Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com On yıllık yalnızlıktan yüzyıllık çoğulluğa… 26 Ağustos’tan 30 Ağustos’a sıçrayıp bir büyük utkuyla taçlanarak 9 Eylül’de doruklaşan Ulusal Kurtuluş Savaşı, sanırım Gezi Direnişi’yle birlikte farklı bir düzleme geçiverdi bu yıl. Kavramsal, hukuksal, eylemsel farklı bir yaklaşımın da önü açıldı bir bakıma… mperyalizme karşı verilen bağımsızlık savaşının, içeride işbirlikçilere karşı bir özgürlük, demokrasi mücadelesiyle bütünleştirilmedikçe, yani bu iki savaşım birden başarılmadıkça adına “çağdaşlık” denen yeryüzü mutluluğuna da ulaşılamayacağı gerçeği, despotizmin ayazında biraz titrenilerek ama sonunda kavranmış oldu. Süreç içinde bunun yazınımızdaki yansımalarını da karşılayacağız. Halkların gerçekleştirdiği toplumsal kalkışmaların bütün sanat türlerinde görüldüğünce yazınsal düzleme uzanışlarının da düzayak anlatımcılıkla aktarıcılıktan uzak durması zorunlu. Çünkü sanat yoluyla yapılması gereken bunların olgusal fotoğraflarının çekilmesi ya da gazetelerin yaptığına benzer biçimde iletişim diliyle aktarılması değil! Diyeceğim, böylesine toplumsal kalkışmaların sanattaki uzantılarıyla izdüşümleri de bununla örtüşecek bir yükseklik sergilemeli. Sonraki kuşakları da içine katabilecek bir buluşmanın aracılığını yapacak biçimde olgunun yeniden yapılandırılıp dönüştürülmesi zorunlu çünkü bu yapıtlarda. Yakup Kadri’nin Yaban’ı (1932; yeni basımları için bak.: İletişim), yazınımızda hâlâ bir doruk olarak varlığını koruyorsa, nedeni burada aranmalı bana sorulursa. Nitekim Mürşit Balabanlılar’ın yayına hazırladığı Türk Romanında Kurtuluş Savaşı (İş Kültür, 2003) başlıklı yapıt, “kutsal isyan”a yönelik pek çok romana yer açıyor ama, soyutlayımı, dönüştürümü ile Yaban’ın yerinin farklı olduğu söylenebilir yine de. Aynı şekilde Cemal Reşit Rey’in Faruk Nafiz ile Behçet Kemal’den yaptığı Onuncu Yıl Marşı’nın (1933) şunca yıl içinde farklı kuşakları buluşturmadaki başarısı, ötesinde bunun genç Kenan Doğulu tarafından farklı bir yorumunun yapılışı da sanattan yayılan bu büyüde aranabilir. 12 Mart, 12 Eylül romanlarının bile daha yenice yerli yerine oturtuluyor oluşuna bakarak Gezi Direnişi romanının da ancak ileride ortaya çıkacağı kestirilebilir kolayca. Demek ki Gezi’den yayılan özgürlük, barış direncini yüksek soyutlayıma, ustalıklı dönüştürüme dayalı halde içeriden gören, dikkat çekici yazınsal yapıtlar mutlaka çıkacaktır süreç içinde. Kendi toplumlarına dönük dönüştürüm yaklaşımları için Çin’den Mo Yan, Latin Amerika’dan Gabriel García Márquez örneklenebilir. Yakup Kadri, Yaban’ı yayımladığında Márquez (d.1928) küçücük çocuktu, Mo Yan (d.1957) ise doğmamıştı. Yaban’dan yaklaşık otuz beş yıl sonra Márquez Yüzyıllık Yalnızlık’ı (1967; Çev.: Seçkin Selvi, Can, elli birinci basım, 2013; Alıntılar için bak.: 1994) yayımladı, yarım yüzyıl sonraysa Mo Yan, Çincede Kızıl Darı Tarlaları’nı (1984; Çev.: Erdem Kurtuldu, Can, 2013) kaleme aldı. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I E ÇİN’DEN LATİN AMERİKA’YA UZANAN ÇETİN YOL… Mo Yan’ın, Kızıl Darı Tarlaları’nda, işgalci güçlere karşı yerel direnişçilerle kazanılan zafer, yaşanan sevinçli kutlamayla karşılanır. Anlatıcı, bunu şöyle aktarıyor: “Dedem sersemlemiş bir haldeymiş, birden ileriden dalga gibi yayılan bir yaygara duymuş. Başını kaldırınca kıyının tepesinde ateşten zikzaklar çizerek uçan, uzun bir ejderha görmüş./ …[O] uzun ejderhanın bulutları dağıtıp sisler içinde gezinen dişleri ve pençelerini görmüş, güçlü bedenindeki altın pullar ışıldıyormuş, rüzgâr kükremiş, bulutlar tıslamış, şimşek çakmış, gök gürlemiş, bütün bu sesler toplanıp kadınsı dünyayı kasıp kavuran erkeksi bir rüzgâra dönüşmüş sanki; açıklıktaysa ellerindeki doksan dokuz meşaleyle kendine doğru koşan bir insan sürüsü görmüş. Öndeki meşaleler arkadakileri, arkadaki meşalelerse öndekileri aydınlatıyormuş.” “…[H]avada yüzer gibi üzerlerine geliyormuş. (…) Dedem alenen ağlamış, ‘…Köylüler geldi,’ demiş./ Yaşlısı genci, kadını erkeği yüzlerce insan etraflarını sarmış. Meşale tutmayanların ellerinde keser, kürek ve sopalar varmış.” (143, 187) Zafer kutlaması yapan konvoyu betimleyen yukarıdaki satırlar, gözünüzü kıstığınızda Gezi Direnişi’nin çapulcuları için de yuvarlanabilir pekâlâ… İşte böylesine büyüler yansıtabilmeli bir direniş, bağımsızlık, özgürlük savaşı, barış, demokrasi kavgası… Düz, sıradan anlatımla kaleme alınmış tefrika havasındaki roman değil ama bir sanat yapıtı, yaydığı büyüyle bunu kurabilmeli! İşgalcilerin yanında hafife alınamayacak bir işbirlikçi kesim de vardır hep dünyanın her yerinde olduğu gibi. Nitekim Mo Yan’ın yapıtında işgal güçleri “Japon Şeytanları” olarak anılırken, işbirlikçiler de “Çinli Kuklalar” nitelemiyle adlandırılıyor. Bu büyülü anlatımdan yaklaşık yirmi yıl önce Márquez de Yüzyıllık Yalnızlık’ta bir söylen ustası, yazıyı büyüyle buluşturup bunu efsunlu muskalara dönüştüren yazın cambazı olarak halkının acılı tarihine yönelmişti. Birkaç yüzyıl öncesine dek giden bir öykü kuruyormuş görünse de içinde kendisinin de debelendiği yüzyıla odaklanacaktır bu anıt yapıtında Márquez. Sonuçta destanında bir ailenin, aile bireyleri eşliğinde köyün (sonradan ilçenin) yaşadığı çalkantılı geçmişi anlatırken ülkenin, ötesinde kıtanın bağımsızlık savaşıyla özgürleşmeye dayalı kuruluş serüvenini getirir bu lirik metninde. Bir ülkenin toplumsal yaşamını ele veren dokunun altından ancak bu denli ustalıkla kalkılabilir herhalde. 1228 ru. Bu çerçevede toplumsal çözülüşler kadar sömürgenlere, işbirlikçilerine karşı yürütülen savaşımla ülkede düzen kuruluşuna yönelik yeni dengelere dayalı farklı oluşumlar da geliyor önümüze. Márquez’in “yüzyıllık yalnızlık” olarak nitelediği bu altüst oluşla insanlar adeta acının figüranlarına dönüşmüştür. Nitekim kimileyin neden savaştıklarını unuttukları olur. Örneğin “[s]ürüp giden kanlı savaşlardan habersiz” (204) olanlar bile vardır bunlar arasında. ”Çoğu neden savaştığını bile bilmiyordu(r zaten). Değer yargılarındaki ayrımlar yüzünden bir iç patlamanın eşiğine sürüklenen bu her boyadan boyalı toplulukta”, “savaşı çıkarmanın, savaşı bitirmekten kolay olduğu” (163, 168) ortadadır. Ayrıca “liderler arasında kanlı bir senben kavgası” da (175) boy göstermiştir… Nitekim Albay Buendia da “yabancı istilâcıların desteklediği bu yozlaşmış, çürümüş, aşağılık rejimi silip süpürmek için açacağı ölüm kalım savaşı”nın (238) hayalini kurmaktadır hep. Bu tür bir altüst oluş Mo Yan’da da gözlenir. Fethi Naci’nin retoriğe dönüştürülmüş söylemi anımsanabilir burada. Ne diyordu o? Halkımız, yaşanan toplumsal gerçeklikleri şimdilik romanlardan öğreniyor. Evet böyle; bu nedenle her iki yapıt da kendi toplumlarının roman gerçekliğine dayalı kanlı birer sivil tarih yorumu bağlamında alınabilir pekâlâ… ANADOLU ÖZGÜRLÜĞÜNDEN GEZİ BARIŞINA… Yukarıda sözünü ettiğimiz romanların yanına bizden bir yapıta daha yer açarak sözü bir çalım da ona getirelim hadi. Değil mi ki direnişin yüzyılına özgülüyoruz anlatıları… Şemsettin Ünlü’nün 1893’ten başlayıp bütünlediği, yayımlandığında tamı tamına yüzyıla yayılmış görünen Yüz Uzun Yıl (Can, 1993) adlı romanı anımsanabilir bu çerçevede. Yüz Uzun Yıl’da da küçük bir yerleşim (Küçükşehir) odağında bir toplumun emperyalizme, işbirlikçilerine karşı verdiği savaşıma yoğunlaşılırken bu kez bir meslek loncası (dabaklar) ile bunun kâhyası Yusuf başroldedir. Buradan kalkılarak bir halk kahramanlığının, sosyal eşkıyalığın sızıntıları olarak da okunabilir romanlar… Şemsettin Ünlü kendi uzun yüzyılını şöyle çiziyor: “Osmanlı toprağı, eşkıyanın dağda, Müslümandan, Hıristiyandan çetelerin köyde kentte yol kesip adam aldıkları; yabancıların, ayrıcalıkları, düyunu umumiyeleri, yerli ortaklarıyla her gün milletin bir başka varlığına el koyup nasıl bölüşeceklerinin hesabını yaptıkları bir koca yağmalıktı.” (129); “Padişah’ın; uzaklığını, ilgisizliğini, biçareliğini örtmek, mülkün sahibi olduğunu unutturmamak için; söylentiler yayması, el altından düzen kurup kendi Ordu Komutanını yuhalatmaya kalkışması da bir başkası…” (133) Ancak bu arada, “Selânik’te, Manastır’da, Ege Adalarında; Erzurum’da, Erzincan’da bile; gün gün yaygınlaşan Hürriyetçi kalkışmaların ta Yukarışehir’e uzanan yansımaları” söz konusudur. “Yukarışehirliler, kulaktan kulağa aktarılan korkulu fısıltılar bir yana, Abdülhamit baskısının getirdiği çöküntüyü kendi evlerinde, kentin sokaklarında, çarşılarında yaşa(r). Daralan geçimleri, yalnızlıkları, yılgınlıkları şuracıkta, ta evlerinin, işliklerinin içinde(dir)./ 1908 baharında, başkaldırının dipten gelen uğultusu, fısıltıların, söylentilerin çok ötesinde(dir).” (120) Yakup Kadri Yaban’da ne diyordu: “İnsan, hayvanların en galizidir.” (Remzi, 1965, 64) Yüzyıllık uykudan sonra “dipten gelen bu uğultu”yu duymayan, görmeyen, bilmeyen kaldı mı acaba? 26 Ağustos’tan 30 Ağustos’a, 9 Eylül’den 29 Ekim’e uzanan süreç 31 Mayıs’taki Haziran Gezi’siyle birlikte yeni bir evreye ulaşırken toplumumuzun kendi uzun yüzyılındaki yalnızlıktan çıkarak bu çoğulcu insan ormanlarıyla çağına yaraşır bir sivilleşme örneğine de dönüşmedi mi aynı zamanda? n 2013 n S A Y F A 15 Kendi toplumlarına dönük dönüştürüm yaklaşımları için Çin’den Mo Yan (altta), Latin Amerika’dan Márquez örneklenebilir. Yüzyıllık Yalnızlık, bir aile tarihi değil elbette yalnızca. Yanı sıra bir halkın acılı tarihi, ama bunun halk tarafından nasıl bir kara anlatıya, ötesinde kara gülmeceye dönüştüğünü de gösterir bize. “Yirmi yıl süren savaşın” (212) roman dökümüdür bu bir yerde. Ortaya çıkan toplumsal, ekonomik, sınıfsal, siyasal, teknolojik, dinsel, cinsel vb. değişimlerin de çetelesidir aynı zamanda. Mo Yan, dede Yu Zhan’ao ile nine aracılığıyla çatıp kuruyordu romanını, Márquez de Albay Aureliano Buendia ile nine Ursula odaklı izlettiriyor okuruna süreci. İki farklı toplumun altüst oluşu getiriliyor böylece. Gelin bu yaşamdan derlenebilecek kimi ipuçlarına, yanı sıra iki yazarın birbirinden farklı dursa bile yine de birbiriyle örtüşen dil, anlatım yaklaşımlarına, kurgularına biçemlerine değinelim bir iki not düşerek… YAZINSAL BÜYÜYLE BAĞIMSIZLIK ÖZGÜRLÜK BARIŞ İşte iki büyülü yapıt; Yüzyıllık Yalnızlık, Kızıl Darı Tarlaları… İki yapıt da topraklarını, değerlerini emperyalist sömürgecilere karşı korurken bir yandan savaşlarla savrulan, yaşadıkları iç karışıklıkları açmaya çalışıp kendi toplumlarında barışçı, görece de olsa demokratik düzen kurmak için çabalayan Latin Amerika ile Çin toplumlarının anıt romanları halinde çıkıyor karşımıza… Dizginsiz biçimde ritüellere yelken açan söylen temelinde yer yer masallar, rüyalarla bezeli, yer yer gerçeküstünde gezinen, insanların bütün saflıkları, bütün hinlikleriyle boy gösterdiği, bu çerçevede bir yanı derin hüzünler, kederlerde öte yanı alaysamada, hicivde, işin komiğinde çok renkli, çok katmanlı birer roman her ikisi de… Márquez, Macondo; Mo Yan, Gaomi Kuzeydoğu Bucağı gibi küçük yerleşimleri odak almakla birlikte bütün ülkeyi içine katan bütüncüllükle, çözümleyici yaklaşımla karşılıyor oku29 A Ğ U S T O S