Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
METİN CELÂL Delisi Kız” aracılığıyla filmde olmadığını tahmin ettiğimiz siyasi bir boyut da katmış, Türkiye’nin yakın geçmişindeki darbeler dönemini, darbecilerin ruh hallerini tartışmaya açmış. Postmodern anlatılarda sıkça rastlandığı gibi yazarı da olaylara dahil etmiş. “Şehrazat”ın kahramanları eski Türk filmlerindeki gibi davranmakla kalmıyor onlardaki gibi günümüze göre eski bir dille konuşuyor. Bu da anlatıyı o filmlerin havasına iyice sokuyor. İlk başta garipseseniz de ilerleyen sayfalarda dili benimsiyorsunuz. “Türk sinemasının kayıp filmleri” önemli bir sorun. Birçok filmin kötü koşullarda saklanması nedeniyle yandığı ya da yok olduğu biliniyor. Ama Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Mimar Sinan Üniversitesi Sinema TV Enstitüsü gibi kurumlarda saklananların da niye gösterilmediği, kullanıma açılmadığı sorgulanmalı. Ömer Ayhan romanda bu konuyu da gündeme getirmiş. Bakalım bir acar gazeteci çıkıp “Arşivlerinizdeki filmleri neden göstermiyorsunuz?” diye bu kurumlara soracak mı? PALA HAYRİYE Figen Şakacı “Pala Hayriye”de (2014, İletişim Yay.) 1990’lı yılların siyasi ve ekonomik karmaşası içinde kendi ayakları üzerinde kalıp hayatını kurmak isteyen genç bir kadının yaşadıklarını anlatıyor. Kitaba adını veren Pala Hayriye her şeyiyle dezavantajlı bir durumda karşımıza çıkıyor. Aile baskısından iyice bunalıp evden kaçmış. Parası ve gelir umudu yok. Dış görünümü de umut vermiyor. Pala lakabını açıklarken kendini “kaşıbıyığı gür” diye tanımlıyor. Üzerinde eskiyip solmuş fitilli kadife bir pantolon var, bir sokak çocuğuna benziyor. Üstelik üniversiteyi kazanana kadar mahallesinden pek çıkmamış olsa gerek ki Beyazıt’ın nerede olduğunu bilmeyecek kadar da yaşam cahili. “Artık bir evim yoktu ama bir okulum vardı. Ailemi yeni arkadaşlarımdan kuracak, atanmışlarla değil, seçilmişlerle mutlu mesut yaşayacaktım” diye anlatmaya başlıyor. Hayriye’nin şansı yaver gidiyor. Üniversitede henüz tanıştığı arkadaşları ona dostluk göstermekle kalmıyor evlerini de açıyor. Kuşkusuz bunda dönemin özgürlükçü ruhu da etkili oluyor. Üniversitede ilk karşısına çıkan kişi olan Rüya’nın evden kaçarak ne kadar önemli şeyler gerçekleştirdiğini anlatışını “kadının özgürleşmesi mücadelesinde ilk adımı atmış, cinsel kimliğimin bilincine varmış, birey olmanın onuruna göre hareket etmişim de haberim yokmuş” diye aktarıyor Hayriye. Hayriye önce o dönem yükselmekte olan feminist görüşü savunan öğrencilerle sonra da yine 90’ların başında tekrar silkinmeye çalışan sol çevrelerle tanışıyor. Herkes kendi görüşüne yeni bir militan katma çabasında. Hayriye de hayatta kalma, tüm olumsuzluklara rağmen okulunu bitirme arzusunda. Şehrazat Ömer Ayhan “Şehrazat”ta Yeşilçam’ın kayıp filmlerini bulup meraklılarına satarak geçinen bir gencin “Şehrazat” filminin izini sürerken ölümünü ve bu cinayet sonrasında en yakın arkadaşının katillerin izini sürmesini Türk sinemasının unutulmaz filmlerinin tadında anlatıyor. Figen Şakacı ise “Pala Hayriye”de 1990’lı yılların siyasi ve ekonomik karmaşası içinde kendi ayakları üzerinde kalıp hayatını kurmak isteyen genç bir kadının yaşadıklarına değiniyor. ehrazat, Halit Refiğ’in yönettiği Orhan Günşiray, Leyla Sayar, Nilüfer Aydan ve Önder Somer’in rol aldıkları 1964 yapımı bir film. İnternet sitelerinde filmin konusu “bir lokalde striptiz yapan, ağına düşürdüğü erkekleri öldüren bir hayat kadınının hikâyesi” olarak anlatılıyor. Daha fazla da bilgi yok. Çünkü film kayıp. Halit Refiğ nehir söyleşisinde filmi “kadınların çok hoşlandıkları, ilgi duydukları ve bir yataktan öbür yatağa giden, sevimli, çapkın, maceraperest adam” (Orhan Günşiray) ile “erkekleri ağına düşürüp işini gördükten sonra posasını çöpe atan” bir kadının (Leyla Sayar) mücadeleleri diye anlatmış. Diğer yanda da masum sevgili (Nilüfer Aydan) var. Filmin önemi ise verdiği gizli erotik mesajlardan ve döneme göre cüretkâr sahnelerden (bir kadın oyuncunun göğüslerinin gözükmesi gibi) geliyormuş. Beklenen başarıyı kazanamamış ama bir kült film olarak belleklere kazınmış. (“Sinemada Ulusal Tavır, Halit Refiğ Ş Ömer Ayhan Kitabı”ndan aktaran sinemaansiklopedisi.blogspot.com.tr). Ömer Ayhan “Şehrazat”ta (2014, İletişim Yay.) hem konusu hem de anlatımı ile bu filmden yola çıkıyor. Romanın kahramanı Orhan, Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki eğitimini yarıda bırakmış, Yeşilçam’ın kayıp filmlerini bulup meraklılarına satarak geçiniyor. İyi de para kazanıyor. Okul arkadaşlarından genç güzel sevgilisi İlknur’u terk edip kendisini jigolo gibi kullanan yaşlı ama seksi bir kadın olan Lale Moran’la birlikte olmaya başlamış. İlknur kendisine hâlâ âşık ve umutla bekliyor. Orhan’ın ev arkadaşı Nedim de İlknur’un peşinde ilgisini çekmeye çalışıyor. Eski sinema yazarı Asaf Onur Atasel’in “Şehrazat” filminin kayıp kopyasını bulursa açık çek vereceğini söylemesi ile Orhan’ın başına birçok bela geliyor ve sonunda işkence görüp öldürülmüş olarak bulunuyor. Arkadaşına bu işkenceyi yapanlardan hesap sormaya karar veren Nedim iz sürmeye başlıyor. Önce Orhan’ın bir internet sitesindeki forum alanında tanışıp filmi almak umuduyla buluştuğu “Sinema Delisi Kız” takma adlı genç kızı, Nihan’ı buluyor. Nihan’ın babası, onun bir zamanlar çektirdiği filmlerde anlattıkları ise romanın başka bir boyuta geçmesine neden oluyor. 27 Mayıs’ın yarattığı hava ile en küçük bir fırsatta darbe yapmaya hevesli subayları tanıyor, darbe yapıp Türkiye’nin yönetimini ele geçirme hevesinin insanları ne hale getirdiğini görüyoruz. “Şehrazat” Ömer Ayhan’ın beşinci anlatısı. Ömer Ayhan ortada görünmeyecek, siması tanınmayacak kadar geri çekilen, eseri ile okuru baş başa bırakmayı seven bir yazar. İkinci özelliği de her kitabında farklı anlatımları deneyen yenilikçi bir yazar olması. İşlediği konu, olgu hangi dili, kurguyu gerektiriyorsa ona göre yazıyor. 2001’de yayımlanan ilk kitabı “Siyah Beyaz Öykü”den başlayarak sinemaya, görsel sanatlara özel bir ilgisi olduğunu da anlıyoruz. “Şehrazat”ı postmodern bir anlatı olarak değerlendirebiliriz. Filmin yönetmeni Halit Refiğ’in anlattıklarına bakılırsa Ömer Ayhan filmin baş kahramanlarını ve belki de öyküsünü günümüzde yeniden yaşatmış. Ama ona “Sinema 2014 Fotoğraf: Gamze KUTLUK O kuduğum Kitaplar Figen Şakacı Yeni tanıştığı Ayşe’nin evinde kalıyor. Bir yandan okula devam ediyor, eylemlere katılıyor diğer yandan çocuk bakıp para kazanmaya çalışıyor. Bu arada yakınındaki tek etkileyici erkek olan Türker’e de gönlünü kaptırıp platonik aşk da yaşıyor. İstanbul’u tanıyor. Beyoğlu’na çıkmaya, Galata Köprüsü’nün altındaki Kemancı’ya takılmaya başlıyor. Figen Şakacı’nın kendine has tekerlememsi cümlelerinden oluşan mizahi ve ironik anlatımı ile 90’lı yılların Türkiyesi’ni, İstanbul’daki öğrenci ve gençlerin yaşamını komün hayatı gibi döneme özgü yaşam tarzlarını da içerecek şekilde “büyülü gerçekçi” bir havada içeriden tanıyoruz. Anlatı kronolojik bir doğrultuda gelişirken Hayriye’nin gazetecilik yapmaya başlaması ile bu yapı bozuluyor. Araya giren gazeteci Metin Göktepe’nin öldürülüşü hakkındaki metin ve onu izleyen gündüz gözüyle silahlı kişiler tarafından kaçırılıp bir daha bulunamayan Hüseyin (Toraman?) hakkındaki bölümler çok etkileyici olmalarına rağmen anlatının yapısına eklemlenmeyen “deneme”ler. Kitabın arka kapağında “Pala Hayriye”nin “Bitirgen”le başlayan bir büyüme öyküsünün (bildung roman), bir üçlemenin ikinci kitabı olduğu belirtiliyor. Roman mı, uzun öykü mü ayrıca tartışılabilir. “Pala Hayriye” kısa bir metin. 175 sayfada önemli yaşam bölümü, gençlik yılları anlatılıyor. 66. sayfaya kadar doğrusal giden anlatım sözünü ettiğim iki deneme ile kopuyor. İzleyen sayfalarda da anlatı yaşamdan etkileyici bölümler, anlardan oluşan bir hal alıyor ve tek tek birer öykü olarak da değerlendirilebilirler. Figen Şakacı’nın masalsı bir dünyayı inandırıcı bir hale getiren içten bir anlatımı var. Öyküsünü kısa kesmeden uzun uzun anlatmasını isterdim. Anlatımdaki ironi ve kara mizah keskin ve zeki dille birleşince etkileyici, merakla okunan bir anlatı ortaya çıkmış. “Pala Hayriye” okuyanlar hem “Bitirgen”i hem de üçlemenin son kitabını merak edecektir. n K İ T A P S A Y I 1265 S A Y F A 10 n 15 M A Y I S C U M H U R İ Y E T