Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kürşat Başar’dan “Yaz” ‘Bu yazdığım en otobiyografik roman’ r Gamze AKDEMİR önemin Larnakası, Türklerin belli bölgelerde tecrit hayatı yaşadığı, silah seslerinin susmadığı, barikatların, aranmaların nefes aldırmadığı bir dönemle başlıyor okuma ve yakın tarihin diğer sancılı dönemleriyle hem çocuk hem yetişkin gözünden devam ediyor. Bir o yitmeyen çocukluk almıyor kalemi eline, bir yetişkin. Hangi ortak reflekslere, değişmezlere sahip o çocuk ve yetişkin? Romanın kahramanı Murat’ın en önemli özelliği çocukluğunu hiç kaybetmemiş olmasında. En acı kayıplarını da, en hüzünlü anlarını da hayatta hep kaybetmiş olmayı da büyük bir saflıkla kabullenmiş görünüyor. Kendisine kurduğu, çocukken küçük kartondan bir kulübedeyken zaman içinde sözcüklerden oluşan bir dünya, gerçeklikle karşılaştığında da onu bir biçimde koruyor. Seçimlerle vazgeçişler arasında kalmışlık hali. Sadece Murat’ta değil diğer roman kişilerinizde ne kadar hakim? Hani lisanı münasiplice bir perdeden de olsa kimse D Kürşat Başar “Yaz”da yakın tarihin kritik bir döneminde dünyaya gelen, birbiri ardına yaşadığı kayıplara rağmen hayata tutunan bir gencin büyüme serüvenini, yüzleşmelerini ve bir yaz mevsimi yaşadığı sarsıcı aşkı, arka planda hızla yitip giden İstanbul’u yerleştirerek anlatıyor. kimsenin gözünün yaşına en çok neden bakmıyor? Herkes paşa paşa kendi hayatını ne kadar tesis etme derdinde? Evet, öteki romanlarda da bu tema var. Çoğu kez, kendi istedikleriyle hayalleriyle gerçek arasında sıkışmış kahramanlar. Neden en çok istediklerini değil de başkalarının dayattığını yapmaları gerektiğini bir türlü anlamıyorlar. Bazen birçok şeyi göze alıp yine de istediklerinin, hayallerinin peşinden gidiyorlar. “Paşa paşa kendi hayatını tesis” edebilecek kadar elbette akıllılar. Ama bunu yaparlarsa mutlu olamayacaklarını biliyorlar. “Başucumda Müzik”in kahramanı şöyle demişti bir yerde: “Herkes bana gerçeği gör demişti. Beni mutsuz eden gerçeği ne yapayım?” Romanı sarmalayan hüznü sadece başroldeki aşk ile bileştirmek kuşkusuz eksik kalır. Zira fonda gibi görünse de karanlık bir yakın tarihin kişisel ve toplumsal travmalarını da okuyoruz koşutunda.. Bu bağlamda en çok nasıl bir “savaş” ve “savaşım”ın güncesidir de Yaz? Özellikle Murat’ın amcasının ölümünden sonra ortaya çıkan günlükleri, “Kötülükler Ansiklopedisi” bize, binlerce yıllık bir zulüm tarihini anlatıyor aslında. İster Kıbrıs’ta on yıllık bir sürede geçen baskılar, kayıplar, acılar; ister binlerce yıl önceki katliamlar, seri katiller. Murat aslında kaybolup gitmiş babasının, hiç görmediği annesinin ve yitirdiği büyük aşkının yanında hayatın bu karanlık yüzüyle de çok genç yaşta hesaplaşmaya başlıyor. En klişesinden sorarsam Murat’ın ne kadarı sizdir ve bu eşikte roman kurguya ne kadar direnmiştir? Yaz sanırım yazdığım en otobiyografik roman oldu. Belki ben onun gibi kayıplar yaşamadım, o kadar yalnız bir çocuk da değildim. Ama ruh hali olarak hayata bakış olarak fazlasıyla benden izler taşıyor. Ayrıca amca, nene, dayı karakterlerinde de romanın geçtiği mekânlar ve zamanlarda da benim hayatımla benzerlikler taşıyor. Ama belki en çok yazıyla ilişkisi, kurgu ve hayat, hayal ve gerçek arasındaki belirsiz alanda yaşadıkları ve düşündükleriyle bana benziyor. AmcaneneMurat ve sonraları da dayı demişken. Son soruda nasıl bir kolektif romanın zamansallığında? Eğer dikkat ederseniz, aslında hepsi bir zorunlulukla, ister istemez biraraya geliyorlar. Onları biraraya getiren aslında akrabalık bağlarından çok rastlantılar ve hayatın onları sürüklediği yer. Bir anlamda aralarında belki kendilerinin de farkında olmadığı bir benzerlik var. Hepsi hayatın içinde farklı bir yerde duruyor ya da kendilerine özel bir dünya kurmaya çalışıyor. n gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Yaz/ Kürşat Başar/ Everest Yayınları/ 328 s. Kendisinden başka hiç kimseyi düşünmeyen ve tek hedefi bankanın CEO’su olmak olan Mehmet ise sonunda pasif bir görevle yurt dışına gönderilir. Romanda krizin nedenleri, krizin getirdiği ve götüreceği, geleceği herkesten önce gören, MatBank yönetim Kurulu Başkanı Şahbaz’ın ağzından aktarılır: “Neoliberalizmde sosyal devlet yok, üretim yok, para ekonomisi var. Paradan para kazanmak var. Herkes daha fazla tüketsin var. Kişilik demek kredi kartları demek.” Sonunda Şahbaz’ın tüm öngörüleri gerçekleşir. AKP tek başına iktidara gelir. “Büyük Ortadoğu Projesi” diye bir şeyden konuşulmaya başlanır. “Ilımlı İslam” diye önceden hiç duyulmayan bir tabir sık sık duyulmaya başlar. George W. Bush’un sahneye koyduğu bu büyük oyunla birlikte, ülkemizde artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır: “2014’ün haziran ayındayız. Türkiye’de kutuplaşma, toplumsal teraziyi sarsacak boyutlarda. Her konuda ortak akıl sıfırlanmış ve intikamcılık ön planda. Cumhuriyetin ilkeleri hakkında ciddi fikir ayrılıkları söz konusu. Kalitesizleşme, Ortadoğu ülkesi haline dönüşme, muhafazakârlaşma değişimin en büyük özellikleri. Gökdelenler, alışveriş merkezleri, ultra lüks mağazalar ve popüler semtlerde açılan içkisiz lokantalar dahil, kültürsüz, lümpen yeni zengin bir güruhla dolup taşmakta.” Karahan, “Abluka” adlı romanında, 2001’deki ekonomik krizden bu yana ne olup bittiğini, halkımızın nasıl kandırıldığını, kamuoyundan saklanmak istenen gerçekleri, her koşulda kârlarına kâr katanları bir senaryo tadında anlatıyor. Umutsuzluğa kapılmadan; korkmadan, eğilip bükülmeden. n Hakan Karahan’dan “Abluka” Büyük oyunu görmek r Orhan TÜLEYLİOĞLU Hakan Karahan “Abluka”da, Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizinin yaşandığı 2001’e götürüyor bizi. Yazar, aynı yılın 19 Şubat günü MGK toplantısında, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Başbakan Bülent Ecevit’e anayasa kitapçığını fırlatmasıyla başlayan, yirmi iki bankayla binlerce şirketin batması ve ilk üç ay içinde on binden fazla bankacının işsiz kalmasıyla süren bu dönemi patronlar, yöneticiler ve işini kaybeden “beyaz yakalılar”ın gözünden aktarıyor. S A Y F A 6 n 7 akan Karakan’ın Abluka’sı araştırmaya, deneyime ve güçlü bir gözleme dayanıyor. Kurgu, “dış mihraklar” tarafından manipüle edilerek ekonomik abluka altına alınıp krize sokulan Türkiye üzerine oynanan oyunlar, düştüğü durum ve bu sürecin insanlarda yarattığı sosyolojik ve psikolojik değişim üzerinden ilerliyor. Yazar romanın hemen başında şunları söylüyor: “İnsanlar özgür olduğunu sanır. Uluslar da. Oysa özgürlük ile tutsaklık, bağımsızlık ile bağımlılık iç içe. Gece buradayken şafak gelir. Şafak buradayken bile aslında gece. Neyin tam olarak ne zaman değiştiğini anlayamayız. Türkiye gibi.” Gerçekten de ekonomik kriz birden bire ülkeye çökmüş, ne olduğunu anlayamadan, pek çok şeyi değiştirmiş, hükümet “dalgalı kur” politikasına geçme kararı almış, ekonomiyi kurtarmak için Kemal Derviş Amerika’dan gelmiş, ülke bilinmeyen bir yöne sürüklenmeye başlamıştı. Romanda olaylar MatHakan Karahan Bank çevresinde gelişiyor. A Ğ U S T O S 2014 H Yazar, yaşayabilmek için tek koşulun zenginlik ama çok zenginlik olduğu bir dünyayla tanıştırıyor bizi. İlkin, MatBank Yönetim Kurulu Başkanı Şahbaz’ı, murahhas azalar Selim ve Fatih kardeşleri, Genel Müdür Mehmet Berksoy’u, yardımcısı Kazım’ı, ünlü haber yapımcısı Yeşim’i, Esra’yı ve Özcan’ı tanıyoruz. Kriz durumunda bile bankayı kâra geçiren Mehmet Berksoy, doğrunun veya yanlışın olmadığı sadece kazananların ve kaybedenlerin olduğu bu dünyanın da simgesi. Güç ve zenginliğe tapıyor, kudret ve para onun için her şey. Bencil, hırslı, kafası çalışıyor. Binlerce çalışanın işine son verirken yardımcısına şunları söylemekten geri kalmıyor: “Kazım Bey, burası Japonya değil, Türkiye. Biz Japon değiliz ki toplum çıkarı için her türlü özveriyi bekleyen bir ahlak anlayışında olalım. Önceliğimiz bankayı kurtarmak.” Aynı zamanda güçlünün yaşadığı, zayıfın öldüğü, kişilik aşınmalarının doruğu; kimin dost kimin düşman olduğu, ortamdaki değişimlerle hemen değişen bir dünya. İşini kaybeden Esra, bambaşka bir yaşama adım atar. Kazım hızla dibe vurur. Yeşim karakteri gereği değişikliklere anında adapte olur. Abluka/ Hakan Karahan/ Kendi Yayını/ 202 s. (İletişim: 0 212 511 53 03) K İ T A P S A Y I 1277 C U M H U R İ Y E T