Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Deniz Kavukçuoğlu’ndan ‘Hüzün Adasında Bir Köy/ GökçeadaBademli’ pullarından başka bir şey yok belleğimde. Sonra 6/7 Eylül 1955 Olayları… Yakılan, yağmalanan ibadethaneler ve binlerce ev ile dükkân. Yaşadığım en büyük utançlardan biriydi. Beş yıl sonra 27 Mayıs 1960 darbesi. İdamlar. 1962 ve 1963’te Albay Talat Aydemir’in darbe girişimleri. Yine idamlar. 1960’ların ikinci yarısında başlayan kitlesel öğrenci hareketleri ve bunlara karşı gerçekleştirilen 12 Mart 1971 darbesi. Toplu yargılamalar, idamlar. Şirazesi kaymış bir ülkede yaşıyorduk. Sonra 12 Eylül 1980 darbesi ve izleyen zulüm yılları. İşkenceler, ölümler... 1983’le birlikte başlayan Güneydoğu olayları ve 30 yıl süren düşük yoğunluklu savaş. On yedi binden fazla faili meçhul cinayet, yargısız infazlar. Terör, kan ve ateş. Aynı dönemde başlayan ve giderek şiddetlenen ve kırk yedi diplomatımızın canına mal olan ASALA terörü. Devletin bu olaylara misilleme olarak Türkiye Ermenilerine karşı uyguladığı açık ya da gizli baskılar... Sonunda Hrant Dink cinayetine varan ırkçı/milliyetçi kışkırtmaları... Evet, “yakıcı” bir yakın tarihimiz var bizim! Tüm bu olaylar sırasında 1964’te Bakanlar Kurulu kararıyla Yunanistan uyruklu yaklaşık 12.500 İstanbul Rum’u sınır dışı edilmiş, onlarla evli olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan eşleri ve çocukları da birlikte gitmek zorunda kalmışlardır. Durumları Lozan Antlaşması tarafından güvence altına alınmış ve tümü Türkiye Cumhuriyeti uyruğunda olan Bozcaada ve Gökçeada Rumları’na çeşitli baskılar uygulanarak göçe zorlanmışlardır. Örneğin, her iki adada da Rum okulları kapatılmış, çocuklu aileler adaları terk etmişlerdir. Gökçeada’da Rumlara ait yaklaşık 19 million metrekare tarım arazisi Devlet Üretme Çiftliği, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Açık Cezaevi’ne tahsis edilmek üzere yok pahasına kamulaştırılmış, Rumların geçim kaynakları kurutulmuştur. Devlet bununla da yetinmemiş, Rumların balıkçılık yapmalarını, yetiştirdikleri hayvanlarını ada dışına satmalarını, Türklerin “uzmanlık alanı” olan işlerde çalışmalarını yasaklamıştır. Bununla da yetinilmemiş, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden getirilen binlerce hükümlü “açık cezaevi” uygulaması altında Rum köylerine salınmıştır. Bu uygulamaların “resmi” nedeni 1963 yılı sonunda Kıbrıs’ta Rum EOKA örgütünün Türk köylerine yaptığı alçakça baskınlar sonucu üç yüz yetmiş dört Türk’ün yaşamlarını yitirmesine karşı yapılan misillemedir. Ne var ki bu misillemenin hedefi bu topraklarda doğup büyümüş olan Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarıdır. Bir devletin kendi yurttaşlarını farklı din ve etnisiteden olmaları nedeniyle bir misilleme malzemesi olarak değerlendirmesinden daha vahim, daha acı bir durum olabilir mi? Sonuçta sayısı yaklaşık yedi bin olan Rum nüfus iki yüz yetmişe düşmüş, ada Türkleştirilmiştir. Yukarıda sıraladığım olayların akışı içinde çalkalanan Türkiye kamuoyu Rum yurttaşlarımızın başına gelen 1964 felaketine gerek bilgi eksikliğinden, K İ T A P S A Y I 1228 ‘Diren Gökçeada’ “Hüzün Adasında Bir Köy / GökçeadaBademli”, kendisi de artık bir Gökçeadalı olan Deniz Kavukçuoğlu imzalı fotoğraflarla zenginleştirilmiş bir sivil tarih çalışması. Kitabında adada kalmış, kalabilmiş Rumlarla yaptığı söyleşileri, ada hakkında ulaşabildiği tüm bilgi ve belgeler eşliğinde bir araya getiriyor Kavukçuoğlu. Gökçeada’nın tarihi, adanın yerli Rumlarının yaşadığı sıkıntılara bir zamanlar köylüler için cennet olan, onların ana vatanı olan adanın zamanla bir hüzün adasına dönüşmesine tanık ediyor okurları. Gökçeada’nın gelenekleri, komşuluk ilişkileri, yemekleri, bayramları ve ilginç kişilikleri de kitaba renk katıyor diğer yandan. Deniz Kavukçuoğlu ile kitabını konuştuk. r Gamze AKDEMİR üksel ve İnci Pazarkaya’nın vesile olmasıyla 2009’da gittiğinizi yazdığınız Gökçeada ve insanlarına dair ilk izlenimleriniz nelerdi? Bademli’ye ilk gittiğimde köye çıkan çakma taşlı, kıvrımlı yolda karşılaştığım yıkıntılar, kapıları, pencereleri çürümüş, çatıları çökmüş, bahçelerinde yaban otları, çalılar bitmiş, topraklarından yararsız ağaçlar yükselmiş taş evler beni şaşırtmış, içimi bir hüzün kaplamıştı. Yıkıntıların yansıttığı terk edilmişlik duygusu öylesine yoğundu ki aralarındaki oturulabilecek durumda olanları, içinde insanların yaşadığı evleri bile göremiyordum. Köye vardığımda Pazarkayaların evlerini sormak için önünde durduğum köy kahvesinde konuştuğum, şivelerinden Rum olduklarını anladığım insanlarda belli belirsiz bir tedirginlik sezmiştim. Kibarca yolu tarif ettiler. Hiçbir şey sormadılar. Oysa Rum şivesini duymayalı yıllar olmuştu, özlemiştim. Cihangir’de geçen çocukluk yıllarımda sokakta oynadığımız arkadaşlarımın anne babaları da öyle konuşurlardı. Yerleşmeye karar verişiniz… Kaldığımız evde kablosuz internet bağlantısı yoktu. Yazı yazmak ya da bilgisayarıma gelen iletilerime bakmak için her sabah aynı zamanda kahve olarak kullanılan köy odasına geliyor, dışarıya çıkarılmış masalardan birine oturuyordum. Her geldiğimde gözlerim tam karşımdaki yıkıntıya takılıyordu. 100150 yıllık bir yapıydı. Kim bilir ne sevinçler, ne mutluluklar veya ne kederler, ne acılar yaşanmıştı bu evde? Kim bilir kaç bebek bu evin duvarları arasında dünyaya gözlerini açmış, kaç kişi gözlerini dünyaya kapatmıştı? Sonra ne olmuştu? Bu evde yaşayan insanlar nereye gitmişti? Hâlâ hayatta mıydılar? O insanlardan hiçbir şey kalmamıştı yıkıntılar arasında; talancılar her şeyi alıp götürmüşler, geriye taş yı“Dünya cenneti bir doğa parçasının rant uğruna çirkinleştirilmesine ğınlarından başka bir öfke duymamak olası mı? Doğal ki bu öfke Gökçeada’ya küsme neşey bırakmamışlardı. deni olmamalı” diyor Deniz Kavukçuoğlu. Giderek o evle nun komşuya ne zaman muhtaç olacağı aramda bir bağ oluşmuştu; aklımdan belli değildir. Eşim Sevgi de, ben de çıkaramaz olmuştum. Buna bir “aşk” adalı olmaktan çok mutluyuz. Mükemda diyebilirsiniz. Çünkü daha önce hiç mel komşuluklar, dostluklar kurduk. aklımızda yokken 2010’da o evin sahibi Kapımız herkese açık. Komşularımızın olduk. da öyle. Ayrıca kibir, kasıntılık, ya Sosyal rutini, iletişimi, gelenekler, rışmacılık, statü merakı gibi genelde ritüeller... Hele ki dini törenler, özellikkentlere/kentlilere özgü takıntılara le kutsal günlerdeki hareketlilik... Bu köyümüzde yer olmaması yaşamımızı açılardan yaşam nasıl akıyor? O “adalı” kolaylaştırdı. Bir bakıma kendimizi olma halini ve ailenize neler kattığını bulduk. anlatır mısınız? Ortodoksların hemen hepsi adla“YAKIN TARİHİMİZ YAKICI!” rını bir azizden alıyorlar, dolayısıyla 1964 Felaketi’nden sonra binlerce dinsel bir anlamları var. Bu nedenle Rum nüfusun, evini, yurdunu, tarlasını, doğum günlerini değil, isim günlerini bahçesini can havliyle terk edip soluğu kutluyorlar. Bu gün de adlarını taşıyabancı memleketlerde alması… Rumdıkları azizlerin yortu gününe rastlılar o günlerden söz etmeye çekiniyor, yor. Örneğin, bizim köyümüzde üç Türkler unutmayı yeğliyor. Kitapta Dimitri (Dimitrios) var, isim günlerini vurguladığınız gibi bu neredeyse hiç koSelanik’in koruyucusu olan 260 doğumnuşulmuyor bile. Bu kitap ise konuşuyor, lu Aziz Dimitrios’un yortu günü olan 27 konuşturuyor! Ada’nın güzelliklerine de Ekim’de birlikte kutluyorlar. Bu arada elbet odaklanmakla birlikte yüreği yakın Paskalya yortusu ile 15 Ağustos’ta kuttarihle göbekten bağlı ve yakın tarih lanan Meryem Ana yortusu var. Bir de yakıcı! Bu noktada neyi amaçladığınızı bizim doğum günlerimiz, bayramlarımız açar mısınız? ve yılbaşı... Her kutlama yemeli içmeli, “Yakın tarih yakıcı.” Çok doğru şarkılı türkülü, danslı bir şenlik demek; söylüyorsunuz. 1943 doğumluyum. 70 bu açıdan çok zenginiz. Böyle günlerde yıl içinde ardı ardına huzurlu geçmiş Rum veya Türk tüm köylüler örnek bir bir on yıl bile yaşamadım. Gözlerimi dayanışma sergiliyorlar. Herkes birdünyaya açtığımda II. Dünya Savaşı birine yardım ediyor; birlikte yorulup sürüyordu. Sonrasında evimizin penbirlikte eğleniliyor. cerelerinde asılı duran eski karartma “Adalı olma hali”nin ortak özelliği gecelerinden kalmış siyah stor perdelerdayanışma ve paylaşımcılık. Bu, adalılıden ve nüfus kâğıdımdaki kömür tahsis ğın özünde var. Ada yaşamında komşu2 0 1 3 Y S A Y F A 1 2 n 2 9 A Ğ U S T O S C U M H U R İ Y E T Fotoğraflar: Şebnem Soral