Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Bilinen coğrafyadan bilinmeyen insan manzaraları Mezopotamya Hikâyeleri Hasan Eken, bir önceki yapıtı “Kardelen ve Mum”da yakaladığı edebiyat dilini bu kez “Mezopotamya hikâyeleri”nde daha da güçlendirerek sunuyor okura. O kadim halkların kadim kültürlerinin kaybolmasına gönlü razı gelmediğini ve okurlarından da aynı çabayı beklediğini apaçık görebiliyoruz. r Korkut AKIN ızlı göç, altyapısı hazırlanmamış kentleşme, çarpık sanayileşme, sosyal ve siyasal koşullanma ve iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla köy, edebiyatın da ana malzemesi olmaktan çıkmıştı ne zamandır. Şimdilerde varoş dediğimiz gecekondu çevreleri köy gereksinimini karşılıyor, dolayısıyla da köy romanı (veya öyküsü) yerini çarpık kentlerin sorunlu sosyal yaşamını anlatan yapıtlara bırakıyordu. Bizim çocukluğumuzun “gitmesek de, görmesek de/ o köy, bizim köyümüzdür” şarkısı; bu kez farklı bir bakış açısıyla yeniden hayat buluyor. Son dönemde birkaç yazarın birkaç romanında da rastladığım gibi Hasan Eken de “Mezopotamya Hikâyeleri”yle, Çukurova’nın ötesinin de var olduğunu duyuruyor biz okurlara. Okullarda dağlar, nehirler, ormanlar, yeraltıyerüstü kaynaklar sanki camekanın ardındaymış gibi, sosyal yaşama katkısına hiç değinilmeden anlatılır. Oralarda yaşayanlar neyle geçinir, ne üretir, günleri nasıl geçer gibi sorular öğrencinin aklından geçse de soramadığından unutulur gider. yasaklı görmüş, hep uzak tutmuşuz. Kürtleri “kabul ettiğimiz” yani ‘kart kurt sesi çıkaran dağlılar’ olarak görmediğimizden beri onların yaşamları, sosyal durumları, gelenek görenekleri, inançları sinema için olduğu kadar öykü, roman, şiir için de malzeme oluyor. VAR OLUŞU SORGULAYAN... İnsanın var oluşunu sorgulayan tek yaratık olduğu bilinen bir gerçek. Bunu kavrayabilmesi için kendisini aşması gerekiyor. Toplumlar, bu aşmayı kültürleriyle sağlayabiliyor. İlginçtir elinizi uzattığınızda değebileceğiniz kadar yakında, yanı başımızda. İnsanlığın macerasını, kaderini, varoluşun anlamını, yaradılışın özüne varma çabasını yansıtan ilginçlikten öte derin bir kültür var Mezopotamya’da. Hasan Eken, akademisyenliğinin yanı sıra kendi kültürünü öne çıkaran o coğrafyayı anlatan öyküleriyle bir açıdan, borç ödüyor; hem kendisini var eden o topluma hem de o kadim külma tarafından batırılan bu denizaltılardan birinde hayatını kaybetmiştir. Robert Souchon adlı kişi, Otto’ya bir oluşumdan söz eder. “Denizin Bozkurtları” denen, başında Dönitz’in olduğu anlaşılan yapı, Alman ülküsünü canlandırmak ve İkinci Dünya Savaşı’nda büyük yaralar alan Almanlığı yeniden inşa etmek istemektedir. Bunun için de Nazizm’den faydalanmak amacındadırlar. Roman, Alman denizaltılarının yanı sıra, İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’dan alınan ama İstanbul’da inşa edilen, hakkında pek bilgi sahibi olmadığımız denizaltılarımıza da değiniyor. Atılay, Saldıray, Batıray gibi denizaltıları (UBoat) vasıtasıyla Alman ve Türk denizaltıları arasında bağlantı kuruyor. Ve UBoatlardan, bizdeki denizaltılardan da bahseden dilimizdeki nadir eserler arasına giriyor. türe. Hem de bilimsel çalışmalarındaki o katı, tuğla gibi keskin cümleleriyle değil alabildiğine akıcı, alabildiğine sıcak, alabildiğine insancıl bir dille... GİDEREK KAYBOLUYOR... Hızlı kentleşme, çarpık gelişme ve iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla her geçen gün biraz daha zayıflayan, bozulan, değişen bir yaşam var karşımızda. O bir kültür ve biz o kültürü korumamız gerekirken elbirliğiyle yok oluşunu hızlandırıyoruz. “Mezopotamya hikâyeleri” bilimsel bir araştırma değil, sözlü tarih çalışması da değil, ama Doğan Hızlan’ın “Edebiyat Hayattır” sözündeki gibi tarihi, doğayı, insan ilişkilerini, kadın erkek farklılıklarını, cinsiyet ayrımcılığını, sömürüyü, o sömürünün insanın gözünü karartmasını, isyanı, başkaldırıyı anlatıyor. Hasan Eken, bir önceki yapıtı “Kardelen ve Mum”da yakaladığı edebiyat dilini bu kez “Mezopotamya hikâyeleri”nde daha da güçlendirerek sunuyor okura. O kadim halkların kadim kültürlerinin kaybolmasına gönlü razı gelmediğini ve okurlarından da aynı çabayı beklediğini apaçık görebiliyoruz. Uzun yıllar yok edilmeye uğraşılmış, saldırıya uğramış ama yine de direnmeyi başarmış bu kültüre/ kültürel birikime sessiz kalmayı içine sindirememesi, Hasan Eken’in öykülerinin bir diğer gücü. n Mezopotamya Hikâyeleri/ Hasan Eken/ Postiga Yayınları/ 128 s. Konsolosluklar, Alman askerleri, özel arşivlerde geçen ve her yeni bölümde oluşuma dair yeni bilgiler veren macera türündeki roman, sürükleyici diliyle romanın devamını merak etmemizi ve İkinci Dünya Savaşı ve savaşın bilinmeyen, gizli kalmış yönleri hakkında bilgi edinmemizi sağlıyor. Gizli kalan ve romanın belkemiğini oluşturan sorulardan biri şu: İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, batan ve batırılan denizaltılar dışındaki yüksek teknolojiye sahip elektrobotlar, kaydı tutulmamış denizaltılar nerede? Ve bu denizaltılar acaba Nazizm hareketinin devamlılığını sağlamak, bugün bu hareketi ayakta tutmak için mi kullanılıyor? Bir proje olarak mı düşünüldü? Sık sık geriye dönüşler, kahramanların aktardığı o yıllara ait anılarla bu soruların cevapları aranıyor. Ve kayıtlara girmemiş denizaltıların bugün nerede olduğuna dair bulgular sunuluyor. n Marlene’in Yetimi/ Melih Esen Cengiz/ Altın Kitaplar/ 320 s. K İ T A P S A Y I 1224 H MEZOPOTAMYA... Şairin deyişiyle ‘birleşmeye kardeş kardeş akan Fırat ile Dicle’nin arasında kalan verimli, verimli olduğu kadar sorunlu, sorunlu olduğu kadar gizemli, gizemli olduğu kadar ürkütücü, ürkütücü olduğu kadar merak ettiren, merak ettirdiği kadar heves uyandıran coğrafi bölge Mezopotamya. Kadim halkların, kadim kültürlerin, kadim dayanışma ve dostlukların eksilmeden ama ne yazık ki çoğal(a)madansürdüğü bu toprakları, siyaseten hep Melih Esen Cengiz’in ikinci romanı Marlene’in Yetimi r Erdem ÖZTOP eksenlerde Amerika’da yaşayan, Almanca ve tarih öğretmeni Otto ve sevgilisi banka müdürü Tom, onlarla görüşmek isteyen gizemli bir yabancıyla yemek yerler. Tüm olayları başlatan da bu yemek ve görüşme olacaktır. “Robert Souchon” adlı kişiyi aradıklarında bu isimde kimsenin olmadığını öğrenirler. Gizli bir örgütle karşı karşıya olduklarının farkına varmışlardır. Ancak yaşadıkları türlü kötü olaya ve tehditlere rağmen örgüt hakkında bilgi toplamak için şehir şehir gezmekten, yeni kişilerle tanışmaktan çekinmezler. Romanda kahramanlar iki ayrı uçtadır. S A Y F A 1 4 n 1 A Ğ U S T O S S Melih Esen Cengiz, Marlene’in Yetimi’nde İkinci Dünya Savaşı’yla ilgili bir macerayı anlatıyor. Bu da zıtlığı artıran bir unsur olarak seyretmekte. Bir yanda, son günlerini yaşayan, AIDS hastası bir eşcinsel ve komünist olan Otto ve sevgilisi Tom; bir yanda da Nazizm’in temsilcileri, Alman ülküsüne sıkı sıkıya bağlı nüfuzlu askerler ve devlet adamları karşımıza çıkıyor. Başkahraman Otto’nun babası İkinci Dünya Savaşı’nda ünlü asker Dönitz kumandanlığındaki UBoat’lardan birinde (U869) komutandır. Gunter Ackermann adlı bu komutan, kimisi düşman tarafından batırılan, kimisi düşmanın eline geçmesin diye donan2 0 1 3 C U M H U R İ Y E T