07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Nazmi Bayrı'dan "Güz Buluşmaları” Sınırlardan geçen öyküler Nazmi Bayrı’nın üçüncü kitabı “Güz Buluşmaları”nda on iki öykü yer alıyor. Bayrı, ilk kitabından bu yana sürdürüp geldiği edebi çizgisini, yeni boyutlarla sürdürüyor. Elbette her öykü kendi başına bir varlığa sahip ancak yine de içinde yer aldığı kitabın bir parçası olarak bir bütünlüğün tamamlayıcısı olma işlevini ve anlamını da taşır. Bu noktada Güz Buluşmaları kitabında yer alan öykülerde bazı ortak temalar, izler ve duyarlılık kendini gösterir. r Mustafa GÜNAY azmi Bayrı’nın öykülerinde bulunan şiirsellik, Güz Buluşmaları’nda epigraf olarak seçilen Kavafis’in ünlü “Şehir” şiirinin dizeleriyle daha kitaba başlamadan kendini hissettirir: “…Aklım daha nice kalacak bu çorak ülkede/ Nereye çevirsem gözlerimi, nereye baksam/ hayatımın kara yıkıntıları çıkıyor karşıma/ yıllarıma kıydığım, boşa harcadığım…” Bu dizelerin seçilmesi, hem öykülerin dayandığı poetik bir zemine işaret eder hem de öykücünün baktığı ve baktığı şeyleri bizim de gözümüzün önüne getirmemize yardımcı olur. linç ve gönül süzgecinden geçirilmesiyle de kaleme alındığı anlaşılıyor. Bayrı’nın öykülerinde acılı ve trajik yaşantıların, bu yaşantıların özneleriyle sınırlı bir durumdan çıkarak genel bir insani durum ve yaşama deneyimine dönüşerek dile getirildiği söylenebilir. İnsana ve hayata bakan öykücü, bu noktada göz ile dil arasında kurduğu estetik bağıntılarla, yaşanılsa da dilini bulamamış, sessizliğe terk edilmiş olan şeyleri ortaya koyar. Bayrı, belki çoğu insanın yaşadığı ama dönüp bakmadığı, baktığı ama görmezden geldiği, gördüğü ama bu kez de ifade etmek istemediği şeyleri harmanlayarak öykülerini inşa eden bir tutum sergiler. Çocukluğumda terk edilmişliğim gelir aklıma… Çocuğunu uzun süre bırakıp giden anne geri dönse bile çocuğun gözünde aynı anne değildir… Elinden oyuncağı alınmış çocuk, elinden annesi alınmış çocuk kadar şanssız değildir… ”(s. 26). Önyargılar ve çeşitli söylentiler yalnızca kız çocukları hakkında değil, erkek çocukları için de söz konusu. Bayrı’nın “Sünnetliymiş” ve “Sünnet” öyküleri, özellikle erkek çocuklarının, nasıl bir toplumsal ve kültürel baskı altında bulunduklarını vurgulayan ve geleneklerin bireyin özgür varoluşuna olanak bırakmadığını ortaya koyan öyküler. “Sünnet” öyküsü, etkileyici konusu ve anlatım tarzıyla filme dönüştürülmesi gereken bir öykü olarak göründü gözüme. Öykünün öznesi Şemsi’nin Suriye’ye gitmesiyle biten öyküde yer alan önemli bir husus da, Bayrı’nın hayvanlar ile insanlar arasında kurduğu etkileyici koşutluklardır. Yıllarca çalıştırıldığı çiftlikten alınıp, yaşlandığı için ölüme terk edilen atın durumu ile Şemsi’nin kendi durumu(hali) arasında kurduğu koşutluk, her şeyi metalaştıran ve sömü ren ekonomik sistemin acımasız yüzüne dikkati çeker. Bir zamanlar çiftlikte herkesin gözdesi olan at, acımasızca ölüme terk edilir. Kuvvetli iken özenle bakılan at, kış günü aç kurtlara yem edilir. Şemsi atın gözlerindeki hüznü hisseder ve şöyle düşünür: “Benim boğuntulu günlerimdeki acının daha beterini yaşıyor olmalı. Hüzün akıyor gözlerinden… ‘Onu çiftliğe geri mi götürsem acaba? Bugüne kadar süregelen bir geleneğe karşı mı çıksam?’ diye düşünüyordu Şemsi” (s. 93). Yine aynı öyküde, bu kez Hüseyin Ağa’nın, göç eden kuşlara bakarken, kuşlar ile insanın ölümlü bir varlık olmasını ilişkilendirmesi de, varoluşsal bir soruna işaret eder. “Kuşlar göç ediyor. Kim bilir kaçı ölecek bu göçte… Bir gün biz de onlar gibi göçüp gideceğiz bu dünyadan. Hem gidip de bir daha geri dönmeyeceğiz…” (s. 95). İRONİK BİR ÇAĞRI Kitaba adını veren “Güz Buluşmaları” öyküsünde, Bayrı’nın daha önceki öykülerinde de karşılaştığımız otel temasını, insanmekân ilişkilerini görürüz. Ama bu kez öyküde, insanın kaybettiklerini umutsuzca arayışının bir sonu olmadığı düşüncesinin belirgin olduğunu saptarız. Bu noktada Bayrı, “han” metaforuna dayanarak insanın hayatla ilişkisini, varoluşunu sürdürme çabasını ortaya koyar. Bir arayışlar ve kaybedişler süreci ve serüveni olarak hayata bakan insan, kendi içinde bir mekân inşa etmeye, kaybedip bulamadıklarının eksikliğini ve acısını dile getirmeye yönelir. Gerçek yaşamda ve imgelemde söz konusu karşılaşmalar ve buluşmalar, bir ömrün acılarına ve yaralarına karşı bir teselli bulma çabasının görünümleri. Bu noktada Bayrı’nın öykülerinde gerçeklik ile imgelem, yaşanan ile düşlenen ve düşünülen, dün ile bugün, çocukluk ile yetişkinlik iç içe geçer. Bayrı’nın öykülerinde gerçekliğin boğucu, belirlenimci koşullarından imgelemin hayallerine ve özgürleştirici metaforlarına ince bir çizgiden geçilir. Kişinin yaşantıları ile bu yaşama deneyimlerinin değerlendirilmesi ve iç dünyada damıtılması arasında belirsiz bir sınır bulunur. Bayrı’nın öyküleri, ayrılıklar ile buluşmalar, acılar ile özlemler, kayıplar ile arayışlar arasındaki sınırlara odaklanır. Söz konusu sınırlar, hayat ve ölüm, var olma ile yok olma arasındaki sınır boylarına kadar uzanarak hayata bakış açımızı gözden geçirmeye ve Kavafis’in şiirindeki gibi göz ve dil arasındaki içsel sınırları geçerek bir ömrün hesabını vermeye çağırır. “Kuramcı Şair” öyküsü başta olmak üzere, birçok öyküde de yer alan özneler, sanatedebiyat dünyasının çarpıklıklarını ortaya koyar. Öykünün aynasına yansıyan şair, yazar ve ressam yüzleri, aynı zamanda bir yüzleşmeye ve hesaplaşmaya yönelik ironik bir çağrı. İnsanı insanla, yaşadıklarıyla ve yaşamak istedikleriyle buluşturan bu öyküler, şiir ve öykünün iç içe geçtiği anlatımıyla herkese hem benzer hem de çok farklı şeyler söyleyecektir diye düşünüyorum. n Güz Buluşmaları/ Nazmi Bayrı/ Broy Yayınları/ 112 s. 2 0 1 5 n S A Y F A 1 9 N EDEBİYAT DÜNYASINA ELEŞTİRİLER Bayrı’nın bir öykücü olarak gözleri nereye bakar, neleri kimleri görür, gördüklerini nasıl ifade eder? Göz ve dil arasındaki bağıntı nasıl kurulur? Bu sorular aynı zamanda sanatsal, edebi yaratıcılık sürecinin gidişatı ve ortaya çıkan ürünlerin nitelikleriyle ilgili sorulardır. Söz konusu sorular, yazarın hayata ve insana nereden, hangi pencereden baktığıyla ve benimsediği değerlerle ve dayandığı yaşama deneyimleriyle de ilişkili. Bu noktada hayattan alınan bazı öykülerin, yalnızca belli bir yaşanmışlıkla değil, aynı zamanda yaşanmışlığın biC U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I GÖZE ÇARPAN ÖZELLİKLER Çocuklar ve çocukluk, kadın ve erkek ilişkileri, kadının kurtulamadığı şiddet ve bin türlü halleri, sanat ve edebiyat dünyasında yer alan özneler ve onların kişilikleri ve birbirleriyle ilişkileri, öykülerin başlıca tema ve kişileri durumunda. Yazar da bir özne olarak öykülerde sıkça yer alır. Öyküyü yazan öznenin öyküde yer alması da nedensiz değil. Sanat ve edebiyat dünyasının içinde bulunduğu duruma yönelik bir eleştiri ve ironi, belirgin biçimde. Biraz önce değinilen Kavafis’in şiirinde de söz edildiği gibi, insan yaşamındaki yıkımlar, yıkıntılar, kayıplar, arayışlar ve geçmişe dönük sorgulamalar da Bayrı’nın öykülerinde göze çarpan temel özellikler. Bayrı’nın çocukluğu konu edinen öykülerinde, kız çocuklarının karşı karşıya kaldığı cinsiyete dayalı ayrımcılığın altını çizmesi önemli. “Anneme Selam Söyleyin Uçaklar” öyküsü, annesinden uzakta büyüyen bir kız çocuğunun sosyalekonomik sorunlar kadar, cinsiyete dayanan anlayışların da çocuğun içi dünyasını etkilediğini ifade eder. Öyküde geçen şu cümleler, kız çocuğunun yaşadığı acıyı dile getirir: “Beni terk edip giden anneyi bulamadım hâlâ… Vedalaşmalardan nefret Kitaba adını veren “Güz Buluşmaları” öyküsünde, Bayrı’nın ederim… Benden uzakladaha önceki öykülerinde de karşılaştığımız otel temasını, şan birisiyle kavga ederim. insanmekân ilişkilerini görürüz. 1306 2 6 Ş U B A T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle