Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
bir rejim haline gelmiş. Asıl 1920’de Ankara Meclisi kurulduğunda ki kuruluş tarzı o zamanın şartlarında daha demokratik sayılabilir seçimler olabilmiş. 19251945 arasında ise tek parti dönemi var. Demokrasiyi, o da çok sınırlı olarak, çok az süreyle görmüşüz. Dolayısıyla Türkiye’de demokrasi tecrübesi az. Aslında, Türkiye’de böyle ama dünyada da demokrasi parmakla gösterilebilecek çok az ülkede kalmış o dönem. 1920’lerin sonlarından itibaren de diktatörlükler görürsünüz, Hitler, Mussolini, Stalin, Franco rejimleri… Yani dünyada da her yerde ve uzun süreli bir demokrasi deneyimi yok. Türkiye adına ise burada memnun olunması gereken bir nokta, 1945’te demokrasiye geçen, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki ilk ülkelerden biri olması. Türkiye’nin 8 Mayıs 1945’te Avrupa Savaşı yani Dünya Savaşı’nın Avrupa bölümü yeni bitmişti. 19 Mayıs’ta İsmet Paşa, o zaman cumhurbaşkanı, yaptığı konuşmada, bizim eksikliğimiz demokrasidir, harp bittikten sonra bu eksikleri tamamlayacağız şeklinde ifadeler kullanmıştır. 1945 sonbaharında ise iktidar partisinin dışında partilerin kurulması başlamıştır. DP ile AKP arasındaki izdüşümler… AKP’nin devraldığı miras… Nedir en temel benzerlikler? Birçok benzerlik var tabii ama genel olarak benzerlik “karşı fikirlere tahammülsüzlük”tür. 19501960 arasında dediğim gibi demokrasi tecrübemiz çok eksikti. Şimdi ise o döneme kıyasla büyük bir tecrübe birikimi olmasına rağmen aynı tahammülsüzlüğün daha fazlası söz konusu. Bu, çok acayip ve ürkütücü bir şey. Eleştirilere karşı tahammülsüzlük diyorsunuz… O konuda iki dönemin iktidar partilerini karşılaştırırsanız ne söylersiniz? Evet, bu tahammülsüzlük sadece basına karşı değil. Herkese karşı var. Demokrat Parti’nin de eleştirilere tahammülü azdı. Ama AKP’ninki hiç yok gibi. Lafa “Bunlar” diye başlayıp aklına gelen herkese, her toplumsal gruba veya meslek grubuna veryansın ediyor. Bu anlaşılır bir şey değil. BUGÜNKÜ “BUNLAR”... Dönemin ortamını, safların keskinliğini biraz daha açarsak 19551960 arasında Başbakan Erdoğan’ın deyişiyle nasıl bir “bunlar” söz konusuydu? O zamanki iktidarın “bunlar”ının başında her çeşit siyasi muhalefet geliyordu. En başta CHP. Tabii, Bölükbaşı’nın Cumhuriyetçi Millet Partisi de çok kızılan bir partiydi. Bu iki partiye sonradan, DP’den ayrılanların kurduğu Hürriyet Partisi katıldı. Tabii daha sonra basın... DP’nin en yakın destekçileri hariç, o zaman konulan adla “bir kısım basın.” Sonra üniversiteler, üniversite hocaları ve öğrenciler, barolar… Birçoğu Vatan Cephesi başladıktan sonra, hâlâ “ıslah” olmamış, bir kısım işadamı… “Komünistler” diye itham edilen bir kısım sanatçılar… Hepsi, o dönemin “bunlar”ıydı. Ama o zamanki DP, onların en azından bir kısmını itip kakmazdı, “kazanma”ya çalışırdı. Bugünkü “bunlar” daha C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I çok… AKP’ye oy vermeyen ve vermeyeceği belli olan kim varsa hepsi… Hatta, AKP’ye oy vermiş ve verecek gibi olsalar bile liderin beğenmediği herhangi bir söz söyleyen, yazan veya istemediği bir davranışta bulunanlar da hemen o “bunlar”ın arasına giriveriyor. Basında, eskiden AKP’yi destekleyen, ama sonradan bir sebeple dışlanan gazeteciyazarların sayısı az değil. Kısacası, bugünkü “bunlar”, o zamanki “bunlar”dan çok daha geniş bir topluluk oluşturuyor. “ÇOĞUNLUK SİSTEMİ FELAKETTİ, YA HERRO YA MERROYDU!” 19551960 arasındaki seçimlerde değişen manzara oy oranlarına nasıl yansımıştı? Seçim Kanunu açısından durum şuydu; bir yerde, İstanbul’da diyelim 40 milletvekili seçiliyor, bir oy farkıyla kazanan parti, bütün milletvekillerini çıkarma hakkına sahip oluyordu. İl bazında çoğunluk sistemi vardı, felaket bir şeydi. 1950’de Türkiye genelinde yaklaşık yüzde 40 oy almıştı CHP, iktidardan düştüğü zaman. Ama çıkardığı milletvekili sayısı 69’du. DP ise yaklaşık yüzde 53 oyla 408 milletvekili çıkarmıştı. Yani, partilerin aldığı oyla çıkardıkları milletvekili sayıları arasında büyük bir orantısızlık vardı. 1954 seçiminde DP oylarını artırdı. Oy oranını yüzde 57’nin üstüne çıkardı. Milletvekili sayısı 502’ye çıktı. CHP’nin oy oranı azaldı. Oy oranı gene de yüzde 35 civarındaydı ama çıkardığı milletvekili sayısı, daha da büyük bir orantısızlıkla 31’de kaldı. Şimdi de yüzde 10 CHP’yle işbirliği yaparak seçime girmelerini engelleyebildi aynı anayasanın verdiği imkânlara göre… “ERDOĞAN’IN KURDUĞU PARTİ İÇİ DİSİPLİNİN BENZERİ YOK!” Menderes, Erdoğan’ın kurduğu parti içi disiplini kurabilmiş miydi? Erdoğan’ın kurduğu disiplinin benzerini hatırlamıyorum. Nitekim DP’de parti içi muhalefet, son döneme kadar, zaman zaman kendini gösterebilmişti. Fiilen ihtilal içindeki tertipleri açıklayan Başbakan Menderes’in konuşma metinlerini okuduğumda yine de şaşırdım, zira sanki bugünün Erdoğan’ı konuşuyor. (Burada ricam üzerine Altan Bey o Menderes’in bir grup konuşmasından bazı cümleler okuyor.) İyi yakaladın vallahi. Ayrıntıları kitapta var ama dediğin gibi kısaca da olsa dediklerini bir hatırlayalım: “Şimdi arkadaşlar bütün bu gazeteleri kapatacağız. Bu adamları içeri tıkacağız. (Üniversiteye) girilmezmiş? Emir verdik, derhal girin dedik. Üniversiteye girmek değil, temelinin altına gireceğiz. (Alkışlar) Anayasaya uygun mu, değil mi? ‘Tedbirlerimiz ne olacaktır?’ diye konuştuğumuz zamanlar hadiselerin nereden nereye süratle geldiğini gördük. (Alkışlar).” Böyle sözleri vardır rahmetli Menderes’in grup konuşmalarında. Tutanaklara da geçmişti, grupta bulunan bazı DP’lilerin anı kitaplarına da... Gerçi bunlar, o zamanki çok heyecanlı günlerdeki kızgınlıklar içinde söylenmiştir. Bugün aynı kızgınlıkta söylenen benzeri sözler, bugünkü iktidar mensuplarından da işitiliyor. Dizinin son bir kitabı daha olacak değil mi? Evet, 1963’e kadar olan kısmını da yazacağım ve bu diziyi bitireceğim. 2013... Gezi ivmesine, direnen halka ilişkin değerlendirmelerinizi sorarak bitirelim söyleşimizi? “Gezi”nin AKP için giderek büyüyen bir düşman gibi görülmesinin temelinde, AKP yönetiminin demokrasinin gereklerini hâlâ içine sindirememesi var. Her gün televizyonlardan izliyoruz. Demokratik ülkelerin çoğunda, örneğin üye adayı olduğumuz Avrupa Birliği ülkelerinde, bizim “Gezi Parkı”nda başlayan olayların çok daha yoğun ve süreli olanlarına her zaman rastlanıyor. Bunlara bizdeki gibi, büyük tepkiler gösterip, insanların yaralanmasına, kör olmasına ve ölmesine yol açacak kadar tepki gösteren bir iktidara ise, hiçbirinde rastlanmıyor. Çünkü bunlar, demokrasinin olmazsa olmaz şartlarından biri olan toplantı ve gösteri yürüyüşleri özgürlüğünün sonucu. Demokrasilerde iktidarlar o özgürlüğe tahammül etmek zorunda… 19551960 döneminde de o özgürlüğe tahammülsüzlüklerin örnekleri çoktur. Ama o zamandan bu zamana altmış küsur yıl geçti. Dünya ülkelerinde demokrasiler çok gelişti. Haklar, özgürlükler güvence altına alındı. Ülkemizde ise demokrasi alanında birçok açıdan geriye gidişin örnekleri var. Bu çok üzücüdür ve çok tehlikelidir. n gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr “Dünya ülkelerinde demokrasiler çok gelişti. Haklar, özgürlükler güvence altına alındı. Ülkemizde ise demokrasi alanında birçok açıdan geriye gidişin örnekleri var. Bu çok üzücüdür ve çok tehlikelidir.” baraj dolayısıyla bazı seçimlerde öyle oluyor. Mesela 2002’de geldi iktidara AKP, yüzde 34 oy aldı. Neredeyse yüzde 66’sına yaklaştı milletvekili sayısının... Yani üçte ikisini alır hale geldi bu baraj yüzünden. 1954’te baraj yoktu ama o zamanki haksız sistem vardı. Çok kötüydü. “Ya herro ya merro” denilecek bir sistemdi. “1924 ANAYASASI MUĞLAKTI” Demokrasi adına anayasal handikaplar da söz konusuydu. Ondan da bahseder misiniz? 1950’de demokrasimizin güçlüklerle işlemesinin sebeplerinin başında da bu gelir; Anayasanın değişmemesi gelir. Demokrasiye geçilirken, 1924 Anayasası yürürlükte kalmıştır. Değiştirilmeden demokrasiye gidilmiştir. Değiştirilseydi, durum çok başka olurdu. 1924 Anayasası muğlaktı, yani onunla demokrasiye de geçebilirdiniz, otoriter, tek partili bir düzen de kurabilirdiniz. Nitekim kurulmuştu 1925’te. Takriri Sükun Kanunu çıktı. Hükümete ve Meclis’e olağanüstü yetkiler verildi. Doğrudan idam cezaları da verebilen, üyeleri milletvekili olan İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Demokrasiye o anayasayı değiştirmeden geçtiğimiz için sancılı oldu o geçiş. Anayasa Mahkemesi de yoktu. Muhalefet “Bu kanun, bu anayasaya aykırıdır” diyordu mesela. Hükümet de “Hayır aykırı değildir çünkü Meclis’ten geçen hiçbir şey anayasaya aykırı olamaz” diyordu. Bunun hakemi yoktu. Hep böyle bir anlaşmazlık vardı. DP içinde de muhalefetin başlamasını da konuşmalı.. 1955 sonunda başladı DP içindeki muhalefet. Ayrılıp parti kuran gruplar oldu. Menderes ise, iktidar elden gitmesin diye, partilerin birleşmesi yasaktır şeklinde bir kanunla, onların 9 “Gezi’nin AKP için giderek büyüyen bir düşman gibi görülmesinin temelinde, AKP yönetiminin demokrasinin gereklerini hâlâ içine sindirememesi var.” ... Ve İhtilal/ Altan Öymen/ Doğan Kitap/ 754 s. 2 0 1 4 n S A Y F A 1 3 1247 O C A K