Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Eugenio Borgna’dan “Ruhun Yalnızlığı” deneyim”dir. Sonsuz olan bu duyguyu arzulamak ise, insanı mutsuz eder. YALNIZLIĞA “SICAK” BAKANLAR Yalnızlık, doğaldır ki “mistik” yaşamla da ilgili bir kavramdır. Örneğin Avilalı Teresa, yalnızlığı tanrının bir “lütfu”, yalnızlıktan çıkma eğilimini de bir “bozgun” olarak yaşamıştı. Bir tutum ve ilke olarak (caritas) onda yer etmişti bu duygu. Kalkütalı Teresa ise, karanlıkta ve yalnız hissediyordu kendini. Çevresi bomboştu ve hiçbir şey ruhuna dokunamıyordu. Yazar, Teresa’nın mektupları, “uçsuz bucaksız” olan ruhun ülkesine sadece “ruhsal” olarak değil, insanî açıdan da kayda değer bir tanıklıkta bulunur. Ruh ve beden acısıyla ilgili olarak “pek çok psikiyatrik metindekinden daha yüksek bir duygusal katılım ve psikoojik kavrayış” bulduğunu dile getiriyor yazar. Dolayısıyla her iki Teresa’da yalnızlığın anlam ufukları farklı şekillerde ortaya çıkmaktadır. Eugenio Borgna, Paul Celan’ın “yalnızlığın son koruyucuları” dediği şairlerin ve başka sanatçıların bakış açılarından yaklaşılması halinde, yalnızlık gibi geniş ve sorunsal bir konunun anlam ufuklarına biraz daha yaklaşabilmenin mümkün olabileceği kanısındadır. İnsanın kendi içselliğinin sınırlarında gezinen sanatçıların, yalnızlık duygusuna sıcak bakışlarının altında da böyle bir neden bulunması bundandır. Sanatçının önünde açılan bu “uçurum”, onu emer ve “sırrına erilmez büyüleriyle” sarıp sarmalar. Örneğin şiirsel imgelem, felsefenin bile değinmeyi hayal edemediği ruh halinin bazı anlamlı yönlerini yakalamanıza yardımcı olmaktadır. Petrarca’da ve “korku yalnızı” olduğunu itiraf eden Rilke’de buna fazlasıyla tanık oluruz. Yalnızlığa övgü de onlardan gelmektedir. Şiirin felsefeye, felsefenin de şiire ihtiyacı vardır. Söz gelişi, Heidegger’e göre, Hölderlin’in derin düşünme kapsamlılığı, onun felsefeye olan “eşsiz yakınlığı”nın sonucudur. “Şairler, bir şekilde düşünür, düşünürler de bir şekilde şairdir.” Psikotik bir deneyim söz konusu olduğunda, yazarın ilk aklına gelen, Shakespeare’in “muhteşem karakteri” Ophelia olacaktır. Şiirin “bahtsız kızkardeşi” olan deliliğin en yüksek ve eşsiz temsillerinden biridir o. Hastalık ve “ölmekteki” yalnızlık, “ruhun çölleri”ne götürecektir bizi. Virginia Wolf’un dediği gibi: “Hastalıkla beraber simülasyon biter.” Hastalık, beraberinde kırılganlığı getirir, onu besler, büyütür. Ölüm ve ölmeye gelince, Bernanos’un deyimiyle, insan “yalnız ölür”. Sevilen bir kişinin ölümü, “her bastırmanın ötesinde bizim ölümümüzün imgesi” olmaktadır. Alman sosyolog Elias, haklı olarak ölüm deneyiminin kimseyle paylaşılamayacağını öne sürmüştü. Görünüşte basit ve tekdüze duran yalnızlık, bütün bu yorumların ötesinde, pek çok tezat, pek çok yön, pek çok da katman içerdiğine göre, bundan, her insanın “kendine göre” bir yalnızlığı olduğu sonucuna varabiliriz. n Ruhun Yalnızlığı/ Eugenio Borgna/ Çeviren: Meryem Mine Çilingiroğlu/ Yapı Kredi Yayınları/ 224 s. K İ T A P S A Y I 1229 Yalnızlık duygusunun derinliğinde Modern psikiyatrinin soğuk, bilimsel ve insana mesafeli, yabancılaştırıcı duruşuna karşı her zaman eleştirel bir tavır koyduğu pek çok kitabı bulunan İtalyan psikiyatr ve akademisyen Eugenio Borgna, her yalnızlık deneyiminin kendine özgü psikolojik ve insani bir yönünün olduğunu savunuyor. r Tevfik KALKAN insel sorunlar üzerine konuşmaya en yetkili kişiler, konunun uzmanı psikiyatristler midir? Eugenio Borgna’nın, sorunu enine boyuna inceleyerek somut sonuçlara vardığı kitabına bakılırsa, sorunun yanıtı olumlu olacaktır. Çünkü kitap boyunca “yalnızlıkların dili” üzerinden konuşuyor yazar. Emily Dickinson’un yalnızlık olmasaydı daha yalnız olunurdu yargısını kitabının girişine aldığına bakılırsa, tinsel yalnızlığın çoğu zaman özellikle de sanatçılar ve yazarlar açısından hiç de dışlanacak bir yönü olmadığı sonucuna varmak şaşırtıcı olmayacaktır. Yalnızlığın varoluş biçimlerine ve dillerine doğru yol alırken, açık ve kapalı yalnızlık, içsel yalnızlık ve “tecrit” yalnızlığı gibi ayrımlara yeri geldikçe değiniyor yazar. Bu sonuncusuna “katılaşmış” bir yalnızlık gözüyle bakarak öteki yalnızlıklardan ayırdığımız sürece onun dışında kalanları paranteze almak yanlısıdır. Somatik ya da bedensel bir hastalığa eşlik eden yalnızlık duyguları, insanlarda farklı psikolojik yankılara yol açmaktadır. Daha ileri aşamalarda ölüme eşlik eden yalnızlıklar ve intiharla sonuçlanan umarsızlıklar, bizi daha trajik olgulara götürecektir. Gene yazara bakılırsa, türü ne olursa olsun her yalnızlık deneyiminin kendine özgü psikolojik ve insani bir yönü vardır. Yalnızlık, hayatın “temel bir hali”dir çünkü. Sessizlik olmadan yalnızlık yoktur. Yalnızlık sessizliğin, sessizlik de yalnızlığın “metaforu”dur. Sessizlik ise susmak, ama aynı zamanda dinlemek olduğuna göre, tıpkı sessizlik gibi yalnızlık da günlük hayatı daha iyi yaşamamızı sağlayan “içsel bir deneyim”dir ki bu deneyimin içinde olmak için yalnızlığı seçenler, deneyimin yaratıcı gücü özendirdiği kanısını taşıyanlar olmalıdır. Yazar, bu konudaki ayrımı belirtmek amacıyla “içsel yaratıcı yalnızlık” sözünü kullanıyor. Yazarın altını çizdiği cümle ilginçtir: “İçsel hayatımıza, yalnızlığa ve sessizliğe girdiğimizde, düşünüm ve içe bakışın, duyarlılığın ve merhametin, beklentilerin ve umudun, tefekkür ve duanın önemini fark ederiz.” (s.28). Bundan dolayı Simon Weil, “yalnızlığını koru” öğüdüne bir kitabında vurgu yapıyor. Nitekim Borgna, yalnızlığın türleri ve açılımı konusunu işlerken, yazarlardan ve düşünürlerden alıntılar yapmaya önem veriyor. Özellikle de Augustinusçu anlamda ruh ve içsel yaşama göndermede bulunuyor. sevinç duygusu, ruhumuzda gizlenen “su” gibidir, görünmezdir, mutluluk ise tıpkı mutsuzluk gibi “dünyeviliğin izlerini” taşır. “Muammalı ve ele avuca sığmaz” bir duygu olan mutluluğun yoruma gereksinimi vardır. Bu konuda Augustinus’un ve Wittgenstein’ın “parlak yorumlarına” değinirken insanların tümünün arzuladıkları bir şey olan mutluluğun belleklerde saklandığının altını çiziyor yazar. İnsanın ancak “bilgi” yoluyla mutlu olabileceğine inanan Wittgenstein, “bilgi yaşamı”nın dünyanın sefaletine karşın mutlu olan yaşam biçimi olduğu görüşünü savunuyor ve bunun dünyanın zevklerini geri çevirebilecek bir gücü olabileceğini öne sürüyor. Nietzsche’ye bakarsanız, o, bu konuda kötümserdir; acısız bilginin olmadığı kanısındadır. Ama ne olursa olsun, mutluluk, insan doğasının bir parçasıdır, ancak modelleri değişiktir. Kitabın en kapsamlı bölümünü oluşturan ve her yazarda farklı bir yorumla ele alınan mutluluk duygusunun, yaşam boyunca değiştiği gerçeğinin yanı sıra, daha kötümser bir yorumla, mutsuzluğun herkes için “kaçınılmaz bir kader” olduğu gerçeğini, G. Leopardi gibi düşünürlerde bulmak, ilk bakışta şaşırtıcı bir etki yaratıyor. Varılan sonuç da öyle: “Mutluluk, kendi küllerinden asla doğmayan bir Anka kuşu ya da gerçekle hiçbir ilintisi olmayan hayalperest bir T “UMUTSUZ BİR YALNIZIK ARAYIŞI: MELANKOLİ” Yalnızlığın katılaşmış biçimiyle “melankoli” arasında sıkı bir ilişki bulunduğu kuşku götürmez. Melankoliye “umutsuz bir yalnızlık arayışı” eşlik ediyor yazara göre. Maria Teresa’nın depresif yalnızlığı, onun yaralanmış duygularının isyanında kendini gösteriyordu. Depresyonu, “her birimizin içinde oturan bir yabancı” olarak tanımlıyor yazar. Yalnızlığın acılı ve karanlık mevcudiyeti, onun nedenlerinden biridir. Gene Weil’ın işaret ettiği “talihsizlik” duygusunun bizi kuşatması halinde Kafkavari surlar, bizi başkalarının dünyasından ayıracaktır. Ruh acısının varlığına tanıklık eden bu acı, beden acısının aksine, silinmeyen derin izler bırakır. Sözün özü ise şu olacaktır: “Duygular, hayatımızın sonu olmayan kaynaklarıdır.” (s.67). Korku ve kaygının devreye girdiği yalnızlık hallerinde ise bu duygu, korkunun ve kaygının cinsine göre farklı olacaktır. Yazar burada korku kavramının türlerine değiniyor ve Heidegger’in bu konuya ilişkin yorumlarından yola çıkıyor. Mutluluk ve onun karşıtı olan mutsuzluğa gelince, Borgna’ya göre türü ne olursa olsun her yalbunlar yaşayan bedenle bütünleşen Eugenio nızlık deneyiminin kendine özgü psikolojik ve insani bir duygulardır. Mutlulukla özdeş olan yönü vardır. Yalnızlık, hayatın “temel bir hali”dir çünkü. 2 0 1 3 S A Y F A 4 n 5 E Y L Ü L C U M H U R İ Y E T