19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K Fethi Naci’nin ilk beslenme kaynaklarını Giresun’daki Halkevleri yayınları oluşturmuştu. İlk yazılarını da Yeşil Gireson gazetesinde yayımlamıştı zaten o. üyük kentler, cumhuriyetin kurulduğu yıllarda da başı çekiyordu kuşkusuz, ancak taşranın en ücra yerleri, Halkevleri aracılığıyla yayına kavuşuyor, taşrada yayımlanan gazetelere, Halkevlerinin dergileri de ekleniyordu. Günümüzde oysa yayıncılık, tam bir sanayi kolu haline gelmiş durumda. Eleştiri, deneme kitapları bile tüm ülke coğrafyasına yayılırken yazarlar, baskıyla karşılaşmıyor, eskilerin göğüslediği sıkıntıları yaşamıyor belki, ama bu, taşranın ortadan kalktığını da göstermiyor. Kaldı ki kentlerin barındırdığı, sergilediği, yansıttığı pek çok etkinliğe karşın gide gide taşralılığın gölgesine girdiği de görülmüyor mu? Fethi Naci, taşra günlerini bol bol serpiştirirdi yazılarına, anılarında bunları içe dokunan yanlarıyla, ama açıklıkla anlatmaktan kaçınmazdı. Eleştiride kılavuz olduğunda, taşradan gelen öykülere, romanlara karşı da hiçbir zaman kapılarını kapatmadı zaten… Ne var ki taşradaki yazarların, ne yapıp edip bir yolunu bularak bu döngüden çıkması gerektiğini, taşralılık bukağısından kurtulmadan insanın tam anlamıyla bir yazıncı olamayacağını, sanat yapamayacağını söyledi, yazdı her fırsatta. O yıllarda taşradaki yayıncılık enikonu resmi hava yansıtıyordu, hele 1940’larda bunun koyu bir karanlıkla örtüştüğü de kestirilebilir, onca yoksulluk sürerken hem de… Şu son yıllarda nasıl gidiyor peki yayıncılık oralarda? Gelin bu hafta da dört farklı yerde yayımlanmış eleştiri, deneme kitabıyla birlikte olalım. İstanbul’dan Behçet Çelik’in Ateşe Atılmış Bir Çiçek’i (Can, 2012)… Trabzon’dan Attila Aşut’un Günlerin Kıyısından’ı (Kıyı, 2011)… İzmir’den Bahri Karaduman’ın Işığa Yeniden Bakmak’ı (Şenocak, 2012)… Uşak’tan Şener Öztop’un Taşranın Gri Aydınlığı (Gri, 2010)… KENDİ YANGININDAKİ TAŞRA… Taşranın Gri Aydınlığı için “Önsöz” kaleme alan Prof.Dr. Kıymet Giray, “Ülkelerin en görkemli kentleri sanatın gelişiminin yaşandığı ortamlar olarak belirlenir” deyip “bu kaynağın suları(nın) küçük kentler(den) beslendiği”ni belirtiyor, sonra da Şener Öztop’u imliyor kaynaklardan biri olarak. Öztop, Fethi Naci’nin 1940’larda S A Y F A 16 n 1 A Ğ U S T O S itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] FETHİ NACİ ZAMANI3 Ateşe atılmış taşra kıyılarından ışığa… Giresun’da yol bulmaya çabalamasına benzer biçimde elli yıl önce, kendini gerçekleştirmek üzere delikanlılık didinişlerini paylaşıyor okurla. “Son Deyiş”inde kitaptakilerin, “Hayatın erdemlerine inanan, kültür ve sanatı seven, taşralı, ‘yalnız gezen bir yazarın’ kendi penceresinden gördüğü, gözlemlediği, izlediği, okuduğu kitaplardan edindiği ‘kültürel çeşitliliği’, idealist duygu ve düşünceler ışığında yaz(dıkları)” olduğunu söylüyor… Sonraki yıllarında büyük kentlerde sanatın gelgitleri arasında örsten geçmemiş değil Öztop. Ama yine de kendi taşrasının gri aydınlığını yeğlemiş olmalı ki, kitabını yayımladığı gibi yaşamını da sürdürüyor orada. Şu yakınış içten içe bu sıkıntısını ele veriyor zaten: “Taşranın yazgısı mıdır nedir? Bir türlü istenilen düzeyde sanat etkinlikleri yok denecek kadar azdır. Ya da bu konuda etkin olabilecek kişilere sanki bir perde gerilir önüne…” (54) Belki de bundan kaynaklı Öztop, özellikle Anadolu kentlerinin kültürel değerleri üzerine azımsanmayacak çeşitlilikte, bollukta çalışmalar yapmış, mimarisinden geleneklerine, göreneklerine, yayınlarından resmine, öncülerine vb. yönelik pek çok yazı kaleme almış. Kitaba adını da veren yazısında bu kederini paylaşıyor bir bakıma: “Olanaksızlıkların, maddi yetersizliklerin, yeterli ortamı yaratamamamın sonucunda bir türlü istenen, beklenen verimliliği gösteremeyiz. Bu, her ‘dal’da söz konusudur ” (139). ANADOLU’NUN KIYISINDAN ÜRETİME KATILMAK… Attila Aşut Trabzon’dan, Bahri Karaduman İzmir’den üretime katılırken Şener Öztop gibi sıkıntılar yaşamamış olabilir. Ayrıca Aşut’un, taşrada yayımlanan en etkin en önemli birkaç dergiden biri olarak Kıyı, Karaduman’ın İzmir kökenli yayınevi olarak Şenocak ile bir yaşam havı kazandıkları düşünülebilir. Delikanlılık yıllarında Uşak’ta bir yazın dergisi çıkarma eylemine de katılan Öztop gibi (VI, VII) görece içe kapanmış değiller yani… Hele Aşut, başka yayınlara da öncülük yapmış bir ad. Zaten çok yönlülüğü, farklı kişiliğiyle öne çıkan bir aydın Aşut. Yalnız gazeteci, yazıncı değil, öteden beri ülkenin sorunlarıyla içlidışlı yaşayan bir siyasal eylemci de. Bugüne dek kaç yazı yayımlamıştır, kendisi bilir mi? Ama ilk göz ağrısı olarak şairliğinden damıttığı bir şiir kitabıyla (Acının Külrengi, Serander, 2001) on yıllar sonra, biraz da Kıyı çevresinin zorlamasıyla yayımladığı, alt başlığı “Trabzon Yazıları” olan bir kitap… Yazar, söz konusu kitabının yayımlanma serüvenini “Önsöz”de şu satırlarla açımlıyor: “Elli yılı aşkın yazı birikiminden tek kitap çıkarmak kolay değildi.” “Bu 2013 B yazıları bir araya getirmeseydim, çoğu artık aramızda olmayan bu güzel insanlar, belleklerimizden de büsbütün silinmiş ve koyu bir karanlığa gömülmüş olacaklardı.” “Ayrıca bu yazıların azımsanmayacak bir bölümü, yazarın kişisel tanıklıklarına dayandığı için, tarihe alçakgönüllü bir not düşümü gibi de okunabilir.” Attila Aşut, kitabını dört bölüm halinde yapılandırırken ilk iki bölümde taşranın önemli kültür kenti konumuyla Trabzon’a, ona bu niteliği yükleyen insanlara, bunların yol açtığı katkılara yer veriyor. Son bölümde ise sanat, ekin, siyasa vb. farklı alanlarda öncülük üstlenen kimi yitiklerimizle değerlerine yönelik yaklaşımlar sergiliyor. Yazılarından birinde şöyle bir içlenmesiyle de karşılaşılabiliyor Attila Aşut’un: “Yazarlığı çok ciddiye aldım./ Kuyumcu titizliğiyle işledim her bir tümceyi./ Her gün, her saat, sözcüklerle boğuştum durdum!/ Yazılara yüreğimi kattım… /…/ Yazarları, ozanları ancak ölünce seviyoruz./ İyi ozan, ölü ozandır!/ Dirileriyle işimiz yok!/ Ne diyelim?/ Bize diri ozanlar değil, ‘Ölü Ozanlar Derneği’ yakışır!” (170, 171) Bahri Karaduman ise, “Birkaç Söz ve İçten Teşekkür”ünde amacını şu satırlarla ortaya koyuyor: “Yazmak, bir tutku. Yazdığını yayımlayabilmek, okurun karşısına çıkmak, okunmak büyük mutluluk.” “İzmir, Türkiye’nin aydınlık yüzü. Çok sayıda değerli sanatçı İzmir’de yaşıyor. Bu yetenekli kişiler, sanatın tüm dallarında birbirinden yetkin yapıtlara imza atıyorlar (…) Amaç…, tanıtmaya çaba gösterdiğim yapıtların yarınlara kalması, gelecekte de okunması. Bu nedenle kitabıma ‘Işığa Yenden Bakmak’ adını verdim (…) İzmir ışığı gelecek için hepimiz için yarının Türkiye’si için…” Karaduman, İzmir çevresinden azımsanmayacak sayıda şairle yazara yer açıp bunlar üzerine kaleme aldığı yazıları sunarken beş şair, yazarla kitapları üzerine söyleşilerine de yer veriyor. HER YER TAKSİM, HER YER ANADOLU… Behçet Çelik’in, öteki üç yazardan farkı, İstanbul odaklı oluşu değil; öykü, roman yazarlığındaki dikkat çekici konumu bana göre. Yoksa o da dergicilik yapmış, farklı yayınlarda yazılar yayımlamış, bu yolla ciddi çalışmalara imza atmış… Çelik, öyküleri, romanları kadar “deneme” olarak nitelediği bu yazılarıyla da yüksek ivme sergiliyor. Nitekim yazıların tümünü değilse de ciddi bir bölümünü sözcüğün tam anlamıyla “eleştiri” bağlamında almak olası. Gerçekten de “Yazarlar, Kitaplar, Okuma Notları” alt başlığı ile sunduğu bu yazılarında Çelik, öykücülüğümüzle romancılığımıza yönelik koca bir yüzyıla yayılan bütünsellik içinde çok yararlı, işlevli yaklaşım getiriyor. Behçet Çelik de öteki üç yazar gibi “Sunuş” kaleme almaktan kendini alamamış. Şöyle diyor: “…[B]u gibi yazılar yazmamın esas nedeni öğrenmek oldu. Bildiğim bir şeyleri başkalarına anlatmak, göstermek için değil, yazarken öğrenmek, keşfetmek için geçtim kâğıdın ya da bilgisayar ekranının karşısına. Öğrendim de, hem de çok şey.” “Yazının gizi ya da gücü belki de: Yazılmış bir metin üzerine yazmaya kalkıştığınızda konu aldığınız metin kendini daha da açıyor –‘yazıların kardeşliği’ mi demeli buna?” “Metnin ruhu” üzerine söylediklerine Çelik’in, özellikle yer açayım istiyorum: “…[E]debiyat eleştirisinin amacı nedir? Metni çözümlemek, yorumlamak, paylaşmak. Belki hepsinden bir parça, ama asıl olarak edebiyat eleştirisi, metnin ruhunu yakalamak ve göstermek ister.” “Metnin ruhunu biraz da sezgisel olarak algılanabilir bir şey olarak görmek gerekir belki de. (…) ‘Metnin ruhunu sezmek’ için edebiyatla yakın bir ilişki kurmuş olmak gerekir. Edebî metinleri olduğu kadar, edebiyat eleştirilerini de okudukça sözünü ettiğim sezgi gücümüz artar. (…) Hikâye yazarı gibi eleştirmenin de yaratıcı bir yanı olmalıdır; metnin ruhunu sezmek kadar bunu ifade etmek de yaratıcı bir faaliyettir./ …Metnin ruhu yazarın iradesine tabi değildir.” (…) Ama metnin ruhu bunlardan özerk olarak ortaya çıkmış olabilir. (…) …[Y]azarın değil metnin ‘ideoloji’sini kavrama(k). Metnin ideolojisi ne kahramanın ne anlatıcının söylediklerinde ne de metnin dil ya da kurgusunda bulunur. Hepsinin bir araya gelerek yarattığı yeni ‘evren’de içkindir metnin ruhu.” (298, 299, 300) Gelin “metnin ruhu”ndan “Gezi’nin ruhu”na geçelim şimdi bir anda. Yukarıda Fethi Naci Agam da bizi izliyor zaten. Bunlar onun konusu. Ama bu ruh her yere dağılmış değil mi? Kuşkunuz olmasın İstanbul, Gezi Direnişi’yle birlikte bu ruhu taşraya da taşıdı. “Her Yer Gezi/Taksim, Her Yer Direniş”te olduğu gibi ülkenin her köşesi, eleştiriyle, denemeyle büyüyen birer yayın merkezi artık… Her kitap, Melih Cevdet’in “Telgrafhane”sine benzer biçimde memleketin her yerinden sesler alıp vererek bu büyük değişime, büyük, bütünsel eleştiri çağına katkı sağlıyor… Güzelim ağabeyim Fethi Naci de yukarıdan bakıp mutlu, kıs kıs gülüyor sevimli küfürler savurarak, rakıcı bir çocuksulukla… Direniş ruhu için “Şerefe!” diyerek…n K İ T A P S A Y I 1224 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle