Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Tekin Sönmez’den “Ankara Düşerken Erzurum ve Bardezbaldooruk Ailesi” Benlik Duygusu da varıyor. Yazar soruyor: “Bu romanda ne var?” Yanıt belli: “Eski adı ile Bardez, yeni adı ile ‘Gaziler’ diye anılan beldenin Babil gibi bal kulesi var. Kristal buzdan Bardez kalesi var. Soğanlı Dağları, Kars Platosu, Sarıkamış, Erzurum var.” Var da, yazarın “...dooruk” diye yazdığı; Bardez Kalesi’nin, Soğanlı Dağları’nın, Kars Platosu’nun yeli yükseklerden esen tepeleri mi?.. Neden “doruk” değil de, “dooruk”? Türkçede iki ünlü yan yana gelmez, İsveççede öyle yazıldığından mı “doruk”u “doruk” yazıyor. Başka bir nedeni var mı bunun? Yazar, zengin bir burjuva ailenin birkaç kuşak boyunca geçirdiği değişimi ve çöküşünü anlattığı Thomas Mann’ın “Buddenbrooks” adlı romanına gönderme yapmak için öyle yazmış olabilir mi o sözcüğü? Sönmez’in romanında da kökeni derinlerde olan bir ailenin yükselişleri, darmadağın oluşu, doğumlar, evlenmeler, ölümler ele alındığına göre bu yönde bir yorumun da akla gelmesi yadırganmamalı... “BU ROMANDA NE VAR?” Sönmez, romanında, kurgugerçekfantezişiirsellik tuğlalarını yerli yerine oturtuyor. Yine de soruyor: “Bu romanda ne var?” “Düş gücü ile yola çıkan büyüklük var. Yükseklere tırmanan bir yaşam var. Her şeyden önce bir aile var. Seksen yıl önce yola çıkan yolcunun önünde Ankara var.” Ardından okurun sorusu geliyor: “Düş gücü büyüklüğü bal olup; Bardez Kalesi’nin doruklarından Ankara’nın bozkırına mı akıyor; halaya durmuşçasına kenti kucaklayan Erzurum’un “kar ile boran”ı eksilmeyen dağlarından mı?.. Tekin Sönmez bu romanda derinlerde her an depreşen benlik duygularıyla geliştiriyor olayları. Olaydan olay yaratırken kendini romanın başkişisi Cevval Bey’le özdeşleştirerek gerçekleştiriyor bunu: “Yeni bir yaşama kavuşmuşçasına ne çok da ayrıntılar geliyordu aklına ve bunları durduramıyordu artık. İki ayrı zamanda yaşıyordu ve iki ayrı düzlemde olaylar ha bre çağırıyordu ve tek bedene huzurla sığışmış iki mutlu kişi ya da yapışık ikizi gibi onu istekle çeken yöne dosdoğru, korkusuzca yürüyordu ilk defa ömrü boyunca. Korkusuzca derken, bazı şeyleri görür de görmek istemez göz, bazı şeyleri duyar da duymak istemez kulak, bazı şeyleri hiç anmak istemez beyin.” Yazar, bir bedende ayrı duygularda, ayrı kavrayışta, yaşadıklarını ayrı bakış açısından görüp yorumlayan iki kişilikli bir kahraman yaratmış oluyor. Öyle olduğunu doğruluyor da: “Loş ışıklar altındaki bahçeyi bir an durduğu yerden gözleriyle bir daha taradı. Tek bedene huzurla sığmış iki kişiydi sanki, zihnini çelen yöne doğru korkusuz yürüdü; hayat, yaşama değerinin farkındalığına ne ister, dedi. Kendisi de şaştı bu soruya! Kim o diye, dönüp içindeki kendisine sordu; iki kişi ya.. tek bedene sığışmış iki kişi ya şimdi..” Sönmez’in benlik duygusu soruşturmaları, duyduğu eziklik en çok ablasını anlattığı yerde belirginleşiyor. Etkili bir abla imgesi çizdiği şundan da belli K İ T A P S A Y I 1277 Tekin Sönmez, bu kendine sığmaz insan; hangi ortamda bulunursa bulunsun; toplumların her katmanında, İsveç’te, Berlin’de, Hindistan’da, yeryüzünün herhangi bir noktasında, nice umur verici dinlere, bilginlerin geniş soluklu umutlarına sığınsın; hep o köklü aile ortamının içinde olmuştur. Bu romanda, kendini arsız mutlu çoğunluğun dışına taşırarak kurduğu bir kültür dünyasına yerleştirmiş, orada sessiz ermişlerin yoluna koyulmuştur. r Adnan BİNYAZAR ayım, gençlik yıllarında anne tarafından soyumuzun Kars dolaylarında “Dalmızrakoğulları” ailesine dayandığını söylerdi. Aile adında hem “dal” hem “mızrak” vardı. Çocuk düşlerimde “dal”la “mızrak”ı bir araya getirince gözümün önüne yakışıklılığını dal gibi incecik boyundan alan delikanlılar gelirdi. Oysa annemin babası, Mehmet adı unutulup, “Japon” lakabıyla anılacak denli kısa boyluydu. Ailenin öbür erkeklerinin arasında da boyu 1.70’i aşan yoktu. Ortamın etkisi altında kalarak, köy enstitüsünde öğrenciyken soy sop sevdasına ben de kapılmış, babamın doğduğu Eğin ilçesinde kimlerden olduğumu soruşturmuştum. Kökümüzün “Hacıbakioğulları” ailesine dayandığını öğrenince göğsüme madalya takılmışçasına sevinmiştim. Olaydan 62 yıl sonra yazdığım Kızıl Saçlı Kontes adlı kitabımda yer alan “Eğinli Yenge” adlı öykü o duygunun ürünüdür. Hayatın şifresi, “Ne idim? Neyim? Ne olacağım?” sorusuna verilecek yanıtta gizlidir. Tekin Sönmez’in “Ankara DüS A Y F A 1 2 n 7 D şerken Erzurum ve Bardezbaldooruk Ailesi” adlı romanını okurken hep bu yanıtın içine neler girebileceğini aklımdan geçirdim. Bir yandan da, insanın kökenini arama duygusunun nerelerden kaynaklandığı üzerinde derinlemesine durulması gerektiğini düşündüm. Sönmez’in romanı, özellikle anlatımıyla, bir ailenin doğuşunun, gelişiminin, çöküşünün çağdaş destanı. Tekin Sönmez edebiyat dünyasında şiirleriyle, dergiciliğiyle tanındı. Sesi İsveç’ten, Hindistan’da geliyordu. Bir yıl kadar da Berlin’de yaşadığını duydum. Oralarda neler yaptığını, neler yazdığını iyi izlediğimi söyleyemem. Medyaya yansıdığı kadarıyla, bende bir “tutunamayan” etkisi yaratan Sönmez’in, yazdıklarından, tam tersine çok yere tutunan bir gezgin olduğu anlaşılıyor. Yine de, edebiyat ortamında şiirleriyle, dergiciliğiyle belli bir düzey tutturan bir yazarın, birden ortalıkta görünmez oluşu düşündürücüdür. Stockholm’de bulunduğu yıllarda soyağacına yönelik yazıları okuyunca, onun nerelere tutunarak kişiliğinin özüne vardığını az çok kavradığımı sanıyorum. O yazılarda dile getirdiklerini bir dökümü olan “Ankara Düşerken Erzurum ve Bardezbaldoo2 0 1 4 ruk” adlı romanını okuyunca, uzaklarda da yaşadığında bile duygu dünyasıyla yakınımızda olan ilginç bir kişilikle karşılaştım. Sönmez, sözünü edeceğim romanında soyağacını oluşturan kişileri anlatıyor. Ne tantanalı bir anlatım, ne kuru sözcükler yığını... Doğu’dan mistik derinlikler, Batı’dan beslenen nice filozofun beğeni dünyasından renkler taşıyan işlenmiş bir dil Erzurum’dan Ankara’ya, oradan duygularının durak yeri Bardezbaldooruk’a geçiyor. Soy ağacının köküne tepelerin dorukların Tekin Sönmez bu romanda derinlerde her an depreşen benlik duygularıyla geliştiriyor olayları. A Ğ U S T O S C U M H U R İ Y E T Fotoğraf: Kadir İNCESU