Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Doğan Yarıcı’nın yeni romanı ‘Her Aşk Gibi Yarım’ Tutku ve tutkal Doğan Yarıcı’nın sinemasallığa yaklaşan incelikle işlediği dili ve Yeşilçam’a selam çakan duruşuyla kaleme aldığı yeni romanı Her Aşk Gibi Yarım okuyucu karşısında. Yarıcı, yazardan öte bir rol üstlenerek yönetmen koltuğuna da oturuyor bu romanında ve siyahbeyaz aktörleri modern romanın olanaklarını kullanarak sayfalara taşıyor. Okuyucusunu İkinci Dünya Savaşı yıllarının Beykozu’na taşıyan yazar, tutku ve aşkın nelere kadir olabileceğini bir kez daha hatırlatıyor. r Eray AK oğan Yarıcı adını 1993’te öykü kitabıyla duyduk ilkin: Evlâ. Sonrasında ise 1994 Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü Birincisi Kemik geldi. 1995’te yönünü şiire çevirse de yazar, uzun sayılabilecek bir aradan sonra Gece Kelebekleri ile tekrar öyküye döndü. Ardından da roman verimleri gelmeye başladı. Yazarın Kıyıda ve O Boşluk romanları, has edebiyat meraklılarının ve edebiyatı arayanların dikkatini çekmişti. O Boşluk’tan yaklaşık bir yıl sonra da Her Aşk Gibi Yarım’la tekrar okuyucu karşısına çıktı Doğan Yarıcı. Yarıcı’nın yeni romanı Her Aşk Gibi Yarım ancak Yeşilçam filmlerinde rastlayabileceğimiz “duygusal özgünlükte” bir hikâye. Aynı şekilde kahramanları da bu duygusal özgünlüğe katılabilecek, katkı sunabilecek karakterlerden seçilmiş. Yazarın bu uğurda çalışacağını anlamak daha anlatıcı seçiminden belli etmeye başlıyor kendini. Romanın anlatıcısı kim mi? Buyrun… “Bakalım bu kibar görünüşlü beyefendi kim, yaklaşalım ve kulağımızı açalım. İnce bıyıklı, briyantinli saçlı, orta yaşa dayanmış, sandalyelerden birine ilişmiş de konuşan bu kibar bey… evet… sanırım anladınız… benim efendim. Bendeniz hikâyenin anlatıcısı; yeri geldiğinde teşrifatçı, moral verici, yol gösterici. Filmin içinde oradan oraya gezinen, geriden figüranlık da yapan, gerektiğinde araya girip dırdır eden kulunuz. (…) Sadri Alışık…” verici” olarak teşrif etmesine, yeri geliyor fırçasını da atıyor yazara. İşte bu yüzden Sadri Alışık roman için bir anlatıcıdan çok daha fazlası. Sanatçınının ruhu, ironisi ve içten içe yürüyen hüznü yazarın kalemine de, romanına biçmek istediği kaftana da fazlasıyla yansımış. Bunun yanında romanın içinde dolaşan insanlar da bu sinema metaforunun ince ruhundna doğmuş zaten. Her kahraman, bir sinema emekçisinin ruhunda can bulmuş. Kimler yok ki bu karnavalda: Gürdal ve Necdet Tosun, Neriman Köksal, Aliye Rona, Kadir Savun, Danyal Topatan, Reha Yurdakul, Mualla Sürer, Fatoş Sezer, Adile Naşit, Muzaffer Tema, Hulusi Kentmen, Ekrem Dümer, Suphi Kaner, Vahş Öz, İhsan Yüce, Altan Erbulak, Cahide Sonku, Lefteri Stamadyadis, Sami Avni Özer, Kenan Pars, Renan Fosforluoğlu, Suna Pekuysa, Yılmaz Güney, Ömer Lütfi Akad… Bu kısacık yazıya çok gelecek daha birçok isimle beraber bu nostaljik atmosferin içeriğini besliyor. Yazarın romanı için kurduğu kaderi hangi kelimeyle adlandırmak gerektiği ise Her Aşk Gibi Yarım’ın dünyasını hem anlamlandırabilmek hem de yorumlayabilmek adına önemli. Bu da “yazmak”tan öte yine bir film deyimiyle, “çekmek”le açıklanabilir ancak. Yazardan öte bir rol üstlenmiş Yarıcı romanda. Yönetmen koltuğuna da oturuyor aynı zamanda. Böylelikle de Yeşilçam filmi tadında, bunun yanında modern yazı anlayışını da olabildiğince kullanmaya çalışan bir roman haline geliyor Her Aşk Gibi Yarım. eritilerek tutkal elde edilecek, Alman ordusu da botlarına kavuşacaktır. Ayakkabı üretmek için fabrikaya yığın yığın film bobinleri getirilir. Ancak bu “tutkal tutkusu” bir başka tutkunun da fitilini ateşleyecektir: Sinema! Bu film bobinleri arasında kalan fabrika müdürü Orhan Bey, bir yandan aklındaki tutkal fikriyle uğraşırken bir yandan da filmlere göz atmaya başlar. Göz attıkça da orada yaratılan bambaşka dünyanın akışına kendini kaptırır. Filmlerin beyaz perdeye nasıl yansıtıldığını öğrenmenin ve elden düşme bir prjeksiyon makinesi bulabilmenin peşine düşer. Bulur da! Bundan sonra da fabrikada film gösterimleri başlar. Sonrasında ise bu olay yayılarak halk gösterimine dönüşür. Çarşamba günleri tüm halk film izlemek için fabrikada toplanır. “HAYAL HANIM” Romanın atmosferi bu noktadan sonra daha da genişlemeye ve Yeşilçam hüznü diye bir şey varsa eğer yine bu noktadan sonra romanın kimliğine oturmaya başlıyor. Yine Yeşilçam filmlerine özgü bir aşk da romanı çepeçevre sarıveriyor. “Hayal de olsa bir insanı sevmek… Ona ulaşamasa da yaşadığını düşünmek… Olmayan bir şeyin olamadan ölmesi… Hayal olan bir hayalin sona ermesi…” Orhan Bey’in filmlerinden görüp vurulduğu Hayal Hanım adeta başka bir cisimde karşısına çıkıyor. Bunun yanında dönemin yaşayışına ve insan algısına dair de önemli kareler görüyoruz romanda. En önemlisi de İkinci Dünya Savaşı için bir Alman yüzbaşısına söylenen şu sözler: “Bak, şu köşede İstanbullu bir Ermeni aile var, masayı birleştirip oturduklarıysa Kafkaslar’dan göç etmiş Türk vatandaşlar. Şuradakiler Rum Balıkçılar, yanlarındaki kalabalık masada ise Musevi, Ortodoks, Süryani ve Müslüman var. Bu bahçede bir arada oturmuş Laz, Çerkes, Tatar, Boşnak, Gürcü, Avşar, Pomak da var. Sen tanır, bilir misin Kürt kimdir? Öğren, işte onlardan da var. Bak, bir arada yaşıyorlar, kin yok, garez yok, azsın çoksun yok, aralarına giren yok. Şuncacık kasaba beceriyor da, koca dünya beceremiyor mu; sizin harbiniz kimlere evlat?” Bugün de ihtiyacımız yok mu bunları söyleyen insanlara? Tüm her şeyi bir kenara bırakıp yazarın romanını kurduğu dile de bir paragraf açmak gerekir diye düşünüyorum. Doğan Yarıcı’nın önceki kitaplarından da tanıdık olduğmuz dil anlayışı, Her Aşk Gibi Yarım’da kendini biraz daha öne atarak belirgin hale gelmiş ve oturaklı haliyle gerçek kimliğini bulmuş. Hikâyesini ezmeyen, dengeli boşluklarıyla öyküye yaklaşsa da roman yapısını boşluğa uğratmayan bir kalemi var Yarıcı’nın. Bu kalem de daha çok sinema metaforuyla örtüşüyor. Yazının başında da geçtiği gibi şiirden de geçmiş yazarın durağı. Bu doğrultuda, Her Aşk Gibi Yarım’da edebiyatın tüm ana damarlarından beslenen bir dil kendini hissettiriyor. n e.erayak@gmail.com Her Aşk Gibi Yarım/ Doğan Yarıcı/ Yapı Kredi Yayınları/ 136 s. K İ T A P S A Y I 1222 D ARTİST GEÇİDİ Sadri Alışık yazar tarafından okuyucuya böyle tanıtılıyor ama Alışık, romanın ilerleyen sayfalarında da rahatlıkla görebilceğimiz gibi hem yazar hem hikâye için çok daha fazlası. Bir meddah rolü biçmiş Yarıcı romanında Alışık’a ama sanatçının “karakterini” de bir kenara bırakmamış bunu yaparken. Yeri geldiğinde hınzır bir çocuk gibi şımarıklığını yapıyor bu anlatıcı. Kimi zaman da Alışık’ın ünlü Ofsayt Osman filmindeki yine ünlü repliği “Bu da mı gol değil hakim bey?”i tekrardan dillendirircesine yüreklere hüznü iki cümleyle de olsa yekten serpiveriyor. Bakmayın siz Yarıcı’nın Sadri Alışık’ı “moral S A Y F A 8 n 1 8 “ÇARŞAMBA GÜNLERİ HALK GÜNÜDÜR!” Hikâye 1940’ların İstanbulu’nda, “İstanbul’dan da İstanbul’a da çok uzak” bir kasabada, Beykoz’da açılıyor bize. Dar gelirli ama dar görüşlü olmayan insanların yaşadığı, o yılların fonlarının yazar tarafından çok nitelikli biçimde kullanıldığı bir Beykoz bu. Bir de İkinci Dünya Savaşı’nın Karadeniz tarafından yavaştan içine sızmaya başladığı bir Beykoz… İkinci Dünya Savaşı dediğimiz zaman ister istemez dönemin siyasi atmosferi de giriyor bu Beykoz’un içine: Tek parti hükümeti, diken üstündeki pimpirik yöneticiler, ağızlarının içine bakılan insanlar ve “tarafsız” gibi görünse de savaşa çalışan fabrikalar… Yazarın anlatmak istediği asıl hikâye de bu tarafsız gibi görünen fabrikalardan birinde başlıyor. Söz konusu fabrika Beykoz Kundura Fabrikası, tek parti hükümetinin bu “tarafsız” tutumu çerçevesinde Alman ordusuna ayakkabı üretmektedir. Fabrikanın başında da otuzlu yaşlarında, idealist, kültürlü ve duygusal yani tam bir cumhuriyet çocuğu olan Orhan Bey bulunmaktadır. Ancak ayakkabı üretebilmek için çok önemli bir maddenin yokluğu çekilmektedir: Tutkal. Bu sorun ise “üstün Alman teknolojisi” Doğan Yarıcı’nın önceki kitaplarından da tanıdık olduğmuz dil sayesinde aşılacaktır. Sianlayışı, Her Aşk Gibi Yarım’da kendini biraz daha öne atarak belirgin hale gelmiş ve oturaklı haliyle gerçek kimliğini bulmuş. nema filmlerinin bobinleri 2 0 1 3 T E M M U Z Fotoğraf: Melis YARICI C U M H U R İ Y E T