29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] ÖYKÜCÜLERİMİZ ARASINDA 9 Öyküde geleneği kopyalamak, ardıl olmak... lim kitabından genişçe alıntı aktaracağım. Uluslararası konuma sahip bilimci İbrahim Semiz, Bilim ve Gelecek Kitaplığının başarıyla sürdürdüğü 50 Soruda dizisinde yayımladığı Görelilik Kuramı’nda (Bilim ve Gelecek, 2010), bakın neler söylüyor: “…[E] ğer otomobil işinizi görüyorsa, dörtçeker Soldan sağa: Ahmet Mithat Efendi, Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay. araç almazsınız…/ Bilimsel kuramlar öykücülüğümüz içinde değerlendirilebilecek da böyledir. Yenisinin geliştirilmesi eskisini örnekler, bizim dilimizde verimlendiğine göre. geçersiz kılmaz, eski kuram kendi sınırlılığı Eskinin mürebbi romanıyla yenilenmiş romaiçinde geçerliliğini ya da faydalılığını sürdürür; nın, eskinin görevci oyunuyla bugünün içsel bir bakıma bu ikisi aynı şeydir zaten. Eski ve oyununun nasıl romancılığımız ya da oyun yeni kuramların bakış açıları taban tabana zıt yazarlığımız dağarına katılması gerekiyorsa da olsa, aralarında çok büyük kavramsal farkhikâyeyle öykü de bu bütünün parçası kuşkular, Kuhn’un deyişiyle ‘paradigma kayması’ suz… Gelin önce öykü geleneğimiz üzerinde da olsa, bu faydalılık değişmez, çünkü… eski duralım iki satırla… kuram eğer uzun bir süre geçerli kabul edildi ise, bir sürü deneysel/gözlemsel testlerden ÖYKÜ GELENEĞİMİZDEN NEYİ başarıyla geçmiş olması gerekir. Yeni bir kuANLAMALIYIZ?… ram geliştirildi diye bütün bu testlerin sonucu Öykü geleneğimiz denildiğinde, olguyu ikili değişecek değil elbette. Yani elimden şu kol halinde geliştirmek olası. Hikâye geleneği anahtarlığı bırakırsam düşer, yarınöbür gün bağlamında Ahmet Mithat (18441912), Ömer yeni bir genel çekim kuramı geliştirilirse, birSeyfettin (18841920), Refik Halit (1888denbire düşmekten vazgeçmeyecek.” (26) 1965) üçlüsünü, sonradan farklı bir geleneğin Burada sanatın gerek bunu üreten anlak, oluşması yönünde Memduh Şevket (1884gerekse üretilen bilgi bağlamında bilimden 1952), Sait Faik (19061954) Sabahattin Ali apayrı bir alana karşılık geldiği unutulmamalı. (19071948) üçlüsünü almak olanaklı görünüBöyle olmasa bin yıllar öncesinin Homeros’u yor bana. bugün üretilmişçisine hâlâ nasıl okunabilir? Bu doğrultuda diyelim hikâye geleneğinin Konumuza dönersek modern öykü geleneasıl sonradan gelenlerce, özellikle 1940 ile ğimizin yaklaşık yüz elli yıllık geçmişinin de 1960’lar70’ler kuşağı, öykü geleneğinin de aslında bunlardan önce başlayıp süren bir aynı şekilde 1950 ile 1980’ler90’lar kuşağı geleneğin peşi sıra herhalde bir sıçramaya üyelerince pekiştirilip geliştirildiği öne sürübağlı olarak kendini koyduğu kestirilebilir. lebilir. Tıpkı sözünü ettiğimiz Batı kökenli modern Ancak tarafları kesin çizgilerle ayırmak, anlatının hikâye biçiminde kalarak süreç içinbu doğrultuda kurulacak farklı bağlantılarla de bundan öyküleme sanatının ortaya çıkışı yaklaşımları kesinleyen öngörüler geliştirmek gibi… elbette doğru tutum olmayacaktır. Kaldı ki bu kuşaklarla adları, saydam bütünsellik içinde ÖYKÜDE 1960’LARDAKİ KIRILMA… almak da olası değil. Nitekim anlatımcı hikâye Öykücülüğümüzde 1960’larda bütün sular geleneğinden gelip ya da bu geleneğin arbirbirine kavuştu, birbiriyle buluştuktan sonra dılıymış gibi görünüp sonraki verimlerinde enikonu birbirini tartıp gücünü yokladı, bu öyküleme geleneğinin ardıllığına soyunmuş arada kendisini sınamaktan da geri durmadı. yazarlar görüldüğü gibi bunun tam tersi Özellikle 1961 Anayasası’nın estirdiği deanlamsal yoğunlukla örülü bir öykücülükten mokratik özgürlük ortamında devrimci öykü, gelip sonraki dönemlerde hikâye geleneğine bir açıdan Halkevci dönemine geri dönerken, ulanmış yazarlarla da karşılaşıldığı anımsavarlığını zaten bu doğrultuda sürdüregelmiş nabilir. tutucu hikâyecilerle yüzleşme fırsatı yakaladı Bu yönde örnekler vermem gerekirse ilk bir bakıma. grup için Mustafa Balel, Burhan Günel, İnci Dünya görüşleri temelde birbirine taban Aral, Nursel Duruel, Hasan Özkılıç, ikinci grup tabana zıt iki farklı yakada öykü kaleme alan için ise Kemal Özer, Demirtaş Ceyhun, Adnan insanlar, bunu görebilenler için söylüyorum Özyalçıner, Erdal Öz adlarını sıralayabilirim… elbette, bir de baktılar ki, aslında birbiriyle Bu öne sürüşteki örnek adların da görece örtüşen bir öykü biçemi temelinde kaleme alınması gerektiğini ekleyeyim. Söylemek getiriyorlar öykü ya da hikâyelerini. istediğim bütün bu öykücülerin, hangi geleAma ilk kez kitap yayımlayan Necati Toneğin ardılı olursa olsun, hangi yönsemeyi suner, Selim İleri, Tomris Uyar, Nazlı Eray benimsemiş görünürse görünsün, tümünün vb. yazarlar farklı bir damar yakalayıp bunu de tartışmasız bizim büyük öykü geleneğimiz izleyerek yola çıktıklarından öykücülerin ardılı içinde kalacağı gerçeği… göründüler doğrudan, hikâyenin değil… Burada, tam yeridir diyerek popüler bir bi2013 O halde dünya görüşü temelinde ayrılan kimi yazarlar farklı dünyalardan geldikleri halde aynı öyküleme anlayışına dayalı ürün verirken belki dünya görüşleri arasında pek de belirgin fark bulunmadığı kestirilebilecek kimi yazarlar bambaşka bir öykücülüğün kapısından içeri girdi. Bunu böyle yorumlayabileceğimiz kanısını taşıyorum kendi payıma. Bu verilerle konuya yaklaşıldığında, öykücülüğümüz açısından 1960’ların gerçekten önemli bir kırılmaya yol açtığı savlanabilir herhalde. Nitekim bunun sonucunda, hikâye anlayışı temelinde buluşan insanların dünya görüşü açısından sergilediği uzlaşmazlık ile dünya görüşleri bakımından görece de olsa aralarında uylaşım sağlanacağı düşünülebilecek insanların, sıra öyküye geldiğinde asla uzlaşmaz tutum içine girmeleri ister istemez trajikomik görüntü veriyor geçen yarım yüzyıl sonra geriye dönüp de bakıldığında. Türk öykücülüğünün ana gövdesi içinde yer alıp buna bağlı görünmekle birlikte yine de hikâye ya da öykü geleneğinin ardılı görünen yazarların verim anlayışlarına dayanarak aralarında gözlenebilecek kimi farklara göz atıp örneklemeli biçimde bunları serimlemeye girişebiliriz sanıyorum… GELENEKSEL HİKÂYECİLİĞİN TEMEL YAKLAŞIMI… “Kitaplar Adası” yazılarını kitaplarla derinlikli ilişkiler kurarak geliştiriyorum hep. Geçmişte bunun dışında kalan bir iki yazım olmadı değil. Bu haftanın yazısı da bir bakıma böyle bir yazıya dönüştü satırlar ilerledikçe. Oysa masamda üç öykü kitabı var: Şükrü Bilgiç’ten (d.1947) Benim Sokaklarım (Belge, 2011), Hüseyin Akyüz’den (d.1950) Yağmurda Kuş Sesleri (Uzak Kitap, 2012), Zafer Berke’den (d.1957) Bambaşka Günler (Yaba, 2009)… Ancak yazıyı bunlarla sürdürebilmek olanaklı görünmüyor, köşenin sınırları buna izin vermiyor çünkü. Bu nedenle konuyu haftaya bırakıp tartışmayı kaldığı yerden götürelim istiyorum… Geleneksel hikâyenin bol sayıdaki örneğine bakıldığında temel dayanakları açısından öykücülüğümüzle aralarındaki ayrışmaların ilk üçü karşılaştırmalı olarak şöylece sıralanabilir bana göre: 1. Hikâye geleneğinden gelen öykücüler yani hikâyeciler anlamlandırmaya sırt çevirmemiş olmakla birlikte anlatımcı yanlarıyla öne çıkıyorlar öykülerinde. Kurgu ya da biçem oyunlarında genelde düz değişmeci tutum sergiliyorlar, öykü geleneği ardıllarının yaptığı köklü dönüştürümlerden uzak duruyorlar. O zaman da öykü, birbiri içinden doğmuş, üretilmiş, enikonu kopyalanmışlık duygusu bırakıyor insanda. Oysa bir hikâyecinin de öykü geleneğinden gelenlerde görüldüğünce kavrayışını değiştirmeden dönüştürümlere açık olması gerekmez mi? Yukarıda bu değişimden yana tutum sergilediğini belirttiğim yazarlar buna örnek gösterilebilir. 2. Hikâye geleneğinin ardılları, anlatının birebir anlaşılması, üstelik bunun ille bir işleve karşılık gelmesi yönünde eğilim sergiliyor. Bir anlatının kendi başına saltık anlamda taşıyabileceği bir güzellikten anladıkları salt “güzel yazı” sanki. Bir hikâye ediş tam tekmil halde dilsel güzellikleriyle yerine getirildikten sonra başkaca bir sorunla boğuşması gerekmiyormuş gibisinden izlenim bıraktıkları da söylenebilir bu yöndeki ardıl yazarların. 3. Geleneksel hikâye ardılları kurdukları öykü evreninin bir giz, büyü barındırması gerektiğine dönük tutumlarında şaşırtmacalı sonlarla öne çıkıyorlar daha çok. Nitekim anlattıkları, üstelik çok da iyi tanıdıkları gözlenen küçük insanları kurarken bile boşluk yaratma, kişileri saltık anlamda kendi başlarına bırakma gibisinden tutuma rastlanmıyor pek. Oysa hem evren hem kişiler öyküde bunu gereksiniyor. Geleneksel hikâyenin ardılı öykülerdeki öteki gösterenlere de gelecek hafta eğilelim… n K İ T A P S A Y I 1220 Bugün neredeyse bütün görüş sahipleri, görece de olsa “hikâye” ile “öykü”yü birbirinden ayırma eğilimi içinde bir duruş sergiliyor. Gerçekten de “öykü”, Arapça kökenli “hikâye”ye bulunmuş karşılık olmanın ötesinde ondan ayrı, farklı bir anlam çoğulluğuyla da buluşmuş bulunuyor. u nedenle belki, farklı bir sözcük de aynı zamanda, ötesinde terim! Elbette genel bağlamda hikâye yerine kullanıldığı, bunun önümüzdeki yıllar boyunca da bu biçimde süreceği unutulmamalı. Sözgelimi “Türk öykücülüğü” denildiğinde bu üst başlığın, artık hikâyecisiyle, öykücüsüyle tüm hikâyeöykü yazarlarımızı kapsayacağı ortada. Günümüz verimlerinde hikâyeyle öyküyü birbirinden ayırmak bana göre çok kolay. Eğer anlatma ağırlıklı kurulmuşsa metin, buna hikâye, anlamlandırma ağırlıklı kurulmuşsa da öykü diyebiliriz kolayca. Metinleri alımlayıp yorumlarken şaşmaz bir ölçüt oluşturuyor bu. Ne var ki görece farklı iki yazınsal tür gibi alınması olası hikâye ile öykünün. Ancak bugün bütün kesimlerde böyle algılandığını düşünmek çok zor. Ötesinde çok gelişmiş bir Türk öykücülüğü içinde, neredeyse yüzyıl öncesinin anlayışına yaslanan bir hikâyeciliğin bile hâlâ bir biçimde varlığını sürdürdüğü söylenebilir. Yine de her verim, çıtanın altında kalmamak koşuluyla Türk öykücülüğü dağarına eklemlenmiş ürünler olarak alınacak elbette. Bunlar doğal, hiçbir çağ, kuşak, kavrayış portakal dilimi gibi ayrılmıyor ki birbirinden… Yukarıdaki satırları 2005’in bir “Kitaplar Adası” yazısından aktardım… Bu yaklaşım, geleneğin ardılı olarak süren bir hikâyeciliğin de Türk öykücülüğü içinde alınması gerektiği gerçeğini ortaya koyuyor bir biçimde. Nitekim bu yönde azımsanmayacak verim bolluğu söz konusu. Ne var ki söz konusu hikâyeler, sanki öykücülüğümüz içinde değerlendirilemezmiş gibisine tutum sergileyenler de az değil. Oysa hiç kuşku yok ki bunların tümü de B S A Y F A 14 n 4 T E M M U Z C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle