27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

olması kolay olmasa gerek. Büyük kentte yaşayıp çalışıp “sanat ortamlarında” bulunsa da kadınlığıyla barışık değil, sanatçı kimliğiyle öne çıkma çabasında bunun da payı var belki. Cinselliğini bastıran, kendisiyle, istekleriyle yüzleşmekten kaçan kadınlardan biri. Haklısınız, “kutsal annelik” meselesi de işin içine girince... “ANLATICININ TARAF OLMAMAYA ÇABA GÖSTERDİĞİ KESİN” “Anne, kapanmayacak yaraların en büyüğü” cümlesi aslında galiba romanın baştan sona özeti gibi… Öyle olmasa da önemli. Şahika’nın annesinden devraldığı ve kızlarına miras bıraktığı belki de… Babalar, anneler, kızlar, oğullar; var olmamıza neden olan fakat var oluş biçimlerimize engel koyan ilişkiler yumağı! Şahika Ener’in saplantı haline getirdiği “annesiyle helalleşememe” meselesi, görünürdeki yara, bıçak çok daha derinlere saplı belki, dokunulmaktan kaçınılan kuytularda. Dokunmak sorgulamayı çağıracak, sorgulamak çözülmeyi getirecek, ki Şahika Ener çözülmemeye koşullanmış, çözülmek en büyük yenilgi onun için. “Kadın ve hep kadın ve yok kadın ve her şey ve hiçbir şey rollerinin birbiriyle kesişen ve çelişen anlarında oradan oraya savrulacak.” Romandaki kadınların kendileriyle uzlaşıp barışmadıklarını görüyoruz. Bu sorunun temelini sizden dinleyelim… Her birimizin üstlendiği onlarca rol, içimizde barındırdığımız onlarca kimlik. Hepsi de birbiriyle çatışıyor, çelişiyor, birbirini yenmeye çalışıyor. Savruluyoruz elbette çoğu zaman altından kalkabilsem de benim de savrulduğum, bu kimlikleri bağdaştırmayı başaramadığım oluyor bazen. Alıntıladığınız sözlere, bu duygum, bu çaresiz ânlarımdan biri sızmış olmalı. Şahika Ener’le bir kez daha eşitlenen anlatıcı… “Şahika Ener’in hikâyesini yazamadım ama onu affettim. Kendimi de. Tıpkı ortanca gibi, ona özenip yine. Giderayak değil de, önceden. Herkesi” diyor. Bu romanın en güçlü kadını o olabilir mi diye düşündüm… Siz ne dersiniz? Anlatıcı güçlü mü bilemiyorum ama taraf olmadığı, olmamaya çaba gösterdiği kesin. Bu konumu, kendisine ait bilinçli bir karar olmaktan çok, hayatın ona biçtiği rol, koşullarla geldiği, getirildiği yer. Gözleme, yatıştırma ve anlama çabası, gerektiğinde kabullenip vazgeçebilmesi onu güçlü kılmış olabilir az çok. Peki, bitti roman, herkes gitti. Sizden çıktı, sonrası bir büyük boşluk. Yazarken ne hissettiğinizi sordum ya şimdi de bitince ne hissettiğinizi sormak istiyorum… Yazmak bitip tükenmeyen bir heves, bitirmekse büyük bir boşluk duygusu. Sonrası unutmak, hatta “terk etmek!” O sancılı, tuhaf süreç hiç yaşanmamış, tek satır yazılmamış gibi devam etmek hayata. Ama bir süre sonra, yayımlanınca, büyük bir tedirginlikle hatırlamak yeniden. Bir sonraki döngü başlayana dek... n sibelo@gmail.com Ansızın Günbatımı/ Ayşe Sarısayın/ Can Yayınları/ 248 s. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I Şahika Ener ve ailesinin yaşama halleri r Eray AK yşe Sarısayın ismini hatırlayan pek çok kişi çıkacaktır. Edebiyat dergilerindeki yazıları, usta işi çevirileri ve kaleminden çıkan üç öykü toplamı bu hatırlayışa sebep... Ancak bu yazının konusu Sarısayın’ın romanı. Ayşe Sarısayın çocuklar için yazdıklarrından sonra ilk romanıyla çıktı okurların karşısına. Her ne kadar yazının içinde olunsa da ilk romanlar her zaman önemli bir eşiğin temisili olagelmiştir. Atlanması, aşılması güç ancak sonrası için önemli nüveler veren bir eşik... Sarısayın da ilk romanı Ansızın Günbatımı’nda bu eşiğin sınamasına girişiyor. Son söylenmesi gerekeni en başta söyleyip; Ansızın Günbatımı’nın, ilk romanlarda genelde karşımıza çıkan aksamalardan azade bir roman olduğunu, hatta bunu da aşıp uzun yıllar hatırlanacak romanların arasına adını yazdırabileceğini çekinmeden dile getirebiliriz. Bunu da Sarısayın’ın anlattığı dünyaları, sırtını yasladığı dönemlerle birlikte ele alıp bir yandan kaleme getirdiği zamanların ruhunu yakalamasına, bir yandan da dönemlerden ayrı olarak kahramanlarının, kişisel yıkımları çevresinde kurduğu birey odaklı hikâyesine bakarak öne sürmek mümkün. Romanı önemli kılan bir diğer unsur ise Sarısayın’ın hikâyesini anlatırken yapılandırdığı kurgu. İki katmanın iç içe geçtiği, bu katmanların birbirini hem duygusal hem de zihinsel boyutta tetiklediği bir kurgu Ansızın Günbatımı’nda söz konusu olan. Bu da akla “neyin” değil “neyin nasıl anlatıldığının” önemini getiriyor. Ayşe Sarısayın romanında bu “ne” ve “nasıl” ikileminden de sıyrılmış. Buna bağlı olarak özgün bir şekille bildiğimiz hikâyelerin farklı bir yansımasını anlatıyor bize. Bireyi, toplumu ve has edebiyatın genişlettiği sınırları görebiliyoruz Sarısayın’ın romanıyla tuttuğu aynadan. “KİMDİ, NASIL BİR HİKÂYESİ VARDI?” Romanda her şey eski bir arkadaştan gelen telefonla başlar. Eski arkadaş yeni bir eve taşınmıştır ve önceki kiracıdan kalan eşya arasında bir CD dikkatni çeker. Bu CD’nin ise diğer eski arkadaşın, yani yazı ve kendiyle arasını soğutmuş romanın bir diğer kahramanı, aynı zamanda kurgu içinde bu romanın yazarı olarak var olan kadının ilgisini çekeceğini düşünür. CD’de, birkaç dosya içinde toplanmış günlük ve hikâye parçacıkları yer almaktadır. Romandaki kırılma da eski yazarımızın bu yazı parçacıklarını okumasının ardından gerçekleşir. “Yazmaya uzun süre ara vermiş biri olduğu anlaşılıyordu hemen. Kadındı, en az orta yaşlarda, hatta yaşlılığın eşiğinde bir kadın. Yaşı konusunda yanılıyor olabilirdim, ancak hayata dair ağır tanıklıkları olan ve ölüme yaklaşmış biriydi. Yeniden yazma çabasında, yazarak hayata tutunma umudunda. Bir başka kadından da söz ediyordu. Karakalem resimler yapan, yaptığı resimleri yok eden yaşlı bir kadından. Kimdi, nasıl bir hikâyesi vardı?” “Kimdi, nasıl bir hikâyesi vardı?” İşte bu merak ucu kahramanımızın tekrar yazıya dönmesine ve eline geçen CD’de birkaç cümlesini gördüğü bu kadının yaşamını yazıyla tekrar kurmasına neden olur. Kime ait olduğunu bilmediği cümlelerin sahibini, kendi cümleleriyle ve kendince tekrardan var etme çabasına girer. Yazma uğraşındaki bir kadının yeniden yazma uğraşındaki bir diğer kadına ilhamı meydana getiriyor romanın bu katmanlı yapısını. Hikâyenin hikâyesini okumakla oluşan bu katmanların ilmekleri ise oldukça sağlam. “Tanımadığım bir kadından ödünç alacağım sözcükler, 1292 2 0 A “Her birimizin üstlendiği onlarca rol, içimizde barındırdığımız onlarca kimlik. Hepsi de birbiriyle çatışıyor, çelişiyor, birbirini yenmeye çalışıyor.” yeniden yazmaya başlamak, yazıyla ve kendimle barışmak için bir fırsattı belki de...” Bu fırsatın peşinde ortaya konan çabayı, bununla birlikte ise ortaya çıkan bir aile hikâyesini okuyoruz bu bağlamda biz de. ŞİİRİ KENDİNDEN MENKUL Ayşe Sarısayın’ın, romanın kahramanları haline getirdiği aile üyeleri, aslında hemen her yerde hikâyesine rastlayabileceğimiz kişiler. Bu hikâyeyi farklı kılan, yazılmasına neden olan kişi ise Şahika Ener. Eşi evi terk ettikten sonra üç kız çocuğu ve bakıma muhtaç annesiyle ayakta ve hayatta kalmaya çalışan bir kadın Şahika Ener. Resim öğretmeni ama yaşamını bir ressam olarak devam etirmek istiyor. Bunun için de tüm hırsını yansıtabilecek bir karakter. Ancak açmazları, kendisinin bile kabullenmek istemediği zıtlıkları var. Şahika Ener’in bu açmazlarını anlayabilmek, kabullenebilmek metinle ve okuduğu metnin kahramanlarıyla bağdaşım kurmaya çalışan her okur için mümkün. Ancak romanın diğer başat kahramanları, yani kızları için aynı şey pek mümkün gözükmüyor. Çünkü yalnız bir kadın olarak kızlarına “sahip çıkma” derdinde Şahika Ener ve bunu yaparken de aynı ressam olma isteğindeki gibi tüm hırsını yansıtıyor. Onların her yerde “en” olmasını, “yükseklerde” gezinmesini istiyor. İsmi de yaptıkları ve karakteriyle müsemma zaten: “Şahika”... Bu da ister istemez bir baskı meydana getiriyor çevresindeki insanlar için. Çevresindekiler de kızları. İsimleriyle tanıyamıyoruz onları ama büyük kardeşi prenses, ortancayı delidolu ve küçüğü de sarı papatya olarak anıyoruz roman boyunca. Hikâyeyi ise en küçüğün, annesiyle en iyi anlaşan sarı papatyanın gözünden izliyoruz. Kızkardeşlerle birkaç cepheye birden açmış yelkenlerini Sarısayın. Prenses bize iş dünyasından küçük sahneler sunuyor, sarı papatya ailesinin gözü olarak romanda yer alıyor. Ortancanın hikâyesi ise bambaşka. Ortanca, dönemin yansıması olarak romanda. 1980 askerî darbesine giden yola bir ışık tutuyor Sarısayın ortanca kız kardeşle. Darbeye giden yolda yaşananları bir tahlilden geçirmek değil elbette yazarın yaptığı ama dönemim acılarına, yitiklerine, sürgünlerine bir selamın yanında yaşamların nasıl söndüğüne, o sönen yaşamla birlikte kaç yaşamın daha solduğuna dair içeriden bir bakışı yansıtıyor. Bu bakış ise şiiri kendinden menkul bir yaşamın kıyılarında dolaştırıyor okuru. n erayak@cumhuriyet.com.tr K A S I M 2 0 1 4 n S A Y F A 1 5
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle