03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Burhan Sönmez’den “İstanbul İstanbul” ‘Devletin var oluş nedeni iyiliğe tahammülsüzlük’ Burhan Sönmez, bir modern zaman dervişi. Kanayan yaralara hikâyeler üfleyen bir kent masalcısı. Yeni romanı “İstanbul İstanbul”da, dört kahramanın işkence gördüğü hücrede acıyı dindirmek, acıdan duran zamanı geri kazanmak ve kaybettikleri şehrin yüzünü yeniden görebilmek adına birbirine hikâyeler anlattığını görüyoruz. Bu hikâyelerle birlikte var olmayı seçtikleri şehrin, İstanbul’un karanlık ve aydınlık yüzünü okuyucuya aktarıyorlar. Sönmez’le “İstanbul İstanbul” üzerine söyleştik. r Serap ÇAKIR stanbul’da, yerin üç kat altında bir hücrede kentle ilgili hayaller kuruyor kahramanlar. İnsan bir kente baktığında neler görür? Kente baktığımızda bütün evrene bakmış gibi hissederiz kendimizi. Çünkü kent, insanın evrene sahip çıkma, evrenin her yerine ulaşma arzusunu da ifade eder. Kentin içinde her şeyi bulabiliriz ve kentin her yerine ulaşabiliriz. Bu böylece bizi fiziki olarak uzay dediğimiz bütün mekâna ulaşmışız duygusuyla donatır. Bir şekilde kendi içimizde bir tamamlanmışlık duygusu yaratır. Oysa Küheylan Dayı hayallerini süsleyen İstanbul’u hiç görmemiş. Küheylan Dayı İstanbul’u hiç görmemiş ama İstanbul’u herkesten çok seviyor. Çünkü İstanbul hikâyeleriyle büyümüş. Ben bu deniz bildiğiniz gibi değil, derdi babam. İstanbul denince aklıma deniz ve Kız Kulesi gelirdi.” Bu sözler Ahmet Kaya’ya değil de Küheylan Dayı’ya ait sandım. “DEĞİŞİM, BİTMEMEK VE DEĞİŞEREK VARLIĞI SÜRDÜRMEK DEMEK” İstanbul yalancı mı, yalancı bir şehirde mi yaşıyoruz? İstanbul en gerçek yer, aynı zamanda en yalancı yer. Ölümün olduğu bir yerde, yalancı olmayan hiçbir şey yok. Kent bunu bildiren bir kara delik gibi. Diğer yandan, insanın bir şeyi yoktan var ettiği yerde ise hakikat var. Kent, insanın yoktan var ettiği bir şey. İnsan çelikten inşaat yapar. Beton sarıp onun üstüne cam atar. Onun içine insanları yerleştirir. Bu yaratımdır. Bu, insana yeni bir hakikat kapısı açar. Yoktan var etme duygusu... Bunun yanı sıra her şeyin değişmesi gibi kent de her gün değişir. Bir hafta gitmediğiniz bir sokağa bir hafta sonra uğradığınızda o sokakta mutlaka değişmiş yeni şeyler görürüz. Bu bize değişim duygusunu ve tabii ki ölüm duygusunu verir. Ölüm aynı zamanda sonsuzluk duygusudur. Çünkü değişim bitmemek ve değişerek varlığı sürdürmek demek. Oysa yer altında hiçbir şey değişmiyor. Öğrenci Demirtay, Berber Kamo ve Doktor için her şey aynı. Dört duvar arasında her gün işkence görüyorlar ve ölüme daha yakınlar. Yeryüzüyle yer altını ayıran da bir şey yok o zaman. ise bir ortaklıkları yok. Ama önemli ve kolay yakalanamayacak imrendirici bir ortaklığı yakalamış onlar; düş ortaklığını. Biz de romanı okurken bu düş ortaklarının İstanbul’a ve hikâyelerine açılan penceresinden dünyayı seyre dalıyoruz bir süreliğine. Öyle bir düş birliği ki bu, bir kişinin zor sığacağı dört kişilik hücrelerinde rakı sofrası kurduruyor, ekmek yokken bol tütünlü iki cigara sardırıp daha bol tütünlüsünü arkadaşa ikram etme fırsatı yaratıyor, İstanbul’un en güzel yerlerinde güzel yemekler yedirip üzerine bir de demli çay keyfi yaşatıyor... Decameron’da bir felaketten kaçıp anlatıyordu hikâyelerini kahramanlarımız. İstanbul İstanbul’da ise felaketin tam ortasından bildiriyor Öğrenci Demirtay, Doktor, Berber Kamo ve Küheylan Dayı. Bunun yanında hayallerindeki hikâyeler kadar kendi hikâyelerine, kişisel felaketlerine de kulak veriyoruz kahramanlarımızın. Bu hikâyelerde ise bizi İstanbul’u yeraltından da olsa görebilmek için her şeyi göze almış bir adam, derin bir babaoğul masalı, yaralı bir aşkın yine yaralı hatıraları ve bir öğrencinin bu aşk masalıyla kesişen yolları karşılıyor. Bunun yanında İstanbul’un zamansızlığından bugüne uzanan sivri dilli bir kent eleştirisi de geçiyor Burhan Sönmez’in cümleleri arasından. Kentin dünü ve bugünü arasında gün geçtikçe hırpalanarak büyüyen uçurumu, günün kente ve kentliliğe bakışından dünün kentliliğini sorgulayan satır araları bunlar ve belli bir zaman ile mekâna sıkıştırılamayacak kadar da düşündürücüler. Bu bağlamda Burhan Sönmez’in romanını her ne kadar belirli bir zaman dilimini imlese de bir zaman dilimi ya da dönemin siyasetiyle tartmamak gerekiyor. İstanbul İstanbul, taşıdıklarıyla günü olduğu kadar dünü de kapsayan bir roman. n [email protected] K İ T A P S A Y I 1 3 1 0 İ romanı bitirme aşamasındayken Cemal Süreya’nın bundan 25 yıl kadar önce Ahmet Kaya’yla yaptığı röportaja rastladım. Ahmet Kaya’nın sözlerini okurken kendi karakterim konuşuyordu sanki. “Çocukluğumda, babam bize İstanbul resmi gösterir, İstanbul’u anlatırdı” dedikten sonra şöyle bir şey söyler: “İstanbul’da Düş ortaklarının dünyaya açılan penceresi r Eray AK iovanni Boccaccio’nun klasiği Decameron, Floransa’yı vuran bir veba salgınından kaçan, yedisi kadın, üçü erkek, on kişilik bir grubun hem zamanı güzel geçirmek hem de yaşadıkları korkunç felaketin ağırlığından kurtulmak için on gün boyunca birbirlerine anlattıkları hikâyelerden meydana gelir. Anlatılan hikâyeler ise kurtulmak istedikleri ağırlığın tam tersine hafif ve gülünçtür. İnsanların zor zamanlarda sığındıkları mizah, onların da korundukları saçak altı olmuştur. Boccaccio ve klasiği Decameron da bu nedenle olsa gerek yüzyıllar öncesinden bugüne kaldı; sonsuz ağırlığın altından kalkabilme yollarını bize öğrettiği için... Boccaccio ve Decameron’dan bugüne çevirelim bakışlarımızı şimdi: İlk romanı Kuzey’le dikkat çeken, ardından gelen Masumlar’la ise üzerinde topladığı dikkatlerin boşa çıkmadığını gösteren Burhan Sönmez ve onun yeni romanı İstanbul İstanbul’a... Sönmez de yeni romanında tıpkı Decameron’da olduğu gibi bir zor zaman hikâyesi anlatıyor ancak yaşananların Decameron’da olup bitenlerle ilgisi yok. Burhan Sönmez’in romanında, yerin üç kat altında siyasi nedenlerle hücreye kapatılmış, ağızlarından tek kelime bilgi alabilmek için S A Y F A 1 0 n 2 6 M A R T 2 0 1 5 G işkencenin türlüsüne maruz bırakılmış, birbirlerini tanımayan ama hayallerini birbirine açan dört kişinin; Öğrenci Demirtay, Doktor, Berber Kamo ve Küheylan Dayı’nın hikâyelerini ve düşlerini okuyoruz. Bir de hiç sesi çıkmayan, parmaklarıyla havaya yazı yazarak anlaştıkları, karşı hücrelerinde “mukim”, yazarı tarafından güçlü bir karakter olarak çizilen Zinê Sevda var. Her ne kadar sessiz de olsa birçok sesi üzerinde topluyor Zinê Sevda. Hemen çaprazlarında kalan dört erkeğin hayalleriyle yarattıkları dünyaya katılmıyor belki ama o hayalden şehrin en saygı uyandıran ve hikâyenin kırılma noktalarında üstlendiği önemli rollerle, romanın da vazgeçilmez renklerinden biri. İMRENDİRİCİ BİR ORTAKLIK Bu noktada sorulması gereken soru şu olmalı: Yerin üç kat dibinde akıp giden, adı İstanbul İstanbul olan bir İstanbul romanı nasıl yazılabilir? Burhan Sönmez’in romanının sırtlandığı ironi ve hayalgücü de burada başlıyor işte. Üstlerinde, adı İstanbul olan koca bir hayat akıp giderken Öğrenci Demirtay, Doktor, Berber Kamo ve Küheylan Dayı da birbirlerine hikâyeler anlatırlar. Üstlerindeki yaşamın güzelliğine, çürümüşlüğüne, eskimişliğine, en yeni hallerine ve ta en eskilerine hayalleriyle tutunmaya çalışırlar. Bu dört kişinin, aynı dünya düşüne inanmaları, aynı sefillerin elinden işkence görmeleri ve İstanbul ile onun hikâyelerini sevmeleri dışında Fotoğraflar: Can EROK C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle