14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

gerekse kendi derdine düşmüş olduğundan ilgilenmemiştir. Tabii bu uygulamalara “iyi oldu” diyen “Türkiye Türklerindir”ciler de vardır. Şimdi mutlaka birileri “Ama Yunanistan da Batı Trakya’daki soydaşlarımıza çeşitli baskılar uyguluyor!” diyecektir. Doğrudur, söylenen baskılar büyük ölçüde gerçektir. Fakat Yunanistan, MüslümanTürk yurttaşlarına “mütekabiliyet” denen o insanlık dışı uygulamalar çerçevesinde baskı uygulayacak kadar özgüvenden yoksunsa ve evrensel insan haklarını çiğniyorsa benzer ayıba Türkiye Cumhuriyeti’nin de başvurması mı gerekiyor? Rumların büyük çoğunluğu o felaket günlerinden söz etmeye çekiniyorlar. Henüz korku eşiğini aşamamışlar. Korkuyorlar, çünkü devletin ziyaret için de olsa yurtlarına gelmelerini engelleyeceğini düşünüyorlar. Türkler susuyorlar, çünkü bir bölümü işlenen suçlara ortak olmuşlar, bu felaket onlar için verimli bir rant kapısı olmuş. Diğer bölüm ise Rumlara yapılan bu zulümden devlet adına utanç duyuyor, susuyor. Benim amacım ise bu adada neler olup bittiğini kamuoyuna duyurmak, insanları yakın tarihimizin bu sayfasıyla yüzleşmeye çağırmak. “ÖFKELENMEMEK ELDE DEĞİL” Halkları ayrıştıran, seri hak ihlallerinde bulunduran devletin geçmişte yaşananlarla nasıl yüzleşmediğini de değerlendirir misiniz? Ada uzun yıllar boyunca Hasan’ın böreği gibi yağmalanmış. Bir yerde rant söz konusu olunca kötü insanlar oraya akbabalar gibi üşüşürler. Buraya da üşüşmüşler. Rumların malları, mülkleri, tarlaları, evleri kapanın elinde kalmış. Hâlâ gözleri doymamış rant doyumsuzları şimdi de Rumların nasılsa ellerinde kalmış arazilerine saldırıp taş çıkartıyorlar. İyi iş, çünkü bir traktör römorku taşın ederi 300500 TL arasında değişiyor. Adada yıllardır süren tapu davaları var. Mahkeme ille de “bilirkişi” istiyor. Adam 1964’te bırakıp gittiği tarlasının, evinin tapusunu almak için başvuruyor. Yarım yüzyıl geçmiş, “bilirkişi” olarak çağrılanların en genci ise 85 yaşında! O, “evet, burası onun” deyince iş bitecek, ama adamcağızın ne gözü görüyor, ne yürüyecek durumda, ne Türkçesi ne de sağlıklı bir belleği var. Amaç, yorgunu yokuşa sürüp mal sahibine malının tapusunu vermemek. Davalar yıllarca sürüyor. Örneğin, bir Rum dostuma Avustralya’da ölen bir akrabasından miras kalmış. Akraba 1968’de ölmüş, dostum elindeki veraset ilamıyla üç yıl önce tapuya başvuruyor. Ne görsün? 1968’de ölen akrabası 1992’de diriltilmiş, bir Türk’e yapılan satış işleminin altına imza atmış! Çok sayıda örneği var bu tür uygunsuzlukların. Devletin bunlara “Dur!” demesi gerekiyor. Yoksa kimsenin kuru kuruya bir yüzleşme beklediği yok devletten. “1964 Felaketi” nitelemeniz için diyorsunuz ki “Hiçbir Rum bu ifadeyi kullanmadı”... Rumlar yaşadıkları acıları küllenmeye bırakmışlar, unutmak istiyorlar. Düşünün, köyünüzdesiniz, muhteşem gün batımlarından birinde bir yamaçta durmuşsunuz, yeşile vuran akşam güneşinin kızıllığını seyrediyorsunuz aşağıdaki ovada. Orada bir yerde insanlar var, C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I Üç yıl içinde adada yaşayanlar gibi yazları Yunanistan’dan, İsveç’ten, ABD’den, İsviçre’den, Avustralya’dan da gelen birçok dostum oldu. Uzun sohbetler yaptık. Hüzün Adasında Bir Köy’ü onlarla birlikte yazdık diyebilirim. Bu dostlarım, nerede yaşıyor olursa olsunlar, İmroz’un kendileri için ana yurt olduğu gerçeğini hiç Deniz Kavukçuoğlu eşi Sevgi Hanım’la 2010 yılından beri Gökçeadalı... akıllarından çıkarmamışlar. Adayı hep bir şeyler yapıyorlar. özlemişler. Ortak duygularını “özlem” İşte, tam orası bir zamanlar babanızın olarak tanımlayabiliriz. olan, devletin 311 TL’ye kapattığı 849 Ada’ya yeni Rum ailelerin gelmesi metrekarelik tarlası! Eğer o felaket yabekleniyor mu? şanmamış olsa orası sizin yani… Ama değil, Devlet Üretim Çiftliği diyerek Rumların geri dönüşleri kolay değil. kamulaştırmış, sonra eveleme develeme Çünkü göç ettikleri yerlerde yeni habir özel kişiye devretmiş. Öfkelenmeyatlar kurmuşlar, oralara kök salmışlar. meniz elde değil. Fakat öfkelenmek de Bir de bir türlü sonuçlandırılamayan istemiyorsunuz, en iyisi unutmak diyormülkiyet sorunları var. Bu çerçevede sunuz. O zaman öfkelenmek de, feladevlete görevler düşüyor. Devlet yıllar kete “felaket” demek de bana düşüyor. içinde TC yurttaşlıklarını yitirmiş, YuÇünkü haksızlığa karşı ses yükseltmenin nan uyruğuna geçmiş Rumların yeniden dini, ırkı, milliyeti yok, yalnızca insan vatandaşlığa alınma başvurularını kogibi insan olmak gerekiyor. laylaştırmalı ve el konmuş, gasp edilmiş taşınmazlarını kendilerine iade etmeli“SONUÇLANDIRILMAYAN dir. Düşünebiliyor musunuz, bu insanMÜLKİYET SORUNLARI VAR” lar adayı apar topar terk etmek zorunda Gökçeada’dan dünyanın dört bir yakalmışlar, evlerini içindeki eşyası ile nına gitmiş ve/veya sürüklenmiş insanlabırakıp gitmişler. Yıllar sonra geri dönrın öykülerinde öne çıkanlar nelerdi? Konuştuğunuz, söyleştiğiniz insanlar hangi ortak duyguları, tanıklıkları dile getirdiler? Her türlü yoksunluk ve yoksulluğa karşın bu insanlar adada mutlu hayatlar sürmüşler. Derin bir yurt sevgileri var. Bu, boyutları adayla sınırlı yalın, somut bir sevgi, dolayısıyla kolay anlaşılabiliyor. Adanın insanını, hayvanlarını, dağını, ovasını, denizini, böceğini, ağacını, çiçeğini bir bütün olarak koşulsuz sevmek… düklerinde evlerinin birileri tarafından işgal edildiğini, önce zilliyetinin, sonra da mülkiyetinin o işgalcilerin üzerine geçtiğini görmüşler. Bu durumlar bir çözüme kavuşturulsa ada onların emekliliklerini yaşayacakları bir cennet olur. Patrik I. Bartholomeos’nun Gökçeadalı olması Rumlar açısından nasıl bir fark yaratmıştır? Patrik I. Bartholomeos gerek Türkiye’de gerekse dünyada sözü ağırlık taşıyan bir ruhani lider; aynı zamanda da çok yönlü bir entelektüel. Kendisinin Gökçeada’nın Zeytinliköy’ünden olması adalı Rumları çok sevindirdiği gibi kendilerinden birinin Ekümenik Patriklik gibi bir göreve gelmiş olması onlara özgüven kazandırmış. Onun TürkRum kardeşliğine büyük önem veren bir insan olması iki toplum arasındaki ilişkileri olumlu yönde etkilemiş. Gideni hep çağırmış gibi Gökçeada. İnsan öykülerinden bir çıkarım da bu yönde. Eninde sonunda geri dönmek düşlenmiş hep. Öte yandan kitapta Gökçeada’nın giderek betonlaşmasına da dikkat çekiyorsunuz. Burada da dile getirmenizi rica ediyorum, Diren Gökçeada diyerek. Dünya cenneti bir doğa parçasının rant uğruna çirkinleştirilmesine öfke duymamak olası mı? Doğal ki bu öfke Gökçeada’ya küsme nedeni olmamalı. Bu adaya sahip çıkmak, toplumdaki dinsel, etnik farklılıklara saygı göstererek adayı bir kardeş bahçesine dönüştürmek, hukuku üstün kılmak, doğasını korumak için elbirliğiyle savaşım vermek gerekiyor. Aklı başında bir turizm politikası ekonomiyi canlandırabilir, Gökçeada Türk’üyle, Rum’uyla dünyaya örnek olacak bir vitrin durumuna, bir çekim merkezi durumuna getirilebilir. Ne var ki ada büyük bir hızla betonlaştırılıyor, çirkinleştiriliyor. Fakat yine de her şey için çok geç değil. Evet, Diren Gökçeada! n gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Hüzün Adasında Bir Köy/ Deniz Kavukçuoğlu/ Can Yayınları/ 251 s. Kavukçuoğlu’nun kitabı yazmaktaki amacı bu adada neler olup bittiğini kamuoyuna duyurmak, insanları yakın tarihimizin bu sayfasıyla yüzleşmeye çağırmak. 1228 2 9 A Ğ U S T O S 2 0 1 3 n S A Y F A 1 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle