29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

sarsınız; efendim Ahmet Midhat Efendi fevkalade kabadayı ve cimri bir adam. Hamallar onu paralarını vermiyor diye boykot ediyor. Gazetesinde (Tercümanı Hakikat) çalışan sayısı herhalde beş on kişi falan. Bu da “defolun gidin, size ihtiyacım yok” diyor ve oturup tüm yazıları kendisi yazıyor, diziyor ve basıyor pedalla. Herhalde iki yüz elli, üç yüz tane basıyor, bağlıyor ve müezzin çocuklara veriyor ve bu adam bunu en aşağı bir hafta, on gün falan yapıyor. Sonunda pes ediyorlar, adam grev kırıyor bir nevi. “TERCÜMAN, BİR İLKTİR” Sansür yordamları da evrensel. Eveeet. Matbuat Nizamnamesine kadar sansürün “resmen” adı yoktur ama evvel ezel uygulanır. İşte prealable yani önceden sansür şeklindedir. Ön izinle kurulabilir bir gazete. Yabancı gazetecileri de parayla satın alıp güzel güzel yazdırırlar. Sultan II. Abdülhamit’in de benimsediği bir yöntemdir. Bizde ilk defa çok basılan ve çok geniş alana yayılan gazete Rusya İmparatorluğu’ndadır, Kırım’da; Tercüman. Rusça ve Türkçe çıkar. Türkçe çıkar ha, hiç öyle Tatar, Azeri diyalekti falan değildir. İçine yeni kelimeler katılır. Çok enteresan bir gazetedir ve sırf kuru tercüme değildir, ben ona baktım. Mesela bir makale var Rusya’nın birinci yılına dair, “Rusya büyük devlet olacak, gelişimine bakarsanız istikbal onun” diye Rusça bir makale. Tercümesi yok. Besbelli ki adam yaşamak için hem Rus sansürünü kandırıyor hem Türk milletini kandırıyor, çok ilginç ve bilmem nereye kadar da gidiyor bu gazete, pek çok yerde koleksiyonlarda var. 150 yıldır tartışılan şu sorunun yanıtını da irdeliyorsunuz kitapta: Osmanlı aydını Batı’ya dönüp Doğu’yu terk mi ediyordu? Evet ve öyle bir şey yok. Mesela bakıyorum, en iyisinden Fars dili tetkikleri, lügatlar falan o zaman yapıldı. “KANÛNİ ESÂSİ ŞOK ETTİ, DIŞ ÜLKELER EPEY HOMURDANDI” Osmanlı aydını Anayasal düzene nasıl bir ortam içinde geçti? Biz burada iyice artmış dış baskılara karşı ilk Anayasayı (Kanunı Esâsi) ilan ettik, çok açık o. Tersane Konferansı olurken el sıkıştığımız anda top sesleri duyuldu. Saffet Paşa dedi ki “Duyduğunuz top sesleri Kanunı Esâsi’nin ilanıdır. Bundan sonra Parlamenter demokrasi var, bütün milletlerden, dinlerden, ırklardan mebus seçilecek.” Şok oldu adamlar. O çok yeniydi, Meclis’in hem de üçte biri öyle oldu. Bunlar epey homurdandılar, “dur bakalım”a döndü iş. Biz Anayasal monarşiye kendilerinden önce geçince Rusya çok kızdı; “Bize mi kafa tutuyorsunuz. Tek parlamentosuz biz miyiz? Ne numarası çeviriyorsunuz? Bunu harple ödersiniz” falan. Ondan sonra gerilim arttı zaten. O gerilimi iyi idare edemedi Mithat Paşa (Ahmet Şefik) ve takımı. Yani hiç taviz vermeyiz ayağına geldiler ki bilmiyorum bu ne oldu. Ha Rusya çok mu akıllı hareket etti? Hayır. Birtakım noksanlıkları görüldü, bir kere tahmin ettikleri gibi bir ordu görmediler karşılarında. Bayağı kuvvetli kurmay sınıfı olan bir ordu gördüler. Onlarda da bizde de fevkalade dayanıklı bir asker vardı ve Rusya o harpte bir şey kazandıysa mühendisleri C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I sayesinde kazandı ama ordu perişandı. Öyle ki Trakya içlerine ilerlediklerinde dökülüyorlardı. Rusya bu savaşta ne olduğunu anladı ve ondan sonra çok uzun süre sulh oldu, herkes içine kapanıp kalkınmakla meşgul oldu, Sultan Hamid de III. Aleksandır da. Batılılaşma yolunda Tanzimat yeterli altyapıyı sağlayabilmiş midir? Tanzimat’ın tek bir amacı var ki kelime de o legistasyon yani yasama diye çevrildi. Tanzimat kanun devletini yaratmak istedi. Asıl önemi budur. “GÜVENOYU HAK GETİRE, PADİŞAH İSTEDİ Mİ SÜRER!” Anayasa metninin en sakat noktası saltanata bağlı olması mıydı? Yani, Tanzimat bir devrime ön hazırlık babında bir hareket olarak düşünülmeli. Geçiş dönemidir. İşte laik devlet düzeninin temellerini hazırlayan bir belge olmasına rağmen Mithat Paşa’nın babası olduğu Anayasa’ya da böyle bakılmalı. Bir Anayasa’dan beklenen vasıflara sahip değildi tabii. Bir kere kişi haklarını “habeas corpus”u temin eden bir Anayasa değil. Güvenoyu falan hak getire. Meclis’in çalışma güvenliği yok. Padişah’a sürgün hakkı veriyor, yani o 113. maddeyle istedi mi sürer bu kadar basit. Sansürü de getiriyor. Matbuat kanun dairesinde serbest, sansür olacak demiyor ama sansüre cevaz veriyor. Onun için böyle çocuğun olacaksa hiç olmasın daha iyi denir yani. Tanzimat Fermanı’nda İslam dininin üstünlüğü vurgulanıyor ama bir tasfiye olduğunu da imliyorsunuz. Gruplaşmalar hep olur. Dini olsun olmasın hep olur. Tanzimata da dini gruplaşmaların etkinliğini sınırlama yoluna gittiler. Hatta gayrimüslimler konusunda “Gruplaşmalar hep olur. Dini olsun olmasın hep olur. Tanzimata da dini gruplaşmaların etkinliğini sınırlama yoluna gittiler.” pragmatist oldukları kadar samimidirler de. İşte askerlik yaptırılır, memur yaparlar. Günümüz Belediye Kanunu da enteresan. Memurlar aday olamıyor ve seçilemiyor. Evet ve çok kötü o. Mesela burada öyle şehirler var ki işte İstanbul. Yani Türkiye’de şimdi bir rakam verdiler 21 bin üniversite profesörü yok bilmem ona yakın doçent falan işte buna öğretmenleri falan kat yani bunlardan bir tanesi belediye meclisine aday olamaz. Memura yasak. Mesela eskiden o hanedan kanununda hanedan üyeleri de seçmez, seçilmezdi. Bir tek askerlik yapabilirdi. Sizin için tarih en çok ne değildir? Roman değildir, onu söyleyeyim. “UYDURUK BİR TOPOGRAFİ ÇİZİYORLAR, ÇÜŞ YANİ! CAHİLLER!” İstanbul’dan Sayfalar adlı kitabınıza geçersek tarihin dokusunun semt semt izini sürüyorsunuz. Az bilinen bir İstanbul seyrüseferi. Az biliyorlar tabii. Hatta uyduruk bir topografi çiziyorlar, sinir oluyorum. Olmadık bir yaşayış atfediyorlar şehre. Utanmasa millet yeni yıla falan filan yerde ne güzel şu yılbaşı balosuyla girerdik falan diyecek; ulan inek nerede bu? Bilmem ne, bütün İstanbul Degustasyon’dan ve Le Bon’dan geçiyormuş, çüş! Çüş yani! Cahiller! (gülüyoruz) Bu mümkün değil. Gerçek İstanbul’da insanlar eski konaklarda oda oda otururdu. O bir sefalet ve pislik değildi çok derli topluydu, çok edepliydi. Buydu hayat yani. Şimdi saçma salak bir eski İstanbul efsanesi yaratıyorlar. O İstanbul ayrı tadı olan bir dünyaydı. Muhteşem yönleri olduğu kadar yoklukları, eksiklikleri aman Allah’tı yani. Mesela Şehzadebaşı’nda bir Yeni Sinema var mıydı? Vardı, yanında bir tane daha vardı yeni filmleri getirirlerdi. Bir de eski sinemalar vardı. Beş film birden gösterirdi, Allah göstermesin! (gülüyoruz) İşte bilmem bozacıya gidersin, Vefa o zaman pis bir semt de değildi. İşte Aksaray’da bilmem nereye gidersin. Ama bunların hiçbiri cafe mafe değildi yani. İnsanların evi falan vardı. Menderes yıktırdı oradaki konakları o pis belediye sarayını yapacağım diye. Üzüntüden veremden ölen bir kadın hatırlıyorum ya. Ev yoktu yahu, insanlar oturacak ev bulamazdı. 1930’larda o kaçan insanlar, mesela Alman profesörler oda kiralamışlar hatta onlardan bir tanesi bizim hoca Andreas Tietze’ydi ünlü Türkolog. “MODERNLİK KADIKÖY’DÜ” Balat’a da hayli yerleşim olmuş. Balat da bulur, Fatih de bulur. Balat o zaman bugünkü Balat değil yani doğru dürüst orta sınıf insanların yaşadığı bir yerdi. Tavukpazarı’nda otururlardı mesela Beyazıt’ın altında, ev yoktu ev. Yenikapı’da falan otururlardı ne yapsınlar. Suriçinde belli yerler gelişmişti sonuçta. Şöyle gelişiyor mesela Laleli’de bugünkü pislik yoktu ki dünyanın en kibar insanları otururdu. Halide Edip Hanım otururdu mesela. Onun yanı başında üniversitenin hocaları otururdu bunları ben biliyorum. Annem babamla birkaç hocanın ziyaretine gittiğimizi hatırlarım. Hele sonradan orada yapılan o pis apartmanlar var ya, bir modernlik sanılıyordu. Oradaki hocalar iyi evlere taşındık zannediyorlardı, ahşap evden oraya çıkıyor çünkü. Şimdi böyle yerlerde cafe mafe falan vardı diye bana palavra atmasınlar, Suadiye’de vardı, Caddebostan’da vardı. Kadıköy modern bir yerdi, bence İstanbul değildi ama modernlik oydu yani. Mini golf vardı bilmem ne vardı, millet flört ederdi. İstanbul’da olmazdı öyle şey, muhallebiciye gidilirdi falan. Daha yaşayışı doğru bilmiyorlar tarihi ne bilecekler. Sinir oluyorum. Kızdım yine! (gülüyoruz) n [email protected] Batılılaşma Yolunda/ İlber Ortaylı/ İnkilâp Kitabevi/ 328 s. İstanbul’dan Sayfalar/ İlber Ortaylı/ İnkılâp Kitabevi/ 312 s 2 0 1 5 n S A Y F A 1 7 KİTAPTAN... Tanzimat ve Edebiyat “Tanzimat döneminin mimarisinde olduğu gibi edebiyatında da mahallilik kendiliğinden yaşanmış ve etkisini sürdürmüştür. Tanzimat edebiyatının yazar ve şairi de pek bilincinde olmadan geleneksel klasik Osmanlı nesrinin ve şiirinin biçimini korumuştur.” “Tanzimat romanının meddah hikâyelerinin üslup ve biçimini koruduğu, hatta konuların bile ‘Hançerli Hanım’, ‘Sansar Mustafa’ gibi meddah hikâyelerinden kaynaklandığı, Namık Kemal, Ahmet Midhat, Samipaşazâde Sezai gibi yazarlarda bu geleneksel yapının ağır bastığı edebiyat tarihçilerimiz tarafından belirlenmiştir.” “Tanzimat devri Türk edebiyatının 19. yüzyıl dünya edebiyatı içinde seçkin bir yeri olamaz; bu edebiyat bizi yansıttığı için çözülmesi gereken bir konu, bir sorundur.” “Biçim ve üsluptaki ilkelliğine rağmen Tanzimat yazarı toplum mühendisliğine erkenden girişmiş ve kendisinde siyasi, toplumsal bir misyon görmüştür. Ne var ki 19. yüzyılın sonunda, Avrupa edebiyatının ustalık düzeyini temsil eden Rus edebiyatına aldırış etmeden Fransız ‘parnassien’lerini, sembolizmi izleyip tamamen biçimci bir niteliğe büründüğü açıktır.” (Batılılaşma Yolunda) 1321 1 1 H A Z İ R A N
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle