28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Turgay Fişekçi’den “Bir Yaz Bir Bahar” ‘Yollarda olmak yazmaktan daha güzel’ Kısa bir süre önce yayımlanan “Bir Yaz Bir Bahar”, şiirin yanı sıra gezi kitapları da yazan Turgay Fişekçi’nin bu alandaki son yapıtı. Fişekçi’yle hem gezi türü hem de yollarda olma ya da yolları yazma isteği babında “Bir Yaz Bir Bahar”ı konuştuk. r Şavkar ALTINEL emelde şair olarak tanınıyorsun ama iki de romanın var, Bir Yaz Bir Bahar da üçüncü gezi kitabın. Bu üç tür seni neden çekiyor? Aralarında bir benzerlik görüyor musun? Beni çeken türlerden çok yazı, hatta bütün sanatlar. Elimden gelse beste yapabilmek, çalgı çalabilmek, resim yapabilmek, tiyatro sahnelerine çıkabilmek, film çekebilmek de isterdim. Bütün sanatların gözümde büyük değeri var. Şiirdeki yoğunluğu değişmem yine de ama bütün farklı anlatım yollarına ilgim var. Hepimiz hayatta elimizden geleni yapabiliyoruz. Benim elimden gelenler de bunlar oldu. rindeyse sesini hiç yükseltmiyorsun, anlatım hep yalın kalıyor. Ama okur gene de “İşte dünya bu kadar gerçek ve güzel” diye düşünüyor. Kitaplarında gerçekten yaşayanın böyle “anlar” olduğunun sen de farkında olmalısın ki gezi kitaplarından birisi Unutulmaz Bir Andı Görüp Geçtiğim başlığını taşıyor. Yapıdan çok bir anlık yoğun parıltılara dayalı olmaları açısından ben bu kitapların düzyazıdan çok şiire yakın olduğunu düşünüyorum. Gezi kitaplarında da şair olmaya devam ediyor gibisin. Sen bu konuda ne görüştesin? Şiirde de düzyazıda da “yaşam sahneleri” anlatıyorum aslında. Bu yaşam sahneleri de genellikle fark ettiğimde beni hayran bırakan şeyler oluyor. Özcesi dünyanın ve insanın güzel olması gerektiğine inanıyorum. İnsanda, toplumda ve doğada güzel olan şeylere ilgi duyuyorum. Benim için güzellik genellikle çok sıradan şeyler arasında ortaya çıkıveriyor. Bir yol kenarında zakkumlarla pembeli beyazlı duvarların oluşması beni coşturabiliyor. Zeytin ağaçlarıyla çamların oluşturduğu bir yamaç da öyle, küçük bir kasabanın şarapçı dükkânı da… Yazdıklarım bir “kayda geçme”yse gördüğüm, paylaşmak istediğim güzelliklerin kayda geçirilmesi diyebiliriz. Ve tabii şiirle bir akrabalık varsa, başka bir akrabalık da resimle. Sözünü ettiğim anların her biri bize bir resim sunuyor. Ama tabii kitaplarında yer alan fotoğraflar daha da belirgin bir görsel öğe oluşturuyor. Sence bu ek boyutun işlevi tam olarak ne? T Fotoğraflar metni tamamlıyorsa nasıl tamamlıyor? Olmasalardı eksikliği nasıl belli olurdu? Kitaplarıma koyduğum fotoğraflar, kendi çekimim olduğundan benim için önemli. Metinle bir ilişkisi de var mutlaka. Metni zenginleştireceğini ya da tek başlarına da birer zenginlik olduğunu düşünüyorum. Ama fotoğraflar olmadan da metinlerim yayımlanabilirdi. Metinler kendi iç müziğini ve görüntüsünü taşır çünkü. “EDEBİYATÇILARIN KALEMİNDEN ÇIKANLARI EDEBİYAT ESERİ OLARAK GÖREBİLİRİZ” Senin için türler arasında bir hiyerarşi söz konusu mu? Yalnız Türkiye’de değil dünyanın kalanında da birçok insan geziyi olup bitenleri kayda geçirmenin yeterli olduğu, “yaratıcılık” gerektirmeyen, ikinci dereceden bir tür olarak görüyor. Sen de bu görüşte misin, yoksa gezinin de şiir ya da roman kadar yaratıcı ve edebi olduğunu mu düşünüyorsun? Yaratıcılık bence türlerden çok yazarın kendiyle ilgili bir durum. Yazan yaratıcı biriyse ne yazarsa yazsın yaratıcı bir ürün ortaya çıkıyor. Bir yazının “edebiyat” olma ya da olmama durumu bence ayırıcı unsur. Evliya Çelebi’nin yazdıklarını okuyup da “yaratıcılık” içermediği söylenebilir mi? Her yazdığı, güçlü bir şiir kadar etkileyici geliyor bana. Bu nedenle kabaca da olsa edebiyatçıların kaleminden çıkanları edebiyat eseri, bu tanıma girmeyenleri ise edebiyat dışı olarak görebiliriz. Deminki soruyu sormamın nedeni şu: Yazdığın gezi kitaplarında hemen göze çarpan bir yapı ya da biçimlendirici işlevi olan temalar yok. Bu açıdan bu kitaplar gerçekten de olup bitenleri kayda geçirmekle yetiniyormuş gibi durmuyor değil. Ama tabii aslında bunun çok ötesinde bir şey yapıyor, durmadan hayatın içinden alabildiğine çarpıcı anlar çıkartıp okura sunuyorlar. Türkiye’de sakin bir koyda yüzmenle ya da ay ışığında İtalya’da bir kasabaya girmenle ilgili böyle anlardan söz ederken deyiş yeS A Y F A 4 n 7 “YOLCULUKLARDA KÖTÜ ANILARIM OLSUN İSTEMİYORUM” Biraz da mekânlardan söz edelim. Bu son kitabında yol arkadaşınla birbirinize Amerika’da bir yolculuk yapıp New York’tan Kaliforniya’ya kadar otomobille gitmek istediğinizden söz ediyorsunuz ama gerçekte bütün gezi kitapların Avrupa’yla ilgili. Bence bunun tek nedeni ekonomik olamaz. Birçok yerde hayat Avrupa’ya oranla o kadar ucuz ki yol parasının çok daha fazla olması sonuçta o kadar da büyük bir fark yaratmıyor, başka yerlere de gitmek mümkün. Seni Avrupa’ya bu kadar bağlayan ne? Kendini gerçekten de Amerika ya da Afrika’da yol alırken düşünebiliyor musun? Aslında bu konuda belirleyici unsur, korkak biri olmam. Sözgelimi hâlâ korktuğumdan Bulgaristan’dan geçemiyorum. Yolculuklarda kötü anılarım olsun istemiyorum. O yüzden yolculuklarımı biraz bu duygu belirliyor. Amerika’ya gidip orada kıtayı doğudan batıya otomobil kullanarak geçmeyi uzun yıllardır hayal ediyorum çünkü o doğa bana çekici geliyor ama bir fırsat yaramadım henüz. Bunda sanırım en temel etken böyle bir gezi için “Bütün dünyadaki insanlar, bir aile olup bu bulunmaz gezegenin kalan bir ayı aşkın bir beş milyar yılının tadını çıkaracağız” diyor Turgay Fişekçi. 2 0 1 4 Fotoğraf: Vedat ARIK zaman gerekmesi. Oysa çalıştığım için bu denli uzun tatillerim olmuyor ne yazık ki. Afrika, Asya gibi yerlere ise hiç ilgi duymuyorum. Buralar bana yaşadığım dünyanın dışındaymış gibi geliyor. Arkadaşım Barış Pirhasan, geçenlerde Hindistan’da bir ay geçirdi ve çok olumlu izlenimlerle mutlu döndü ama onun anlattıkları beni hiç etkilemedi. Bir duvar var içimde ama nedenini ben de tam bilmiyorum. Belki oğlak burcu olmamla ilgilidir, yaşadığım toprağa bağlıyım. O zaman Amerika da uzak diyeceksin ama oraya ilişkin yüzlerce film gördüm, yüzlerce roman, öykü okudum, tanıdığımı söyleyebilirim oraları. Bir de gelişebilmiş toplumları seviyorum. Örneğin Almanya’da küçücük köylerde bile fabrikalar, sanayi kuruluşları, işletmeler vardır. Neden böyle olduğunu sözgelimi bizde bütün sanayinin İstanbul çevresine yığılması gibi bir yığılmanın neden olmadığını sorduğumda şöyle bir yanıt aldım: “Çünkü bu insanlarda araştırma, keşif yapma ve buluşlarını toplum hizmetine sunarak paraya dönüştürme yeteneği var. Bu köyden birisi bir buluş yaptığında, işletmesini de kendi köyünde kuruyor, başka yere gitme gereği duymuyor. Tabii, bütün ülkeyle ve dünyayla bağını sağlayan altyapı olanakları da buna elveriyor.” Demokrasisi oturmuş toplumları seviyorum. Bu anlamda Doğu Avrupa ülkeleri de beni hâlâ tedirgin ediyor. Bu toplumların içine düştüğü tüketicilik “özentisi” üzüyor beni. Bu anlamda kendimi dolaşırken en iyi hissettiğim ülkeler Almanya, Yunanistan ve Portekiz. Hiçbir kaygı, çekince taşımadan, babamın eviymiş gibi dolaşabiliyorum bu ülkelerde. İkinci sırada da Avrupa’nın iki büyük kültürü Fransa ve İtalya geliyor. Bu iki ülkeyi de çok seviyorum. Benim gezi dünyam bunlarla sınırlı. Ama bu sözünü ettiğim ülkeler öyle türlü güzelliklerle dolu ki insan yüz kez de gitse aynı yerlere eskitebilmek, tüketebilmek, heyecanını yitirebilmek kolay değil. Kimi zaman küçücük bir bilgi ya da ayrıntı da bir merakın başlangıcını oluşturabiliyor. Örneğin Britannica Ansiklopedisi’nde Sorrento Yarımadası’nın kendine özgü kokusu olan limonları olduğunu okuduğumda bu yöreyi görebilmek, o limonların kokusunu duyabilmek için inanılmaz bir istek duymuştum. Yıllar sonra bu isteğimi yerine getirebildim. Gerçekten de bulunmaz güzelliklerle dolu bir doğa ve yaşama kültürü. Sence hangisi daha güzel; yollarda olmak mı, masa başında olup yolları yazmak mı? Ben hayatın kendisini daha çekici buluyorum. Bu yüzden yollarda olmak bana yazmaktan daha güzel geliyor. Yazmanın amacı aynı heyecanı duyan ya da duyacak insanlar varsa onlarla paylaşmak bu güzellikleri. Aslında bütün sanatların amacı hayatı sanat kadar güzel kılabilmek değil mi? Hayat, sanat kadar güzel olduğunda belki de gerek kalmayacak yazmaya, çizmeye. Bütün dünyadaki insanlar, bir aile olup bu bulunmaz gezegenin kalan beş milyar yılının tadını çıkaracağız. Son olarak da sana yollarda olma ya da yolları yazma isteği veren bir iki gezi kitabının adını paylaşmak ister misin? Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı, Azra Erhat’ın Mavi Anadolu, Uğur Kökden’in Kanallar, Kuğular, Salkımsöğütler, Gürhan Tümer’in Yazılı Yerler, Kemal Burkay’ın, “Ne güzeldir yollarda olmak şimdi” dizesi… n Bir Yaz Bir Bahar/ Turgay Fişekçi/ Sözcükler Yayınları/ 152 s. K İ T A P S A Y I 1277 A Ğ U S T O S C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle