Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kemal Ateş'ten "Neşter ve Madalya” ‘Romanın arka planında Demokrat Partili yılları anlattım’ “Neşter ve Madalya” kapağında şu sözle sunuluyor okura: “Edebiyatımızı olimpiyat ateşiyle ışıtan ilk roman… Edebiyatta spor konusuna baktığımızda, aslında yalnız olimpiyatlar değil, sporun başka alanları, başka etkinlikleri de pek yansımadı edebiyatımıza. Yalnız güreşin değil, çok sevdiğimiz futbolun, basketbolun da edebiyatta yeri yok. Edebiyat insanın olduğu her yerde olmalıydı oysa.” Neşter ve Madalya, sporedebiyat ilişkisi açısından da epey tartışılacak bir roman gibi görünüyor. Kemal Ateş’le kitabını konuştuk. r Can GAZALCI nce neden ağırlıklı olarak 1948 Londra ve 1960 Roma Olimpiyatları? Bu iki olimpiyat spor tarihimizde hâlâ aşılamamış iki büyük başarı, öyle görünüyor ki bundan sonra kolay kolay da aşılamayacak. 1948 Londra ve 1960 Roma iki ayrı kuşağın ama birbirine yakın, birbirini var eden iki kuşağın başarısı. Bir zamanlar Yaşar Doğular, Celal Atikler birer kahraman gibiydi ülkemizde. Yazık ki unutuldular. Şair Metin Altıok, bu unutulmaya, bu vefasızlığa karşı bir yazısında, “Hangi kör kuyuda Celal Atik?” diye isyan eder. Dünya sporunda Muhammed Ali Clay neyse Celal Atikl’er, Yaşar Doğu’lar da o. Ancak biri Amerikalı, hakkında sayısız film yapıldı, bir sürü kitap yazıldı. Oysa Celal Atik’le, Yaşar Doğu’yla ya da ötekilerle ilgili edebiyat değeri olan, bırakın edebiyatı, kitap değeri taşıyan kitaplar yok, kitapçılarda yıllardır görmedim, göremedim. Bazı belediyelerin, valiliklerin çabalarıyla acemice yazılmış, kitap dünyasında yer bulamamış, ciddi yayınevlerinin ilgi göstermediği biyografiler ya da derlemeler var sadece. KÖY ENSTİTÜSÜNDEN YETİŞEN ŞAMPİYON... İnsanların güreşe ilgi duymadığı bir dönemde, böyle bir konuya girmek biraz cesaret ister, riskli bir konu bir bakıma. Yazmaya başlarken böyle kaygılarınız oldu mu? Yaklaşık 400 sayfalık romanda, S A Y F A 1 8 n 2 6 “1948 Londra ve 1960 Roma Olimpiyatlarındaki başarı, birbirini var eden iki kuşağın başarısı. Bir zamanlar Yaşar Doğular, Celal Atikler birer kahraman gibiydi ülkemizde. Yazık ki unutuldular” diyor Kemal Ateş. Ö sanırım güreşlerin anlatıldığı bölümler toplam 40 sayfayı geçmez. Romandaki olaylar, anlatılan çevre, spor salonlarıyla ve ter kokan minderlerle sınırlı kalmadı. Soyunma odasındaki bir ayna bile benim olayları spor salonlarından dışarı çıkarmama yetti. Romanda anlatılan çevrelere gelince çok farklı yerlerde, mekânlarda geçiyor olaylar. Yeşilçam, İzmir Şehir Tiyatrosu, Kızılçullu Köy Enstitüsü, Ankara gazinoları, pavyonlar, kamplar, sporcu kahvehaneleri vb. Ayrıca anlattığınız kişiler gerçek ve hepsi de sporcu değil. Sporcular dışında, örneğin kimler var? Romanın arka planında Demokrat Partili yılları anlattım. Ünlü şampiyonlarımızdan biri, bir iki yıl kadar gazinoculuk da yapar, Menderes’in fedaisi diye bilinen o zamanın gazinocular kralı Gazi Avşar’la iş ortağı olur. Gazi Avşar adı Demokrat Parti döneminde çok önemli, Yassıada’da milis kuvveti kurmakla suçlanır, kazancının hesabı sorulur. Papelcilikten gelen bir insanın DP döneminde birden 78 gazinonun sahibi olması, bunun hikâyesi, bir bakıma bizde çok partili hayata geçişin de hikâyesi. Ayrıca Ankara’da gazinopavyon hayatını başlatan, ünlü keman sanatçısı Naci Tektel, buralarda fedai olarak işe başlayan basketbolcu Hüseyin Alp, Zeki Müren’le oynadığı Berduş filminden bildiğimiz Deniz Tanyeli, ilk güreşçi filmini çeviren Esat Özgül’ün öyküsü de yer buldu romanımda. Ardından 27 Mayıs İhtilali, bunun spor dünyasındaki etkileri… Şunu söyleyeyim ki anlattığım güreşler eski pehlivan tefrikalarındaki gibi uydurma değil, yorucu ve titiz bir çalışmayla fotoğrafları inceleyerek o maçların nasıl geçtiğini doğru olarak saptadım ve anlattım. Köy Enstitülerinden yetişen bir şampiyonun hikâyesi de var romanda. Doğrusu ben bu okullardan bir olimpiyat şampiyonu yetiştiğini bilmiyordum… Siz değil, bu çevreleri iyi bilen kişiler Ş U B A T 2 0 1 5 de bilmiyordu, hiç üzerinde durulmadı nedense, Köy Enstitülerinden yetişmiş ilk ve tek şampiyon Ahmet Bilek. Köy enstitülerini temsil eden dernekler, dernek yöneticileri de bilmiyordu. Ben dört yıl önce “Olimpiyat Kürsüsünde Bir Köy Enstitülü” diye bir yazı yazdım, hem spor çevrelerine hem de Köy Enstitüsüyle ilgili, eğitimle ilgili yöneticilere anlattım, ondan sonra bir iki kişinin ilgisini çektiğini gördüm. Onun öyküsü beni Kızılçullu’ya götürdü. “BİR ROMANI KURGULARKEN PARÇALARI BİR ARAYA GETİRMEK KOLAY OLMAZ” Yeşilçam’ın ilk dönemlerinde adını duyurmuş bir yönetmen Esat Özgül… Herkesin öldü sandığı Esat Özgül’e ulaşmanız ayrı bir çaba gerektirmiş, romanın girişinden öyle anlaşılıyor. Bıkmadan, usanmadan bu yönetmeni aradığınıza göre, romanınıza önemli katkılar sağlayacağını düşündünüz herhalde. Böyle araştırmaya dayalı romanlarda, hevesiniz hemen geçmeyecek, bıkmayacaksınız, yılmayacaksınız. Tanıyanlar öldü dese de iyi ki aramışım Esat Özgül’ü. Beklediğimden daha çok katkısı oldu. Bir yıl kadar yazıştık, onun yazdıkları ve verdiği bilgiler, yorumları bir paralel kurgu içinde romana ayrı bir zenginlik getirdi. Örneğin, onunla yazışmalarım olmasaydı, güreşin modern zamanlarını anlattığım roman içine bir Koca Yusuf’un hikâyesini sokamazdım. On beş şampiyonun ve ötekilerin öyküsüne aynı roman kurgusu içinde yer vermek sizi zorlamadı mı? Durumumu size şöyle anlatayım. Çocukluğumda yazın harçlığımı çıkarmak için çeşitli işler yapardım. Eskiden çakmaklar benzinliydi, çakmaklara benzin satan çocuklar vardı, onlara özendim, bu iş çok kolay göründü. Bir şişeye benzin koyup kahveleri dolaşmaya başladım. Önce basit, muhtar çakmağı dedikleri çakmakların benzin deposunu açıp kolayca doldurdum. Ama bir yerde tavla oynayan bir adam önüme hayatımda hiç görmediğim bir çakmak koydu, oyununa döndü. Pırıl pırıl, mücevher gibi bir şey. Gözüm adamda, deposunu bulabilmek için parça parça ettim, neyse sonunda depoyu buldum. Ancak o parçaları bir araya getirirken terler bastı beni, bir türlü yerli yerine getiremiyorum, eyvah adamın çakmağını bozdum galiba, dedim. Sahibi tavladan başını çevirmiyor bile... Sonunda parçaları bir araya getirip adamın çakmağını teslim edince, derin bir soluk aldım. Bir romanı kurgularken çoğu yazar o çocuğun yaşadığını yaşar, elinizin altındaki parçaları bir araya getirmek kolay olmaz. Ben o çocuk gibi, epey zorlansam da parçaları bir araya getirdim sonunda, derin bir soluk aldım ve o büyük efsaneleri anlatmaktan mutluyum şimdi. n Neşter ve Madalya/ Kemal Ateş/ Destek Yayınevi/ 432 s. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1306