23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K Yazarların cinsiyetleri ile kendi cinslerinden yarattığı karakterler arasında ilişki varsa nasıl, ne türden bir ilişkidir bu? Bunlar yazardan yazara, dil kültürden dil kültüre ne yönde buluşup ne yönde ayrışma göstermekte, toplumsal cinsiyet konusunda yazarı nasıl bir tutum almaya yönlendirmektedir? Sonuçta yazarın kadın ya da erkek oluşu, kendi cinsinden yarattığı karakterler üzerinde ne tür rol oynamaktadır acaba? itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com Erkek romancıların roman erkekleri... adın romancıların roman kadınlarını değerlendirirken erkek romancıların roman erkeklerini görmezden gelmek olası mı? Ne var ki, bir dizgeye dayalı yönünde deşilmediği sürece genel vargılara ulaştırmayabilir insanı böylesi yaklaşımlar ama örnekleme bağlamında yine de ufuk açıcı, geliştirici sonuç üretebilir herhalde… Bu tür yazıların yol açabileceği kıvılcımlanmayı hafife almamak gerek öyleyse. Örneğin yazarların doğal taşıyıcılığını yaptığı cinsiyet etmeni, yazınsal üretim paydasında hiç mi rol oynamaz? Bu durum, farklı bir biçimlenmenin önünü açıyorsa eğer, tekil çalışmaları aşan bir tutum izlenmesi gerekmez mi? Geçmişe dönük kazılar da yapılabilir ayrıca. Akademik çalışmalar için kışkırtıya yol açıp isteklilik de uyandırabilir… O halde sorulması gereken soruyu veya aranması gereken yanıtı gelin biraz daha kıvamlandıralım… Yazarların cinsiyetleri ile kendi cinslerinden yarattığı karakterler arasında ilişki varsa, nasıl, ne türden bir ilişkidir bu? Bunlar yazardan yazara, dil kültürden dil kültüre ne yönde buluşup ne yönde ayrışma göstermekte, toplumsal cinsiyet konusunda yazarı nasıl bir tutum almaya yönlendirmektedir? Sonuçta yazarın kadın ya da erkek oluşu, kendi cinsinden yarattığı karakterler üzerinde ne tür rol oynamaktadır acaba? Üretilecek daha başka sorular da olacaktır kuşkusuz… Sözgelimi her uğrakta düşünce uçkunları için atlama taşı görevi üstlenecek; böylelikle zıplayıp sıçramaya, buna bağlı gevişlemeye dayalı, geniş ufuklu, derinlikli çalışmalar için de yatak serecektir önümüzde... Bütün bunlar “kadın yazını” ya da “erkek yazını” başlığı altında şişirilmiş, gelişigüzel, yanlış, toptancı bir yaklaşıma taşımamalı bizi. Bilimde, felsefede kişinin kadın, erkek oluşu nasıl önem taşımıyorsa bu olgu, sanat, yazın üretiminde de böyle. Kaldı ki “cinsiyetin rolü”, “cinsiyetçi tutum” vb. alt başlıklar bizi başka yerlere de savurabilir. Öyleyse soru, başlıkla sınırlı tutulmalı! Roman karakterleri, yazar isteğine göre, yazarın kafası nasıl esiyorsa böyle biçimlendiriliyor değil. İşte yazar da kadın veya erkek cinsiyetinin taşıdığı temel farklılıklar nedeniyle kolayca aşılamayan biyolojik engellerle çevrili olabilir. Kadın romancıların roman kadınları üzerinde dururken kadın karakterlerin gösterdiği kararlılığı vurgulamıştım. Oysa bu yazıda romanlarına baktığımız erkek romancıların romanlarındaki erkekler, kararsızlık içinde debelenen kişiler daha çok… İlginçtir, erkek romancıların kadın karakterleri de kadın romancıların roman kadınlarına benzer bir kararlılık içinde görünüyor. Başlığa uygun olarak bu çerçevede üç 1 1 H A Z İ R A N 2 0 1 5 K yazarı, son romanlarıyla alıyorum. Ferhan Şaylıman ile Mehmet Taşdemir, yola öyküyle çıkmış iki yazar… Şila’nın Gözleri (Parafiks, 2015), Şaylıman’ın dördüncü, Mağluplar (Agora, 2014) Taşdemir’in ikinci romanı… Fatih Balkış’ın yeni basımıyla ilk romanı Yerçekimi (Can, 2014)… Ancak yazarların önceki romanlarını da dikkate aldığımı söylemeliyim. Şaylıman’ın Zaman Geriye Dönmez (2006), Hiçlik (2009), Özgürlük Kampı (2012); Taşdemir’in Huzursuz (2012), Balkış’ın ilkinden önce okuduğum ikinci yapıtı Fars (2013) romanları da var bu yazının harcında. FERHAN ŞAYLIMAN... Şaylıman’ın romanlarındaki erkekler, anlatılarda adeta birer kararsızlık anıtı olarak kendini gösteriyor. Bir dizgeye ya da disipline dayalı kararsızlık değil bu. Savrulma, salıvermişlik, koyuvermişlik, her şey dıştakilerce belirlendiği için kendini olup bitenlerin akıntısına kaptırmışlık biçiminde nitelenebilecek bir kararsızlık bu… Yetinmesizlik de bu nedenle önemli paya sahip. Erkeklerin bu genel ruh hali, özellikle kadınlarla ilişkilerinde de belirleyici. Aşk duyulan ya da yaşanan kadınlar bu bağlamda imge olarak içe işleyen halleriyle varlar da somut birer varlık olarak yoklar sanki. Cinsellik de buna bağlı anımsayıştan ibaret neredeyse yalnızca… Erkekler, yaşadıkları savrulmaları kadınların yarattığı kasırgaya bağlıyor ille, bunu apaçık dillendirmese de. Kadınlar olmasa bir kararsızlık yaşamayacaklar sanki. Bir mıknatıslanma da yok değil aralarında. Ama çeken değil çekilen taraf erkek. Seçerek çeken, yöneten, hükmeden, istediğinde terk ettiği erkeği çöl ortasında yıkıntı halinde bırakansa kadın… Bu çerçevede herhangi erkek, zaten hiçbir kadın için “taraf” olamaz. Kadının asıl rekabeti kendi cinsiyledir, bu nedenle erkeği değil, kadını dikkate alacaktır kadın. Erkek, figüranıdır çünkü ilişkinin. Yazıda konu edindiğim üç erkek yazar da erkek karakterlerin davranışla tutumlarını, sözle eylemlerini kadına göre ayarlıyor hep. Öyle ki sanki yalnız kadınlar için yaşıyor bu erkekler. Belki de bu yüzden Şaylıman, erkeği “tanrı adam” (Şila’nın Gözleri, 52) olmaktan çıkarıyor artık. Daha çok “kalıplaşmış alışkanlık” (56) sergiler o. Ne zaman kadın girer erkeğin yaşamına, o zaman fırtına kopar. Şila’nın dişi kedi olarak alınması da boşuna değil bu nedenle. MEHMET TAŞDEMİR... Mehmet Taşdemir, ilkinde olduğu gibi ikinci romanında da vurgun yemiş, yarış dışına çıkarıldığı için kıstırılmışlık duygusu içinde kıvranan erkek karakterlerle kuruyor anlatı sını. Denebilir ki Şaylıman’ınkiler gibi aslında Taşdemir’in erkekleri de kararsız kişiler hep. Çünkü çözümsüz, çaresiz bireyler bu erkekler. Yazarın her iki romanındaki başkarakter, örneğin ne bir başka aşamaya taşıyabiliyor kendini ne de bulunduğu yerde kendisine güvenli bir koza oluşturabiliyor… Hep bir yolcu havasında erkekler. Yolcu olmaya yolcular ama ne yazık ki kendileri değil giden, başkaları; bu kişiler için görece yolculuk hayali kalıyor yalnızca geride, o kadar. “Nehre düşmüş bir dal parçası gibi kendimi akıntıya bıraktım” (Mağluplar, 77) demesi anlatıcının boşuna değil bu nedenle. Anadolu ücrasındaki köy, o köydeki geçmiş yaşantı da bir hesaplaşma odağı olarak karşımıza çıkıyor sürekli. Bu hesaplaşmanın bir ucunda anne, baba var, öte tarafında ise devlet, onun açık kapalı antidemokratik uygulamaları… Ama buna karşı çıkan, yaşamları pahasına toplumsal düzeni değiştirmeye ant içmiş bir avuç da insan var… İşte bunlar, anlatıcının önündeki temel sorgulama gereçleri. Kadınlar ise hayallerinde aktıkça gerçeklik kazanıyor erkeklerin. “Hiçlik” duygusu altında ezilen, bir varlık gösteremediğini düşünen insanlar çünkü onlar. Bu nedenle kadınlarla arasında duvar var gibi duyumsuyor kendisini anlatıcı. Dışındaki yaşamdır eğreti olan, asıl yaşam kendi içindedir sanki. Bundan ötürü kuşkucudur, kuruntuludur, vesveselidir doğal ki. Bu nedenle sürekli izleniyormuş duygusu yaşaması da olağandır artık. FATİH BALKIŞ... Balkış ikinci romanında erkeği başkarakter alıyor ama sonradan okuduğum ilk romanı Yerçekimi’nde, ilginçtir, bir kadını odaklıyor. Ne ki erkek karakterin kadınlarla ilişkilenişi, kadın karakterin de erkeklerle ilişkilenişi, bize yetiyor, konu üzerinde öne sürüşler getirebilmek için. Balkış’ın erkekleri de kararsız kişiler. Öyle ki kimileyin çıkılan yolculuk ya da nereye gidildiği değil, girilen hesaplaşma önem kazanıyor bir anda. Ne ki entelektüel bir hesaplaşma bu, etik, estetik değerlerin ağırlıkta olduğu; aile, dostluk ilişkilerinin didiklendiği; “dedim, diye düşündüm, dedim kendi kendime, gibi sözcüklerle cümleler”le (37) kurulan zincirleme bir süreç. Yazar, kocasından ayrılmış, yetişme çağındaki kızıyla ayakta durmaya çalışan kadın karakterinin nasıl da kendisine güçlü kökler yarattığını, yaşama tutunabilmek için ürettiği emeçleri sergiliyor ilk romanında. Öteki kadınlar da öylesine güçlü ki genelde bir dağılma göstermiyor sözgelimi. Ama ilişkiler bittiğinde dağılan erkek oluyor hep. Andığım kadın karakter de boşandığı kocasıyla sonradan bir kez seviştiğinde bile “çarşafın altından çıkmamış, dış kapının sesini duyana kadar onunla konuşmamıştı(r). Sonra hemen giyinip çarşafları çöpe atmış, soğuğa aldırmadan bütün gün evi havalandırmıştı(r).” (Yerçekimi, 31) Ama erkekler, yine de “her zaman başrol oyuncusu” olmaya soyunmaktan geri durmuyor görünüşte. (68) Oysa kadın karaktere göre eksikli olan erkek. Çünkü “[k]endilerini sınayacak bir göz, onlara hak ettikleri değeri verecek sözcükleri söyleyen biri olmadan yaşayamıyorlar.” (88) Buna karşılık kadın karakter, “[y]alnızca özgür bir ruh olarak bu dünyanın tadını çıkarabileceğini biliyor” (113), daha işin başında üstelik. Ya siz, siz ne düşünürsünüz bu konuda? n K İ T A P S A Y I 1 3 2 1 Ferhan Şaylıman Fatih Balkış S A Y F A 2 2 n C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle