27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Vedat Türkali’den “Bitti Bitti Bitmedi” Hayata merhaba demenin yolu hesaplaşmadan geçiyor Vedat Türkali yeni romanı “Bitti Bitti Bitmedi”de, okura bir kez daha belleğini geri veriyor. Türkali, yeni romanında, bizi İstanbul’dan başlayan uzun bir yolculuğa çıkarıp rotayı Diyarbakır, Urfa ve Ermenistan’a doğru çizerek adeta, “yine bakın bakalım, sürekli bakın ki gerçekler gümbürtüye gitmesin” dercesine şöyle bir iteliyor. r Aysel SAĞIR debiyat, özellikle Türk edebiyatı her gündeme geldiğinde, Vedat Türkali’yi statik edebiyat şeridi ve tanımlamalarının içinden çıkararak, ayrı bir yere özellikle koymak gerekiyor. Zira Türkali’yi okuyanlar, Türkiye’nin sosyal, sol siyasal tarihinin, satırların arasından, altından üstünden, film şeritleri misali gözlerinin önünden akarak devasa bir Türkiye gerçeğiyle karşılaştığını iyi bilir. Türkali’nin yapıtlarında, doksanyüz yıllık Cumhuriyet tarihinde yaşananlar sayfalardan dışarı fırlayarak günümüze süzülür. Bu çok da kolay olur, zira dünün halkaları eklemlenmek için bugüne şiddetli ihtiyaç duyar. Türkali ise bunu çok iyi bilir. Dünden kopuk olmaması için bugünü hafızasız, zeminsiz bırakmaz. Yerlerini arayan bugünün olaylarını ait olduğu zeminde temellendirirken bizler de içinde bulunduğumuz atmosferi anlayıp ona göre düşünce oluşturmakta gecikmeyiz. Türkali’nin metinlerinde, yaşamsal soluklarından kopartılmış, politik haber mesajlarına sıkıştırılmış, sayılara indirgenmiş, kişisel dokunuşlarından arındırılmış ama bir o kadar da kaderimizi belirleyen tarihsel, sosyal olaylar söz konusu. Böylelikle geçmişin kuru olayları ve haberleri şeklinde bugüne yansıyan büyük toplumsal olayların izdüşümünü takip eden Türkali metinleri, özel bir yerde durmayı, kendine özgü mırıldanmayı sürdürmeye devam eder. Bir yazarın, anlattıklarının zamanından, içinden gelmesi mi onu farklı kılan? Canlı tanıklığı mı ya da görünür kıldığı her bir karakterin bir yüzünün de kendisi olduğunu düşündürtmesi mi? DİYARBAKIR, URFA, ERMENİSTAN... Vedat Türkali, Bitti Bitti Bitmedi’de okuru bir kez daha İstanbul’dan başlayan uzun bir yolculuğa çıkarıyor. Sonra rotayı Diyarbakır, Urfa ve Ermenistan’a doğru çizerek bizi adeta, “yine bakın bakalım, sürekli bakın ki gerçekler C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I E gümbürtüye gitmesin” dercesine şöyle genç yüzleri olarak yakın geçmişin debir iteliyor. rinliklerinden süzülüyor. Okurlarını Murat (Tarık), Lüsi, Zilan, HAYATLA BARIŞMAK İÇİN… Haydar’la tanıştırıyor tabii ilkin. Fethiye Hanım, Şükrüllah Efendi ve daha başEşi dağda gerilla olan hemşire kaları. Ama hepsi tanıdık, hepsiyle şöyle Zilan’ın, Murat’la ilişkisi ta Diyarbakır ya da böyle bir şeyler yaşamakla birlikte, Cezaevi’ne dayanıyor. Bedeni ve ruhu kimisinin biz, kimisinin de yakınlarımız sakatlandırılmış binlerce insanı temsil olduğunu söylemeye gerek var mı? ediyorlar da diyebiliriz bu ikisi için. AnKarakterlerini, halen kanayan topcak çaba gösteriyorlar, hayata tutunup lumsal yaraları daha bir görünür kılmak âşık oluyorlar. Lüsi’yle Murat’ın aşkı bu için seçmiş demek çabanın bir uzantısı olarak umut verirdoğru bir ifade. Zira ken asıl çözüm de netleşmiş oluyor. Zira düğüm atılıp üstü örinsanların hayatını karartmak için sistetülerek hak ve adaletle matik olarak konumlanan kurumlarla buluşamayan toplumsal ve kişilerle hayata yeniden merhaba olayların, ardından demek arasında sıkı bir ilişki bulunugelen yaşamları nasıl yor. İkincisinin olması için birincilerle sakatladığına dair psihesaplaşmak gibi mesela. “Evet, o hekanalitik bir yaklaşım rifti bu… Elinden eksik etmediği kalın sergileyen Türkali, lata sopalarının adları gözünde sıralandı Bitti Bitti Bitmedi’de bunu Murat diğer adıyla Tarık üzerinden gerçekleştiriyor. Gelişen olay ve yaşananları üçüncü bir kişi anlatıyor bize. Tarık’la İstanbul’un uzak bir semtinde karşılaştırıyor. Ama onunla vakit geçirdiğimizde, adının aslında Murat olduğunu öğrenmekte gecikmiyoruz. Tabii hemen ardından gelen Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananları da. Halen kendi adını değil de Tarık kod adını kullanan Murat’tan, hemşire Zilan’a, oradan Ermeni kökenli Lüsi’ye giden yollar açılıyor sonra. Tam da burada, içinde bulunduğumuz coğrafyada farklı kültür ve yaşamların nasıl biçilerek yok edilmeye çalışıldığı gerçeği çıkıyor karşımıza ki söz konusu karakterler de geçmişten günümüze Vedat Türkali, Bitti Bitti Bitmedi’de okuru bir kez daha İstanbul’dan yaşanan olayların yeni, başlayan uzun bir yolculuğa çıkarıyor. 1292 2 0 K A S I M bir bir, ‘Koçum’, ‘Kara Bela’, ‘Kuzu’, ‘Yavrum Ye Beni!’ Seni de yediler işte. Helal olsun!... Müdür Yıldıran. Seni de yıldırdılar. Soyunu sopunu da…” Örnekse ana karakter Tarık, asıl kimliği ve ismiyle buluşmasını bu hesaplaşma sonucu yaşıyor. Diyarbakır Cezaevi’nin yaratılmış sistem tarafından dudak uçuklatan ismi Esat Oktay Yıldıran’ın bir otobüste öldürülmesi, Murat’ın hayatla yeniden barışmasında başlangıç noktası oluşturuyor. Bir psikiyatristin ince yaklaşımıyla karakterlerine dokunarak yaraların sağaltım yollarını açan Türkali, aynı şeyi diğer karakterleri için de yapıyor. Yazar, annebabasını hiç tanımayan Ermeni kökenli Lüsi’yi boşuna çıkarmıyor Murat’ın karşısına. Kırılmış bir halkın çocuklarından olan Lüsi’nin, öksüzlüğünü neşeye tutunarak başarmasında kuşkusuz ki uluslararası bir konuma sahip olan, eski komünist dedesinin, iyi eğitim almasının ve kendisine kalan han hamamların da rolü bulunuyor. Ancak tüm bunlar sadece Ermenilerin nasıl bir ekonomik yapı ve kültürden geldiklerini göstermeye yarıyor. Zira Lüsi, var oluşunu söz konusu imkânlara dayandırmayacak kadar gelişmiş bir birey örneği sergiliyor. ÖNCE PARAMAZ’I ÇIKARDILAR DARAĞACINA… Irkçılığın, faşizmin yaşamı esir almasında bilgi çarpıtmalarının rolünün de büyük olduğunu söylemeye gerek var mı! Düşmanlık üzerinden halkları, bireyleri karşı karşıya getiren egemen söylemin ardında ise gerçeğin hayatsal işlevi bulunuyor. Lüsi’nin dedesi konuştukça bu gerçek berraklaşıyor. Bu dede ise “1924’te Beşiktaş Akaretler’de Dr. Şefik Hüsnü’nün evinde kurulmuş ve Komintern’e üye olmuş bir partinin, TKP’nin kurulmasında payı olan Hınçak Partisi’nin bir üyesi” olarak karşımıza çıkıyor. “Sosyalist Hınçak Partisi’nin başına gelenleri bilir misin?” diye soruyor dede ve şöyle devam ediyor: “Nereden bileceksin. 1914 yılının haziranında Talat, Enver, Cemal Paşa’lara suikast yapılacağı ihbarı ile Hınçak Partisi üyesi 120 kişi gözaltına alındı. Bunların 49’u tutuklandı. Davaları yaklaşık bir yıl sonra sonuçlandı. Paramaz da vardı aralarında. Partimizin merkez komitesinden. 15 Haziran 1915’te Paramaz ve 19 yoldaşımız Beyazıt Meydanı’nda asıldı. İdamların tek Ermeni tanığı Papaz Kalust Boğosyan yazdı bunları. Paramaz’ın idam sehpasında dedikleri sana tanıdık gelecektir. İlk önce Paramaz’ı çıkarmışlar darağacına. İdam sehpasında, ‘Siz, sadece bizim vücudumuzu yok edebilirsiniz fakat inandığımız sözleri asla… Ermenilik, ülkenin doğusunda özgür ve sosyalist Ermenistan’ı selamlayacaktır!’ diye bağırdıktan sonra ip boğazını sıkarken son sözleri: ‘Yaşasın Sosyalizm, Yaşasın Ermenistan’ olmuş…” Dünle bugün arasındaki mesafe ne kadar kısa değil mi? Üstelik sözler de olaylar da çok tanıdık. Tarih bir tekrardan ibaret değil demek geliyor insanın içinden. Egemen zihniyet ve onun yürürlükte olan uygulamaları eski sadece. n Bitti Bitti Bitmedi/ Vedat Türkali/ Ayrıntı Yayınları/ 190 s. 2 0 1 4 n S A Y F A 1 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle