25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sevgi Özel’le ‘Bahtabakan’ı konuştuk ‘Biz hangi coğrafyanın yazarlarıyız?’ Yazar ve Dil Derneği Başkanı Sevgi Özel, son kitabı “Bahtabakan”da, günümüz siyasi olaylarına göndermeler yapıyor; çoğu yazarın bugünün siyasi olayları karşısında tepkisiz kaldığını düşünüyor. r Selda GÜNEYSU “SİLİVRİ’DEKİ TÜM AYDINLARA BİR GÖNDERME...” Bize biraz da kitabın konusundan söz eder misiniz? Bu kitap aslında yine bir kadın öyküsü. Yaşadığı yerden sıkılan, sırf bu nedenle üniversitede okumayı düşleyen, ancak lisede okurken, ilçenin en zengin adamlarından birinin oğluyla evlendirilen Funda’nın öyküsü... Funda’nın babası da aydın bir adam. İlçenin ve ülkenin sorunlarına duyarlı, TÖS olayları sırasında tutuklanmış, kısa süre hapis yatmış eski bir öğretmen. Annesi ise ev hanımı. Funda evlendikten sonra büyük bir kente taşınıyor. Eşi de onun bu kentte üniversiteye gitmesini sağlıyor. Fakat Funda aslında siyasetten uzak, magazin dergilerine meraklı bir genç kız. Siyasi olaylara uzak bir kişilik. O üniversitedeyken, gitgide evinden, eşinden uzaklaşmaya başlıyor. Eşinden de boşanıyor. Sonra kasabaya dönüyor, orada kaymakamlıkta çalışmaya başlıyor. Bu arada Funda’nın ağabeyi de siyasal olayların çok içinde bir adam. İstanbul’da (benim romanımda İstanbul, ‘Kocakent’tir) yaşıyor. Üniversitede dersler veriyor, gazetede yazılar yazıyor. Funda’nın ilçede birlikte çalıştığı kaymakam da çok bilgili, aydın biri. Bu Funda’nın şansı oluyor. Kaymakamlıkta çalışırken tanıştığı yargıç Sedat Bey de aydın biri. Sedat Bey, kente her gittiğinde, Funda’ya kitaplar getiriyor. Mustafa Balbay’ın “Zulümhane” adlı kitabını okumaya çalışıyor Funda. Ancak önceleri okuduğu bu kitaplardan bir şey anlamıyor. Derken ağabeyi tutuklanıyor. Funda bu kez iddianamenin abisini ilgilendiren bölümlerini okuyor. Bakıyor ki bu iddianamede abisinin yakın arkadaşlarıyla yaptığı telefon kayıtları da var. Tıpkı bugün Silivri’deki, (benim romanımda Sivri) gibi... Ve Funda, artık her yönüyle toplumsal olaylara ilgili biri haline geliyor. Yani bu kitap aslında bugün Silivri’de tutuklu tüm aydınlara bir gönderme niteliği taşıyor... “BEN FRANSA’NIN, İNGİLTERE’NİN BİR YAZARI DEĞİLİM” Siz bir yazar olarak, bugün Türk edebiyatının, toplumun içinde bulunduğu sorunlara yeteri kadar eğildiğini düşünüyor musunuz? Hep, edebiyatın birçok işlevi olduğundan söz edilir. Bizim gibi ülkelerde de edebiyatın işlevleri çok daha büyüktür. Ancak ne yazık ki, “ben kitabımı yazayım, çok satsın” kaygısı taşıyan 2 0 1 3 yazarlar bile bu kadar büyük bir kurmaca oluşturamazlar. Bu olayları ilkin kim sorgulamalı? Bu ülkenin yazarları değil mi? “TÜRKÇENİN BÜTÜN SOKAKLARINI DOLAŞIYORUM” Bazen sadece bir kitap yazan kişilerin bile kendilerine “yazar” unvanını verdiklerine tanık oluyoruz. Yazar olmak bu kadar kolay mı? Hayır, elbette değil. Zannediyorum İsveç’te, bir yazar örgütüne üye olmak hayli zormuş. Önce yazar, birkaç kitap çıkarır, ondan sonra üye olacağı örgütün kurulu tarafından değerlendirilirmiş. Sonra da yazar, toplumda kendini gösterdikçe o örgüte üye kaydı yaptırabiliyormuş. Yani o kadar kolay değil. Bana gelince, ben kendimi “yazar” olarak nitelendiriyorum. 40’a yakın kitap yazdım. Çocuk kitabın dahi var, ki çocuk kitabı yazmak çok zordur, pedegoglarla birlikte çalışmak gerekebilir bazen. Ancak ne yazık ki bizim ülkemizde, hiç çocuk kitabı okumamış, çocuklarla yakınlığı dahi olmayan arkadaşların çocuk kitapları yazdıklarına da tanık oluyoruz kimi zaman. Bir de sermayenin yayın dünyasına girmesiyle yazarların fotoğrafı da değişti. Tıpkı basın yayının öteki alanı gibi oldu yayıncılık da. Bir, iki kitap çıkarıp, bir hafta sonra “Ben yazarım” diye büyük laflar edip, ortaya çıkanlar var. 40 yılı aşkındır bu dünyanın içindeyim. Türk Dil Kurumu’nun içinde yetiştim. Dilbilgisine ilişkin kitaplarım var. Türkçenin bütün sokaklarında dolaşan da biriyim. Bunun için de Türk edebiyatını çok iyi bildiğimi düşünüyorum. Zaten pek çoğunun kitabının da yayıncısıyım. Ama yine de kürsüye çıktığımda, falancanın kitabında şöyle der gibi, isimler sözlüğü şeklinde konuşan insanları sevmiyorum. Böyle yazarlarımız da var. Bir de tabii reklamların köpürttüğü yazarlar var. Daha kitabı çıkmadan kanal kanal dolaşan yazarlar... Zaten bu kanalların çoğu da onun kitabını basan yayınevinin yan kuruluşu. Gezi Parkı’ndaki eylemlerde yer alan gençlerin pankartlara yazdığı sözler, bu gençlerin mizah yönünün de güçlü olduğunu gösterdi bir bakıma. Sizce bu gençler edebiyat için umut vaat ediyor mu? Her dönem kendi kalemlerini yaratır. Bu gençler özdeyiş diyebileceğimiz öyle şeyler yarattılar ki bu eylemler sırasında. Şarkılarıyla, şiirleriyle, sözleriyle... Umudumuzu tazelediler. 3 akşam onlarla birlikte yürüdüm, ne düşünüyorlar diye... İnternetten kitap okuyorlarmış mesela... Bu müthiş bir şey. Herkese dayatılan bir ideolojiyi yıktılar. Ben çok umutluyum, içlerinden çok iyi yazarların, müzisyenlerin, ressamların çıkacağına. Su gibi çocuklar bunlar. n itaba da adını verdiğiniz ‘bahtabakan’ sözcüğünün anlamı nedir? Bahtabakan, halk arasında bukalemuna verilen bir ad. Genellikle güney illerimizde kullanılıyor bu sözcük. Bahtabakandan yararlanarak bir tür kahve falı bakıyorlar. Onun için de bukalemuna halk, “bahtabakan” diyor. Ayrıca bilindiği gibi bukalemunun dilimizde benzetmeli bir anlatımı vardır. Sık sık renk, görüş, düşünce değiştiren, her tarafa oynayan insanlara da biz bazen, “bukalemunlaşma” diyoruz. Kitabın adını da bu amaçla “Bahtabakan” koydum. “Bahtabakan” için bir dönem kitabı diyebilir miyiz? Neden bir dönem kitabı yazma gereği duydunuz? Elbette bu kitap bir dönem romanı. Çok sıcak olayları kaleme aldım bu kitapta. Öncelikle belirtmem gerekir ki, tehlikeli bir iş yaptığımı biliyorum. Şunun için: Deneyimli yazarlar, edebiyat tarihçileri derler ki, “Bazı durumlar yerleştikten, üzerine düşünüldükten, konuşulduktan sonra yazılmalı, değerlendirilmeli.” Ben o edebiyat tarihçileri gibi düşünmüyorum. Özellikle son 10 yıldır Türkiye’de giderek yoğunlaşan bir karabasan ortamı oluştu. Başta yargı olmak üzere toplumun pek çok kurumu renk ve ruh değiştirdi. Aydınlar tutuklanıyor, sınıf farkları derinleşiyor... Halkı karalamak ve suçlamak istemiyorum ama koşulların da ittiği bir biçimde halkın iyice cahilleştirildiğini düşünüyorum. Tabii bu durumda basın yayının da etkisi büyük. Tam bir uyutma, uydurma ve kandırmaca dönemi yaşanıyor. Ben de heyecanlı bir insanım. Böyle bir ortamda en çok bunalanlardan biriyim. Gezi olayları sırasında da düşündüm, gerçi bu olaylardan önce çıktı kitap ama, her birimiz bir darboğaza doğru sürükleniyoruz. O halde bir şeyler yazmak için neden bekleyeyim? Olaylar sıcağı sıcağınayken doğru tanımlamada bulunmak elbette tehlikeli ve zor bir iş. O nedenle bu kitabın kurgusunu, anlatım biçimini beğenmeyen, sorgulayanlar olabilir. Bu durum da hiç derdim değil. K “Bu kitap bir dönem romanı. Çok sıcak olayları kaleme aldım bu kitapta. Belirtmem gerekir ki, tehlikeli bir iş yaptığımı biliyorum” diyor Sevgi Özel. yazarlarımızın biraz daha öne geçtiği bir süreçteyiz. Örneğin, 1999 yılında meydana gelen Marmara depremi üzerine çok fazla yazılmadı. O deprem sadece bir yer sarsıntısı değildi bana göre. Siyasetin de sarsıntısıydı. Ben o depremi de irdeleyen bir roman yazmıştım, “Yıldızlar mı suçluydu?” diye... Buradan şunu söylemek istiyorum: Bu ülkede depremlerden siyasi depremlere çok farklı olaylar yaşanıyor. Ben Fransa’nın, İngiltere’nin bir yazarı değilim ki... Ben hangi coğrafyanın, ülkenin yazarıyım? Yazarların önce bu soruyu sorması gerek kendine. Tabii bu coğrafyanın yazarları olarak bizlerin de çok farklı görevleri olmalı. Şimdi sağa sola birtakım iletiler gönderiyoruz. Yazar örgütleri falan... Epey zamandır ben hiçbir yazar örgütünün üyesi değilim. Bunu bir tepki olarak da düşünebilirsiniz. Ben, son Gezi olayları sırasında da, öncesinde Ergenekon sürecinde de yazarlarımızın ya da yazar örgütlerimizin çok iyi bir sınav verdiğini düşünmüyorum. “4+4+4 ucubesi”yle eğitim dinselleştirildi. Bizi kim okuyacak? Sadece kendi dünyasındakileri yazan yazarları kim okuyacak? Bunu yazarlarımızın düşünmesi gerekmez mi? Bir Elif Şafak (İsim veriyorum, lütfen siz de olduğu gibi yazın) bu ülkenin yazarları... İstanbul’da yaşayan, İstanbul’un varoşlarını bile görmeden yazan yazarlar var bu ülkede. Bizler sokaktayız, dolmuşta, pazarda, ilçelerdeyiz. Ben bu kitabı yazarken, bir iki cümle için kerelerce Ergenekon davasının iddianamesini okudum. Bunları okurken uyuyamadım. En usta S A Y F A 1 0 n 5 E Y L Ü L C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1229
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle