Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Y ütfi Özkök deyince, aklıma hemen Samuel Beckett fotoğrafları gelir. Sanırım, pek çok kişi için de böyledir. Oysa yalnız Beckett mi? Otuz yedisi Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış, dünyanın önde gelen yazar ve şairlerinin portrelerinden oluşan, büyük olasılıkla başka hiçbir fotoğrafçıda bulunmayan bir arşivi var Özkök’ün. Cumhuriyet’te 1980’lerde çalıştığım ilk dönemde, Özkök’ün edebiyatçı portrelerinden bir seçkinin gazetenin arşivine alındığını anımsıyorum. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından, hakkında açılan davalar yüzünden İsveç’e iltica eden gazeteci Osman İkiz’in kısa bir süre yayımlanan “Rüzgârların Yolunda” (Yapı Kredi Yayınları) adlı kitabı, fotoğraf sanatçısı ve şair Lütfi Özkök’ün renkli, şaşırtıcı yaşam öyküsünü, bugün artık belgesel niteliği kazanmış fotoğraflar eşliğinde, gözler önüne seriyor. 1923 yılında İstanbul’da doğan, Pangaltı’da, Eşref Efendi Sokağı’nda lakerdasıyla ünlü Çukur Balıkçı Mehmet’in oğlu olan Lütfi Özkök’ün, doğduğu kentten dünyaya açılan, Türk edebiyatından başlayarak dünya edebiyatının ayrılmaz bir parçası haline gelen serüven dolu öyküsünü anlatırken, bu benzersiz insanın, “Feriköy” adlı şiirinde, yaşamını bir üçgenin köşelerini oluşturan üç şehirle özetlediğini vurguluyor İkiz: “… 1923’te üçgenin birinci köşesi İstanbul’da dar gelirli bir göçmen ailenin çocuğu olarak doğdu. Jean d’Arc Koleji’nde çok iyi Fransızca öğrendi. Bu da ona üçgenin ikinci köşesi Paris’in yolunu açtı. Paris’te, filmlerde görülebilecek bir tanışma sahnesinden sonra İsveçli AnneMarie ile aralarında yaşam boyu sürecek bir aşk doğdu. Bu aşk uğruna göç ettiği Stockholm’de üçgen tamamlanmış oldu…” Özkök’ün dizelerinden dinlersek: “Hiçbir zaman / bu ebedi üçgenin dışına / çıkamayacağım: / İstanbul, / Paris, / Stockholm. / İstanbul’da doğdum, / Paris’te aşkı / Stockholm’de kendimi buldum…” Osman İkiz’in “Rüzgârların Yolunda” adlı kitabı da, adını, Özkök’ün sözcüklerinden almış: “Ozanların yüzünü / yalnızlık rüzgârları kuşatır”. “Hüsamettin Bozok’un ricası üzerine, Yeditepe dergisi için İsveçli yazarların fotoğraflarını çekmeye başladı” diye anlatıyor İkiz. “Fotoğrafları kendisi çekmek zorundaydı, çünkü fotoğraf ajanslarına telif ödeyecek kadar parası yoktu. Bu zorunluluk ona dünyanın en ünlü SAYFA 6 ? 7 MART eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr Osman İkiz’den, fotoğraf sanatçısı, şair ve çevirmen Lütfi Özkök’ün yaşamöyküsü ‘Rüzgârların Yolunda’ L portre fotoğrafçılarından biri olma yolunu açtı. Sadece edebiyatçı portresi çekti. Yaklaşılması pek kolay olmayan René Char, Samuel Beckett gibi edebiyat devleriyle şair Lütfi Özkök olarak arkadaş oldu. Şairliği ona kültür çevrelerinde özel bir yer kazandırdı. Fotoğrafını çekmek üzere randevu isteyen Life muhabirine Beckett’in yanıtı çok ünlüdür: İsveç’te bir Türk var, fotoğrafımı ondan iste…” Gerçekten de, Özkök’ün çektiği Beckett portreleri o kadar ün yapacaktı ki, Macintosh, onun koleksiyonundan seçtiği tek kareye on bin Lütfi Özkök ve eşi AnneMarie, sabah kahveledolar ödeyecek, Beckett koleksiyonu rini yudumlarken Cumhuriyet okuyorlar. uluslararası Beckett sempozyumlarının demirbaş sergisi olarak ülkeden ülkeye dolaşmaya başlayacak, İrlanda ve İsveç posta idarelerinin Nobel pulları serisinde Beckett’in fotoğrafı Özkök’ün koleksiyonundan seçilecekti. Özkök’ün, Beckett’in peşine düşmesi, bu ulaşılmaz yazara ulaşıp fotoğraflarını çekmeyi başarması ise başlı başına bir serüvendi. Özkök, İkiz’e anlatıyor: “Beckett’e ulaşabilmek ve henüz ünlü Lütfi Özkök, Osman İkiz’le. (Fotoğraf: Oktay İkiz) olmayan ama gelecek vaat eden yazarları bulabilmek için Edition du Minuit’e (Geceyarısı Yayınevi) gittim. Alman işdi. Kısaca kendimi tanıtan bir mektup gali sırasında gizlice kurulduğundan bu yazdım. İsveç’teki çevirmeni Göran O. adı almıştır. Editör Gerome masasında Eriksson ve Artur Lundkvist’ten selam yazı yazmaktaydı. Biraz sohbetten sonra getirdiğimi, beni kabul ederse mutlu Beckett’in portrelerini çekmek istediğiolacağımı yazdım. Yayınevi mektubu mi söyledim. ‘Maalesef Mösyö’ dedi. özel ulakla gönderdi.” ‘Adresi ve telefonu gizlidir, kimseye veYanıt ertesi gün Özkök’ün evinde remeyiz.’ Çıkarken bir başka odada altı kaldığı arkadaşının adresine yine özel ay önce yeni yayımlanan romanı nedeulakla gelir: “Cumartesi günü öğleden niyle Stockholm’e geldiği sırada fotoğsonra saat 15.00’te seni bekliyorum. rafını çektiğim Alan Adres: Boulevard SaRobbeGrillet’yi görint Jacques 38, kat 5. düm. Tanışmamızın Sağdaki kapı.” üzerinden uzun süre Osman İkiz anlatıgeçmemişti. Die Zeit yor: kısa bir süre önce ya“Lütfi Özkök, kazarın son kitabı hakmeralarını hazırladı, kında geniş bir yazı içindeki filmleri kontyayımlamış ve benim rol etti. Chagall fiyasçektiğim portreye de kosundan bu yana üç sütun yer vermişti. kamerada film olup Eliyle gel işareti yapolmadığını kontrol ettı. Oturunca bir de meyi refleks haline kahve ısmarladı. Ona getirmişti. Bir daha sordum; o da güldü. aynı fiyaskoyu yaşa‘Ama gene de bir mak istemiyordu. Hamektup yaz, adresi zırlığını tamamlayınca gizli olduğundan ya Lütfi Özkök’ün objektifinden Samuel Bec Beckett’in kapısına yınevinden gitsin’ de kett, Paris’te evinde. dayandı.” Özkök anlatıyor: “Kapıyı güler yüzle açtı. İnce, uzun boyluyla, sanki yaprakları kımıldamayan bir kavak ağacı gibiydi. Gözleri insanı delip geçiyordu. İsveçli çevirmeninden, yayıncısından, Artur Lundkvist’ten selamları ilettikten sonra edebiyat sohbetine geçtik. Şair olduğumu söyledim. Çok ilgilendi. Şiir üzerine uzun uzun konuştuk. Derken çantamdan kamerayı çıkarınca yüzü birden değişti, paniğe kapıldı…” Özkök şaşkına döner, özür diler, şaşkın hareketlerle kamerayı çantasına yerleştirmeye çalışırken alnında, ensesinde boncuk boncuk terler birikmiştir. “Mösyö Beckett, ben gazete fotoğrafçısı değilim. Sadece yazar fotoğrafları çekiyorum… Beğenmezseniz kullanmam…” der. Beckett sessizce dinler, çay içerlerken söz “Godot’yu Beklerken”den açılır ve Özkök, Beckett’in oyununun Paris’te ilk sahnelenişinden kısa bir süre sonra İstanbul Küçük Sahne’de oynanmasından söz eder: “Godot’yu Beklerken, sahneye konulmasından üç gün sonra durduruldu. Türk polisi, gelmeyen Godot’nun, beklenmekte olan komünizm olduğunu iddia etmişti. Bu Beckett’in çok hoşuna gitti. Gülümserken buzların çözülmekte olduğunu hissettim. Yanılmamışım. Biraz sonra ‘Ortalık kararmaya başladı, istersen ben hazırım’ dedi. Birden ferahlayıverdim. Binlerce tonluk cendereden çıkmış gibi oldum. Çalışma odasına döndük. Duvardan duvara uzanan bir pencere vardı. İçerisi bu pencere sayesinde yeterince aydınlıktı. Beckett bir ara pencereden bakarken ‘Santé hapishanesi’ dedi, ‘hani şu Genet’nin yattığı.’ Bense elim ayağıma dolaşmış, ne yapacağımı şaşırmıştım. O da beni izliyordu. Halimi biraz izledikten sonra ‘Brassi de buraya geldiğinde lambaları yere devirmişti, kaygılanma’ dedi. Rahatlamıştım. Sonra uysal bir kedi gibi istediğimi yaptı. Sağa bak, sola bak, sigara yak… İşte Samuel Beckett’in sfenks gibi fotoğrafları böyle çekildi…” Osman İkiz, Özkök’ün “yaratıcılık serüveninde” rastlantıların öneminin çok büyük olduğunu vurguluyor, “Ama o kişiliği, zekâsı ve yetenekleriyle rastlantıları değerlendirmeyi bilerek, dünyaca ünlü Lütfi Özkök’ü yaratmıştır” diye eklemeden de edemiyor. “’Rüzgârların Yolunda’, farklı iklimlerin kokusu sinmiş, kahkahaların çınladığı, bu cıvıl cıvıl, renkli serüvenin hikâyesidir…” ? (Kitabın 231. sayfasında bir fotoğraf var. Lütfi Özkök’ün Cumhuriyet gazetesini ziyaretlerinden birinde çekilmiş. İlhan Selçuk, Oktay Akbal, Ali Sirmen, Sabahattin Kudret Aksal, Necati Cumalı, Yaşar Miraç’la birlikte. Ancak önde oturanlardan soldan ikincinin Fazıl Hüsnü Dağlarca olduğu yazıyor fotoğrafın altında. Oysa Dağlarca olduğu söylenen, aslında yıllarca Cumhuriyet’e görev yapmış olan ressam Agop Arad. 1990’da yitirdiğimiz Arad’ın bu yıl 100. doğum yılı. Bu yanlışlık vesilesiyle de olsa, sevgili Arad’ı anmakta yarar var...) 2013 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1203