02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SEZGİN KAYMAZ’DAN “SON ŞÛR” ‘Ne mutlak adalet var ne de adaletsizlik’ TÜREY KÖSE [email protected] Sevinç Kuşları sınırları aşan aşk, şefkat, ve vicdan masalları üçlemesi. “Deccal’in Hatırı” acayip aşkların romanıydı, “Kısas” kötülüğün ve hesaplaşmaların. Üçlemenin son kitabı “Son Şurâ” da yine aşkın ve kesilen son raconların... dır çünkü: TAHAMMÜL. İş oraya varıp dayanma gücünü zorlamaya başladı mı sevgi falan kalmaz ortada. Deneyelim. Çiçek seviyorsunuz diyelim... Her gün bir kamyon çiçek getirip yığayım evinizin orta yerine. Bakalım ne oluyor ve bir de sebebi vardır sevginin. Yani Ü çlemenin son kitabını beklerken araya Bakele girdi. Bir “öykü” arası mı verdiniz? Belli bir yazma disiplinim yok. Bir taraftan Sevinç Kuşları’yla cebelleşiyordum, bir taraftan eşe dosta ikramlık (okumalık) hikâyeler yolluyordum mektupla filan. Aa, bir baktım kitap kadar olmuş yolladıklarım. O ara da April’e yeni geçmiştim, eli boş geçmeyeyim dedim. n Kahramanlarınız eşcinseller, sokak çocukları, “deli” doktorlar, “yüz bin çeşit fobiden” mustarip kadınlar, mafyacılar, engelliler. Hatta, hikâyeye dâhil olan kedi ve köpekler bile pis, topal, çirkin... Genel geçer sevgi, aşk anlayışımızın ne kadar “steril” olduğunu, bu kavramların nasıl da estetize edildiğini düşündürüyorsunuz. Belki de bu kavramları tersinden yüceltiyorsunuz. Görme biçimimizi sorguluyorsunuz. Katılır mısınız? n Katılırım tabii. Aşkın tutkuyla, şiddetli isteme hâliyle özdeşleştirilmeye çalışıldığını görüp üzülüyorum. Bu konuda ciddi ciddi yazılmış makaleler okudum: “Aşk gelir geçer, kalıcı olan sevgidir, saygıdır...” falan. Altına da bir dipnot düşüp “Mühim olan, komandit şirket ortaklarının hisselerine düşen üleş payına saygı göstermesidir” deseler tam olacak. Oysa sevgidir gelip geçen. Aşk dediğin şey geldi de geçtiyse bil ki o zaten aşk değildi de ondan. Sevgiydi veya saygıydı veya beğenme veya çok büyük bir şiddetle istemeydi... İnsanları sadece sevgi perspektifinden görerek köre, topala, şişmana, buruşuğa, kirliye, pise, kötü kokuluya, marjinale, çirkine, gözleri şaşıya, kafası yamuğa, ağzı salyalıya, inatçıya, kötü huyluya gözlerinin içine baka baka sarsılmaz bir sevgi duy bakalım. Kronometre tutuyorum. Hadi duy. herifin bile sevdiği bir şey vardır. Tutar tabancasını sever mesela, babasını sever, eniştesini sever, annesini sever, onu sever bunu sever; hiçbir şeyi sevemese bile kendini sever veya. Sonra ondan vazgeçer, gidip başka bir şeyi (kimseyi) sever. Sevginin bir sınırı var Ondan dolayı olan bir şey. Onun seni rahatsız etmeyen, okşayan, gıdıklayan, sana güzel, hoş gelen, yüce gelen bir şeyinden, bir özelliğinden dolayı seversin Onu. Senden dolayı sevgi olmaz, Ondan dolayı olur. Seni, başlangıçta Onu sevmeye yönlendiren şey azalmaya veya tahammül edemeyeceğin kadar çoğalıp gına getirtmeye başladı mı, geçmiş olsun; bitmiştir sevgi. Aşk ise apayrıdır. Onunla, Onun duygularıyla uzak yakın alâkası yoktur; tamamı senden dolayıdır aşkın. Kendinden vazgeçemeyeceğin için aşkından da vazgeçemezsin. Sen sana fazla gelemeyeceğin, sen senin tahammül sınırlarını zorlayamayacağın, sen senden çıkıp gidemeyeceğin için bir kere âşık olduysan hep âşık kalırsın. n Toplumu “normal” paydasında hizaya sokma yaklaşımından hazzetmediğinizi biliyoruz. Zila’nın evi “GMK 133/1” için “Nuh’un Gemisi” demiştiniz. Gemi dışında hayat var mı “normal” görülmeyenlere? n “Hoşgörü” denen şey, aslında nasırına, gözünden yaş, kulaklarından duman çıkartıncaya kadar basanlara karşı icat edilmiş bir şey. Tanrısal bu yüzden. Bu coğrafyada üzülerek görüyoruz ki onun da ağzı yüzü çarpıtılmış, eciş bücüş bir şeye döndürülmüş. Nasırına basana kafayı gömersin de misâl, çorbayı höpürdeterek içen ihtiyar babanı, eh, hoş görürsün. Kalkıp masadan gidersin meselâ veya onun duymayacağını düşündüğün bir sesle homurdanırsın ama itip kakmadın, kâseyi kafasına geçirmedin ya, “Hoş gördük” dersin. Oysa tahammüldür bu. İhtiyar babanı sevmez misin? Altına etse de seversin. Ama bu değil. Hoşgörü, adı üstünde, “hoş”, yani “iyi”, “güzel”, “senin kadar aziz”, yani “canına yakın” görebilmektir karşındakini. Senin “normallerinle” yargılamamak, senin istediğin gibi değil diye hor görmemek, hadi bir adım daha yaklaşalım Tanrısallığa, senin istediğin gibi olmasını istemekten dahi kaçınmaktır. Budur hoşgörü. Bunun haricindeki her duygu tahammüle girer. Kalkar gidersin olur biter, kapıyı gösterirsin olur biter, kafayı gömersin olur biter. Sizce var mı Nuh’un Gemisi dışında hayat? Bence yok. Bu ülkede hiç olmadı. “BENİM UMUDUM UZAYLILARDA” n Sevdiklerinizi hep “en sevdiğine” emanet edersiniz. İrfan’ı Zila’ya emanet ettiniz üçlemede. Zila karakteri okurun vicdanı mı biraz? Hayata karşı kendi raconunu kesen... n Zila bence bizim varlık denklemimize keskin bir bakış. Oradan bakıyor kadın ve “Uzatma!” diyor bütün doğallığıyla. “Sende sevgi bile yok. Aşk nasıl olsun?” Ama bu kuru kabuk hâlimizi de hoşgörüyor; kendisi “SEVGİNİN BİR SINIRI VAR: TAHAMMÜL” n Zila’nın İrfan’a duyduğuna da “sevgi” değil, “aşk” diyorsunuz... n Çünkü o öyle. Sevgi ille de olur insanın hayatında. Gördüğünüz göreceğiniz en suratsız, en kötücül, en nemrut NECATİ SAVAŞ “Aşkın tutkuyla, şiddetli isteme hâliyle özdeşleştirilmeye çalışıldığını görüp üzülüyorum.” >> 16 12 Kasım 2015 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle