20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] MÁRQUEZ’İ TÜRKİYE’DEN OKUMAK2 Márquez; bir yazı yalvacı... Márquez, gündelik olayları, bunların güncel yansımalarını ekonomik, sınıfsal artalanlarıyla birlikte alıyor hep. Bakıyoruz halkın politikaya soyunmasını, kendi yazgısına yönelik kararlar almasını engellemek amacıyla kurulu düzenin bekçiliğini yapan diktatörler, ülkenin bütün kaynaklarına el atıp her yola başvurarak bunu sağlamaya çalışıyor… árquez’in Türkçede yüz binler olarak dillendirilebilecek okur kitlesi bulunduğu biliniyor. Bu saptamadan kalkarak bizim yazarlarımızın da Kolombiya’da, Meksika’da ya da Karayipler’de Latin Amerika’nın öteki herhangi ülkesinde bu ölçüde okura ulaştığı savlanabilir mi peki? Konuyla ilgili veri bulunmamakla birlikte elimde, buna olumlu yanıt vermek olanaksız geliyor bana. Türkçedeki Márquez’in bu denli çok sevilmesinin, adeta bizim çoksatar yazarlarımızla yarışırcasına popülerleşmesinin üzerinde sıkı sıkıya durulması gerekiyor o halde. Márquez’in dilimizde olduğu kadar başka başka dillerde de büyüsünü korumasının, okunurluğunu sürdürmesinin gizi nedir, nerededir dersiniz? Bunu, gazeteci Jésus Ceberio’nun, Kırmızı Pazartesi’de yer alan “Bu kadar Latin Amerika’ya özgü bir romanla öteki kıtalarda kazandığınız başarının nedenini açıklayabilir misiniz?” sorusuna, Márquez’in verdiği yanıtta aramaya girişmek belki de en doğrusu: “Bunu ‘gerçek’ kavramında yanılmayışıma ve Latin Amerika gerçeğini herkesi etkileyebilecek bir içtenlikle yorumlayışıma borçluyum. Bu da, küçük bir Alman kasabasında yaşayan ve kendi diline çevrilen kitaplarımı okuyan, anlattığım öykünün kendi köyünün bir öyküsü olduğunu bana yazan kadından mektup almak gibi sürprizli sonuçlar doğuruyor.” (8) Söz konusu olguya bir başka söyleşisinde bu kez şöyle yaklaşıyor: “Okur en küçük bir yanlışınızı yakaladığında size olan güvenini yitirir.” Buna göre “Márquez, her ayrıntının, her olayın ne kadar akıldışı, garip olursa olsun, gerçek görünmesine çalışıyor” demek ki… (Cumhuriyet, 13.12.1992) Bunun üzerinde de durulmalı. Bireysel ya da toplumsal, herhangi olguyu, yaşamsal gerçekliği, algılanabilir niteliği üzerinde değerle yazında yeniden kurabilmek, dıştaki gerçekliği anlatırken bunu yazınsal imgelemeyle güçlendirmeye girişmek, sonuçta dıştaki gerçekliğin üzerine çıkan güçle bunu yeniden yaratabilmek, ancak bütün zamanların büyük yazarlarında görülebilecek, salt onlara özgü yeti olmalı. Bizde de şairler, yazarlar arasında böylesi örnekler yok değil, ama Márquez’in Don Kişot evrenselliğine sahip açılım sergilediği öylesine ortada ki… Nitekim önemli çevirmenlerinden Seçkin Selvi’nin, onu, “Mayalar’dan, Aztekler’den biriktirilmiş sözlü edebiyatın Anadolu masallarıyla örtüşen ışığı” biçiminde niteleyişini, bu evrenselliğin vurgusu bağlamında almak olası. (Aktaran: Asuman Kafaoğlu Büke; Radikal Kitap, 25.4.2014) Bu sözlerin üzerine, “Kolombiyalı yazarın onun; böylelikle de adeta yeniyetmelik yaşındaki bir delikanlının nabzını tutup buna bakmak… Başlangıçtaki öyküleriyle romanlarında görece belki daha düz anlatıma yaslanan Márquez’in süreç içinde gide gide bütün anlatılarını büyüyle karmaya yönelişinde bu deneyimlerin rolü açık öyleyse. Nitekim 1960’lara geldiğinde Márquez, İyi Kalpli Eréndira’da görüldüğü üzere apaçık uçmaya koyulur artık. Bizde ise kırsala sırt dönülüp kentliliğin yüksek düzeyde dönüştürüme uğratıldığı evredir bu. HERHANGİ ANLATIDAN MÁRQUEZ ANLATISINA… Burada ayraç açarak eklemek gerekiyor: Anlatılan elbette çok önemli. Bir yazarın yaşamla kurduğu, kuracağı bağın niteliğini gösteriyor bu olgu. Ne var ki anlatılan ne olursa olsun anlatı, kendine en uygun biçimle yaratılmak, böylece birbirine geçmiş, tümlenmiş parça ya da vidasomun olmak zorunda. O halde ne denli önemli olursa olsun, anlatacaklarınıza uygun, bunun yerleştirilebileceği zemini seçemezseniz, sonuca da ulaşamazsanız, herhangi somunla buluşturulamamış vida gibi açığa çıkar yavanlık. Biçim de tek başına işe yaramayacaktır kuşkusuz. Hepi topu bir somun, ne yapabilirsiniz, nasıl başarı kazanabilirsiniz o zavallı somunla? Diyelim göz çelici gösterişe sahip somun, örneğin süslü mü süslü bir boncuk, ama o kadar… Böylesi vidayla buluşmadıktan sonra neye yarar?.. Düş, büyü, gerçeküstü, söylen, saçma, sanrı, hayal, kurgu, abartı, mucize, dedikodu, yalan, karabasan, yakıştırma, hem her şey bütün bunları karşılayıp kuşatan bir yapı olarak, hem de hiçbiri bunların… Eğer tapınımdan içeri giriyor, bu adımları izlercesine, biz de katılıyormuş havasında hamurlaşan bir Márquez anlatısında kaybolup gidiyorsak her okuma eylemimizle birlikte, bu, Márquez’in yukarıda örneklediğim vidayla somunu buluşturmasından kaynaklanıyor… Márquez’in başarısı bu buluşmayı sağlamasında yatıyor. Ama öykü, roman, ama masal, şiir, söylen… Bunlarda temel dayanak olarak dedikodu öne çıkarılabilir. Gerçekten de Márquez, her anlatısında büyüyü besleyen önemli damarlar arasında yalan, dedikodu, abartı örgelerinde dikkati çekecek etki yansıtıyor. Bunların sanatsal bağlamda yaratabileceği dinamizm için kıvılcım çakıp itici güç oluşturduğunu bütün verimlerinde gösterebiliyor böylece. Öte yandan Márquez, öykü, roman tüm anlatılarında olayları öylesine hızlı kurgulamaya girişiyor ki, zaman zaman bu dizilişler, baş döndürücü hale geliyor, gerilim yükseldikçe yükseliyor, sonu bilinse bile heyecan artıyor. Ancak yine de bu durum, söz konusu anlatılardan okurun bir kavramsallık tortusu damıtmasını engellemiyor. Diyeceğim, olay dizilişli, hızlı kurgulu, gerilimin doruk yaptığı anlatılarında da Márquez, okurun metni alımlayışını, kavramsallık ağıyla yüz yüze gelişini engelleyecek pürüzleri ortadan kaldırmayı başarıyor. Bu da ister istemez anlatılarda hem hız olgusundan yararlanmanın, hem de buna karşın kavramsallaşmanın önünü açıyor enikonu. Başka yorumlar, çelişkiler bunda rol oynuyor elbette. Çünkü bütün anlatılarını bir ritüeli yeniden yaşarcasına yapılandırdığı görülebiliyor Márquez’in. Bunu gösteren azımsanmayacak sayıda öykü örneklenebilir herhalde. Öyleyse kimi örneklere de yer açarak “Márquez’i Türkiye’den Okumak” dizisini sürdüreceğiz demektir. Ama bundan sonraki yazı için birkaç hafta bekleyeceğiz, Ekimde iki yazıyla yine uğrayacağız Márquez adındaki yazının bu yalvacına, şenlikli şu müthiş büyücüye… n K İ T A P S A Y I 1 2 8 2 M kendisi(nin) de bir efsaneye dönüştü(ğü)” söylenebilir ayrıca. (Cumhuriyet, aynı) Gelin, onun anlatısında gözlenen içyapının nitel, nice değeri üzerine kimi ipuçları yakalamaya girişelim şimdi. BİR ÇALIMCIK DÜŞTEN MÁRQUEZ GERÇEKLİĞİNE… Márquez, gündelik olayları, bunların güncel yansımalarını ekonomik, sınıfsal artalanlarıyla birlikte alıyor hep. Örneğin halkın ağzından birden zenginleşivermiş kişinin gizini öğreniyoruz: “İyi iş doğrusu: Benim partim iktidara geliyor, polis muhaliflerimi ölümle tehdit ediyor, ben de tutup kendi biçtiğim fiyatla onların toprağını, hayvanlarını alıyorum.” (Şer Saati, 49) Bakıyoruz; halkın politikaya soyunmasını, kendi yazgısına yönelik kararlar almasını engellemek amacıyla kurulu düzenin bekçiliğini yapan diktatörler, ülkenin bütün kaynaklarına el atıp her yola başvurarak bunu sağlamaya çalışıyor… Para, güç, bunun etkisi, yoksulluğun çaresizliğiyle beslenen şiddet, anlatı evrenine yayılırken kadın, erkek ilişkilerindeki ilk belirleyenin de bunlar olduğu görülüyor yine. Öykülerden yayılan bu tür duyarlı havanın, sanki baskı altında tutulmuşçasına fışkırıp patladığının da gözlendiği oluyor bir bakıma. İnsan bunları okurken böylesi yoksulların aptallığı ya da kurnazlığının, saflığı veya uyanıklığının, cahilliğiyle dalavereciliğinin bir başka biçemle yansıtılamayacağını düşünüyor elinde olmadan. Sözgelimi başlangıç dönemindeki pek çok öyküsünü, sonraki yıllarda verimleyeceği Yüzyıllık Yalnızlık romanında yeniden karşımızda buluyoruz Márquez’in, daha dizgeli kılınmış halleriyle. Ama ardından başE Y L Ü L 2 0 1 4 ka yapıtlarının da yine aynı şekilde, bu kez Yüzyıllık Yalnızlık’tan beslendiğini ele veren anlatılara dönüşüyor olgu görece. Bunların hiç de şaşırtıcı yan taşımadığı gözden uzak tutulmalı. Bir söyleşisinde dillendirdikleri de bunu destekliyor: “Kolombiya’nın Karayip sahili değişik kültürlerin kesiştiği bir kavşaktır. Bizim evimiz de bütün bu kültürleri yansıtıyordu. Batıl inançlarıyla İspanyol büyükanne, odaları ruhlarla dolduran melez halalar, yerli hizmetçiler ve tarlalardan gelen siyahlar… Okumaya başladığımda ne cadılar, ne uçan halılar, ne de korsanlar şaşırttı beni. Sıra yazmaya geldiğinde, bana düşen, yıllardır dinlediğim bu hikâyeleri sıraya koymaktı yalnızca.” Sonra ekliyor yazar: “Uzun bir zaman, hikâyelerimin kaynağını bilmeden yazdım.” (Cumhuriyet, 13.12.1992) Márquez, sonsuz benzerliklerden, bir örnek yaşam biçimlerinden, eylemlerden, kılgılarından beslenerek, gezginliklerle yabancılıklardan kendince paylar üreterek masasına aldığı yaşamsal verileri işte böyle bir karmaşanın içinden çekip çıkararak onlara kendi yazınsal gerçekliğini kazandırıyor bir bakıma. Dünya görgüsü alabildiğine geniş, bireysel, toplumsal acıları bütün hücrelerinde duyup iliklerine dek yaşayan yazar olarak bunlar Márquez’in çoksesliliğini, çokkültürlülüğünü besleyen temel örgeler elbette. Öyle ya onca ötekileştirici, dışlayıcı toplumsal tutuma karşın onun romanları, hatta öyküleri bu çok kültürlülüğü bir biçimde yaşam biçimine dönüştüren yazarın anlatısal manifestosu gibi de alınabilir. MÁRQUEZ ANLATILARININ ÖLÜ GEZGİNLERİ… Bu yaklaşımın ardından Márquez anlatılarında gözlenen devamlılık, en azından yansıtılan bütünsellik, bağlamlı oluşlarının ötesinde başka bir sürekliliği de imliyor elbet. Gerçekten Márquez’in hem anlatı evrenleri hem de öykü, roman kişileri pek çok anlatısında aynı adla hatta aynı konumla yeniden karşımıza çıkar. Ancak bunlar aynı olsa da kişiler yeniden yapılandırılarak bambaşka evrenlere yerleştirilmiş, evrenler de sanki ilk kez tanıyormuşuz gibi yabancılaşmış görünürler… Bir hırsızı, yargıcı, katili, rahibi, belediye başkanını, albayı, doktoru vb. farklı farklı öykülerde aynı kişilerin uzantısı veya değişkesi konumunda yeniden görmek olanaklıdır bir biçimde. Bu çerçevede onlarca ad sıralanabilir şuracıkta. Hiç kuşku yok ki bu durum, Márquez’e bir yandan anlatılarındaki farklı evrenleri gölgeleyip gizlemesine, öte yandan evrenlerdeki karakterleri yeniden yaratıp biçimlendirmesine, bu arada ölüleri de hizmete koşmasına olanak sağlar. O halde ilk elde 1940’lar sonunda, 50’lerde verimlediği öykülere göz atmak gerekiyor S A Y F A 2 2 n 1 1 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle