in Farsçadan yaptığı “Tutînâme” çevirisini de kızı, yazar Ayşe Sarısayın sayesinde okurlara sunma olanağı bulmuştuk. Bugün Yapı Kredi Yayınları’nda bulunan “Kör Baykuş” çevirisini yıllar içinde birkaç kez okuduğumu anımsıyorum. Her seferinde, o esin verici Türkçe karşısında yeniden heyecanlandığımı da. Necatigil, kitabın başına alınan ve nesnel bir dille kaleme alınmış yazısında, hem çağdaş İran edebiyatı hem de Hidayet üstüne değerli bilgiler verir. “… ‘Kör Baykuş’, Hidayet için hayatının bunalımlarını, tekdüze ve karanlık gerçeklerini semboller, alegoriler ve birsamlarla nasıl şiirsel plana yükselttiğinin kanıtıdır” der. Kısa bir süre önce, Hidayet’in “Kör Baykuş”unun yeni bir çevirisi yayımlandı. Makbule Aras’ın çevirisi Kırmızı Yayınları’ndan çıktı. Necatigil’in kaleme çıkmış ve nerdeyse kültleşmiş çevirisine karşın, “Kör Baykuş”u yeniden çevirmeye girişmek kolay bir karar olmasa gerek. Ama Aras’ın da Farsça aslından yaptığı bu çeviri de son derece başarılı. Başarılı derken kuşkusuz, Türkçesinden söz ediyorum. Farsça aslıyla karşılaştırma olanağım yok. Bir uzman kişinin, her iki çeviriyi Hidayet’in yapıtının Farsça aslıyla karşılaştırarak yapacağı bir inceleme, ülkemizdeki edebiyat çevirisi açısından yararlı sonuçlar verebilir. Aras’ın, Asuman Susam ve Melike Koçak’la birlikte hazırladığı “99 Beyit: Divan Şiirinden Beyitler ve Çözümlemeleri” adlı kitap ile İranlı şair Furuğ’un şiirlerinin Farsça asıllarından çevirdiği “Yeryüzü Âyetleri”ni de Can Yayınları’ndan yayımlamıştım. Aras’ın Hidayet çevirisinin başında sunulan “Kör Baykuş’tan İçimize Uzanan Gölge” başlıklı incelemesinde, yazar ve yapıtına derinliğine bir bakış getiriyor. Hidayet’in Kafka’yla olan yakınlığı ve bir Kafka çevirmeni olduğu düşünüldüğünde, Aras’ın yorumu daha bir önem kazanıyor: “Kafka’ya bu ruh akrabalığı okurun da dikkatini çekecektir. İçinde yaşadığı toplumla uyuşamayan; değerleri, ahlakı, aileyi, var oluşu sorgulayan huzursuz bir ruhtur o da. Daimi bir arayıştadır, yalnızdır, yalnızlığı seçen adamdır, kendi içine gömülme cesareti olan bir aydındır. Kafka gibi. Beyninde uğuldayıp duran büyük soruları cevaplamak için pek çok kapı açar kendine. Kör Baykuş’taki kalemdan nakkaşının toprak altından çıkan testide, kendi yaptığı bir çift gözün aynısını gördüğünde yaşadığı, ‘ıstırap kardeşliği’ hissini gerçek hayatta Sadık Hidayet’e yaşatan da Kafka’dır. Kafka onunla ortak acıları yaşamış yıllar öncesindeki gölgesidir.” Şimdi elimizde iki iyi “Kör Baykuş” çevirisi var. Bu, edebiyat çevirisi açısından bir zenginleşme kanımca ama son değerlendirme, dediğim gibi konunun uzmanlarının elbette. Okura bir fikir vermesi amacıyla iki çevirinin başlangıç bölümlerini aktarıyorum burada… MÜREKKEBİ KURUMADAN Behçet Necatigil çevirisi “Y aralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar. Kimseye anlatılamaz bu dertler, çünkü herkes bunlara nadir ve acayip şeyler gözüyle bakarlar. Biri çıkar da bunları söyler ya da yazarsa, insanlar, yürürlükteki inançlara ve kendi akıllarına göre hem saygılı hem de alaycı bir gülüşle dinlerler bunları. Çünkü henüz çaresi de, devası da yok bu dertlerin. Tek ilaç şarap yardımıyla unutmaktır; afyonun ve uyuşturucu maddelerin sağladığı sahte uykudur. Ama ne yazık ki bu tür devaların da etkileri geçicidir, acıyı kesecekleri yerde çok geçmeden daha da şiddetlendirirler. Acaba bir gün bu metafizik olguların, ruhtaki bu kendinden geçme halinde ve uykuyla uyanıklık arasında beliren gölgeler yansımasının sırrı anlaşılacak mı? Ama ben onlardan bir tanesini anlatmakla yetineceğim, başımdan geçti bu 6 n 3 ve beni öyle sarstı ki aslâ unutamam. Ömrüm oldukça, ezelden ebede, insan kavrayışının ötesindeki o dünyaya ulaşacağım âna kadar, onun o uğursuz izleri hayatıma hep zehir akıtacak. ‘Zehir’ diye yazdım ya, onun damgasını her zaman bağrımda taşıdığını, taşıyacağımı söylemek istiyorum. Çalışacağım yazmaya, aklımda kalanları, olaylar zincirinden aklımda kalanları yazmaya. Belki genel bir sonuca varırım, hayır, fakat içim rahat eder, inanabilirim kendim. Çünkü benim için hiç önemi yok, inanmış inanmamış başkaları. Lâkin tek korkum: yarın ölebilirim kendimi tanıyamadan. Hayat tecrübelerimle şu sonuca vardım ki, başkalarıyla benim aramda korkunç bir uçurum var, anladım, elden geldiğince susmam gerek, elden geldiğince düşüncelerimi kendime saklamalıyım. Ve şimdi yazmaya karar vermişsem, bunun tek nedeni, kendimi gölgeme tanıtmak isteğidir. Duvardan doğru eğilmiş, yazdıklarımı oburca yutmak, yok etmek isteyen gölgeme. İşte onun için denemek istiyorum: Birbirimizi ola ki daha iyi tanırız. Uzun zamandır başkalarıyla bütün bağlarımı koparmışım, kendimi daha iyi tanımak istiyorum…” (Yapı Kredi Yayınları) E Y L Ü L 2 0 1 5 Makbule Aras çevirisi “Ö yle yaralar vardır ki hayatta, cüzzam gibi ağır ağır yiyip bitirirler yalnızlığına çekilmiş ruhu. Kimseye gösterilmez bunlar; çünkü bu inanılmaz yaralara genellikle tuhaf ve olağanüstü bir şeymiş gibi bakılır. Biri bunları yazmaya yahut anlatmaya kalkarsa, insanlar bütün bunları toplumun genel görüşünün ve kendi düşüncelerinin sınırları içinde, dudaklarında alaycı ve bedbin bir gülümsemeyle dinlerler. Zira insanlık henüz bir çare bulamamıştır bu dertlere. Yegâne ilaç, şarap içerek unutmak ya da afyonla, uyuşturucularla yalancı bir uykuya dalmaktır. Gelgelelim bunların etkisi de gelip geçicidir, ağrıyı kesecek yerde zamanla daha da şiddetlendirirler. Acaba bir gün bu metafizik olayların, bu uykuyla uyanıklık arasında, vecd halindeki ruhsal yansımaların sırrı çözülecek mi? Ben onlardan yalnızca bizzat başımdan geçen ve beni çok sarstığı için unutamayacağım bir tanesini anlatacağım. Yaşadığım sürece ezelden ebede izlerini taşıyacağım, anlaşılması imkânsız bu olay hayatımı zehirleyecek. Zehirleyecek derken onun izini daima taşıdığımı ve taşımayı sürdüreceğimi söylemek istiyorum. Hatırladıklarımı, olaylar zincirinden aklımda kalanları anlatacağım; belki genel bir hükme varabilirim belki de hiç olmazsa içim rahatlar, yahut da kendi kendimi inandırma imkânı bulurum böylece; zira başkalarının inanıp inanmamasının bir önemi yok benim için. Yarın bir gün kendimi tanıyamadan ölüp gitmekten korkuyorum, zira tecrübelerim bana diğerleriyle aramda ne korkunç bir uçurumun olduğunu gösterdi. Anladım ki mümkün olduğunca susmam, mümkün olduğunca düşüncelerimi kendime saklamam gerek ve şimdi yazmaya karar vermemin tek nedeni gölgeme kendimi tanıtmak isteğidir. Duvardan uzanıp yazdığım her şeyi iştahla silip süpürmek isteyen gölgeme… İşte onun için denemek istiyorum bunu, bakalım belki de birbirimizi daha iyi tanırız böylece. Hem diğerleriyle irtibatı kestim nicedir, kendimi daha iyi tanımak istediğim için…” (Kırmızı Yayınları) K İ T A P S A Y I 1 3 3 3 S A Y F A C U M H U R İ Y E T