20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Orhan Kemal 100 yaşında... sıkıntılara karşın çizgisini hiç değiştirmemiş, aradan geçen yılların getirdiği başarılarla başı dönmemiş, Bursa hapishanesinde haksızlığa uğrayanın yanında bulunan Orhan Kemal ölümünden az önce göğsünü gere gere “İnandığım doğruların adamı oldum, böyle yaşadım, karınca kararınca bu doğruların savaşını daha çok sanatımda yapmaya çalıştım, kursağıma hakkım olmayan bir tek kuruş dahi girmedi” diyebilen Orhan Kemal’le aynı. Onun için dış dünya da bu soylu kişiliği tanımalı diye düşündüm. Ayrıca Türk edebiyatının dünyada hâlâ en çok tanınan ismi olan Nâzım Hikmet’le paylaştığı sevgi ve çektiği mihneti görsünler istedim. Ancak İkinci Dünya Savaşı’na sürüklenilen yıllarda, Türkiye’nin geçirdiği çalkantılar ve Cumhuriyetin kuruluşuyla başlayan, dönemin siyasi tarihi bilinmeden yabancı okuyucuların metne hakkıyla ulaşamayacağını düşündüğüm için kırk beş sayfalık bir giriş yazdım. İki yazarımızın uzun hapis cezalarına mahkum edilmesiyle sonuçlanan davalar hakkında yabancı okuyucuya bilgi vermek gerektiğini düşündüm. Ayrıca Orhan Kemal’in babası Abdülkadir Kemali Bey’in de yabancı okuyucuya tanıtılması gerektiğine inanıyordum çünkü kendisinin siyaset yaşamına karışması ve onu izleyen sürgün yılları inanılmaz bir film senaryosu gibi. Daha da önemlisi önce çocukluk sonra Beyrut yıllarının Orhan Kemal üzerindeki etkisi. “BİZ İŞÇİLER HATIRAN ÖNÜNDE SAYGIYLA EĞİLİYORUZ” Orhan Kemal’in yaşamı yazarlığıyla o kadar iç içe ki adeta yaşadığını yazıyor. En kıyıda köşede kalmış bir karakter bile yazarın günlük yaşamında usanmadan yaptığı gözlemlere dayanır ve onun için de müthiş gerçekçi. Orhan Kemal’in bu gözlemleri usanmadan, sabırla yapması yine insan sevgisinden kaynaklanır. O bu gözlemleri kendisine malzeme çıkarmak için değil küçük insanların kendilerince büyük dünyalarıyla gerçekten ilgilendiği için yapar ve son derece doğal olan anlatımıyla bizi de fark ettirmeden o dünyanın içine çekiverir. Çeviride benim yapmaya çalıştığım da yabancı okuyucuyu dünyamıza çek İflah olmaz bir emekçiydi! Bireyin gerçek mutsuzluk ya da mutluluğunun, içinde yaşadığı toplum düzeninden gelebileceğine inanan, her türlü insanı ve sosyal sınıfı yazan, kendisi de ekmeğinin peşinde mücadele vermiş iflah olmaz bir emekçiydi Orhan Kemal. Çağdaş Türk roman ve öykücülüğünde toplumcu gerçekçilik akımın öncülerindendi. r Gamze AKDEMİR rhan Kemal, her türlü insanı, sosyal sınıfı yazdı. Ona göre toplumun anlamadıkları, toplumu anlamayanlardı. Onun için en çok iyi bildiği kesimleri ele aldı. Zira kendisi de onlardan biriydi; 19321937 arasında Adana’da, pamuk tarlalarında hamallık, çırçır fabrikalarında işçi ve kâtipti. 1943’te ise sebze nakliyecisi ve Verem Savaş Derneği’nde kâtip. Bursa Cezaevi’ndeyken tanıştığı, aydınlanmasının ve yazınının mimarı Nâzım Hikmet’in yönlendirmesiyle şiiri bırakarak öyküyle roman yazarlığına yoğunlaşan Kemal, roman kişilerini yakından tanıdı ve sevdi. Onları hayat şartlarıyla birlikte bütün olarak ele aldı. Ortak bir çevreyi paylaştığı bu dar gelirli insanların, ezilen sınıfların yaşam mücadelesini, sorunlarını konu edindi. “DİYALOG USTASI” Melih Cevdet Anday’ın ifadesiyle “Köftecilerin başında dikilip duran tuhaf köylüler, borç isteyen sarhoş, çevrelerine garip garip bakan işsiz Anadolu çocukları, onun kişileriydi.” Tüm fakir fukara, dar gelirliler, küçük insanlar kahramanı, çevreleri de kitaplarının mekânı oldu bu nedenle. Her milletin “namuslu realistleri”ni sevdi. Bir kelimeyle “insan ve “insanın mutluluğu”nu sanatının baş problemi olarak niteledi. ‘İnsanlığın, insanlık tarafından, insanlık için yönetilme çabası adına sanat’a inandı. Toplumcu dünya görüşünün yanı sıra “gerçekçi edebiyat anlayışı”nın simgelerindendi. Mutlaka birine benzemesi gerekirse, Maksim Gorki’ye benzemek O isterdi. Gorki’nin yanı sıra Panait Israti’den esinlendi. Adana’yı her katmanıyla satırlarına taşıdı. “Bereketli Topraklar”, “Vukuat Var”, “Hanımın Çiftliği”, “Kanlı Topraklar”, “Kaçak”, “Murtaza”, “Gurbet Kuşları” gibi ölümsüz eserlerinde, Çukurova’da pamuk ırgatlarının, çırçır fabrikalarındaki işçilerin sorunlarını işledi, yaşamlarından öyküler damıttı. Büyük toprak sahiplerinin, fabrikatörlerin ve ırgatbaşlarının cephesini de katıksız bir gerçeklik ve dramatik mekti ama bunun için çeviri dışında açıklamalar gerekiyordu. Kitapta Orhan Kemal, Nâzım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları, Taranta Babu gibi şiirlerinden alıntılar ya da onlara göndermeler yapar. Bu şiirlerin gayet yetkin çevirileri olmakla birlikte kitapta geçen bölümleri ben tekrar çevirdim: İki yazarın ortak yaşamının havasına o kadar kendimi kaptırmıştım ki doğal olan yol buydu. Orhan Kemal’in Nâzım Hikmet için yazdığı ve kitabın sonunda yer alan iki şiiri daha önce hiç çevrilmemişti; onları çevirmek bambaşka bir deneyimdi. Nâzım Hikmet bu şiirlerin aslını okuduğu zaman gözleri yaşarır ve Orhan Kemal’i kucaklar. Huzurunuzda ilk kez itiraf ediyorum, aynı şiirlerin çevirisini ben gözyaşları içinde yaptım. Çevirmiyor olsam duygulanırdım kuşkusuz ama o kadarla kalabilirdi. Oysa çeviri demek kendinizi yazarın yerine koyarak onu yaşamanız demektir. İşte Orhan Kemal bana bunu yaşattı. Murtaza, Bereketli Topraklar Üstünde gibi romanların çevirisi ise anlatılan işletmeler, o gün kullanılan tekniklerin artık olmaması nedeniyle teknik terim sıkıntısı niteliğinde zorluklar çıkarıyor. Bir de o günün bazı değerlerini toplumumuz maalesef artık hemen tümüyle kaybetmiş olduğu için çevirmen olarak açmaza düşüyorsunuz. Orhan Kemal’in insanlara, ezilen, itilen bireylere sevgiyle uzandığını söylemiştim. Bu sevgi hiç karşılıksız kalmaz, her kuşaktan okuyucu Orhan Kemal’de kendine hitap eden duygular, deneyimler, izlenimler bulur. Orhan Kemal’in özellikle ölüm yıldönümlerinde gözümün önünde canlanan hepinizin bildiği, acı da olsa burada anmak istediğim ve sanırım görebilseydi Orhan Kemal’i çok duygulandıracak olan bir olay var: Cenazesi Bulgaristan’dan getirilirken karşılamak için yola çıkan işçiler cenazeyi taşıyan minibüse bir yafta asar: “Biz işçiler hatıran önünde saygıyla eğiliyoruz.” Ben de bana dünyasının kapılarını açan üstadı özlemle anıyorum. n Orhan Kemal (Solda), Nâzım Hikmet (Ortada), İbrahim Balaban (Sağda). Bursa Cezaevi’yıllarından bir kare daha. Üstte: Oğlu Işık Öğütçü’yle Altta: Orhan Kemal ailesiyle. Nuriye Öğütçü (Sağda), Işık Öğütçü (Solda) Bursa Cezaevi (1941) Erdal Öz’ün Ankara’daki Gezi Kitabevi’nde imzada. (1967) S A Y F A 1 8 n 1 1 E Y L Ü L 2 0 1 4 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1282
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle