29 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Orhan Tüleylioğlu’ndan ‘Merdivende Üç Şair’ 2 Temmuz 1993 günü Sivas’ta Madımak Oteli’nde öldürülen 33 aydından üçüydü Behçet Aysan, Uğur Kaynar ve Metin Altıok. Yirmi yıllık acı hâlâ tazeyken Orhan Tüleylioğlu’nun Merdivende Üç Şair kitabı yayımlandı. Üç şairin otel merdivenlerindeki bekleyişini simgeleyen o fotoğraf kitaplaştı, acının büyüklüğünü bir kez daha hatırlattı. Üç yanık şair... Ë Eren AYSAN nkara’ya bahar bitmeyen yağmurlarla gelir. Karaya oturmuş bir gemi olur başkent. Öyle zamanlardan birinde uğradım yanına Orhan Tüleylioğlu’nun. Çalışma masasında üst üste yığılmış kitaplar, notlar, eski gazete kupürlerinin en üstünde o bildik fotoğraf duruyordu. Bir ara durdu, “Eren, A ben bu fotoğrafı kitaplaştırmak istiyorum. Günümüzün Ortaçağ yangını bu... Dünyanın hiçbir yerinde üç şair böyle ölümü beklemeye mahkum edilmedi” dedi. “Çok iyi olur” yanıtını verebildim yalnızca. Çünkü “Ne zaman gözümün önüne o fotoğraf gelse... Yirmi yıla yakın bir zamandır zihnimden çıkartamadığım o fotoğraf... Hani babamın önünde bir yangın tüpü, elinde bir sandalye bacağı... Metin Abi’nin elinde bir süpürge sopası... Uğur Abi öyle sakallarını sıvazlıyor... Aklım yerle bir olur. Binlerce sığırcık kanat çırparak havalanır. Onların çıkardığı ses kulaklarımda uğultuya dönüşür. Birkaç dakikalığına kalbim durur. Sonra aniden hızlı hızlı çarpmaya başlar. Gözlerim kararır. İçi artık gözyaşı akıtamayacak kadar acır, yanar. Boğazıma kül dolar, yutkunamam...” Yıllardır aynı şeyleri yaşamanın, yazmanın, söylemenin burukluğuyla, acımla, özlemimle, öfkemle durdum öylece... Sağ olsun, Orhan izin verdi... Kitap matbaaya gidene kadar süreci takip ettim. Yeni yazılar geldikçe umutlandım, ama kendimi, iç sızımı yine dindiremedim. Orhan Tüleylioğlu yıllar yılı bu coğrafyada siyasi nedenlerle öldürülenlerin kimliğini gelecek kuşaklara aktarmayı amaç edinerek, cinayetleri masaya yatırdı, hukuki süreçleri sorguladı. Yaşama hakkı elinden alınmışların izini sürerken dava dosyalarını, gazeteleri, dergileri, arşivleri tarayarak havada asılı kalan soruların ardındaki acıları, buruklukları, hüzünleri fotoğrafladı. Biz, “Babam neden öldürüldü anne?” sorusuna alışkındık. İçimizden, kalbimizden, aklımızdan taşıyordu bu isyan... İşte bu soruyu, ülkede siyasi cinayetlerde öldürülmüş simge isimler üzerinden sorgulamayı başardı. Um:ag yayınlarınca okura sunulan “Neden Öldürüldüler?” dizisinin hazırlayıcısı olarak gelecek kuşaklara öldürülen yakınlarımızı anlatmayı, dosdoğru aktarmayı amaç edindi. Ardından da toplu katliamların izini, “Yüreklerimiz Hâlâ Yangın Yeri: Sivas Katliamı”, “Kahraman Maraş Katliamı”, “Namlunun Ucundaki Mahalle: Gazi Mahallesi Olayları” kitap çalışmalarıyla sürdürdü. Şu bir gerçek ki ülkemizin yakın ta ¥ B şttu urru urry y ü le Bir ir ffo ottoğraf ki, tutuş ü rr ee kk le riri Ë Türey KÖSE airler yanarken kelimeleri ne olur? Kelimeleri de yanar mı? Yanar da küle dönüşür mü? Bazı kelimeler denize doğru uçuşup söner mi? Bazıları duman olup göğe uçar mı? Bazıları yere mi düşer? Şairler yangın yerinde düşerken... Şairlerin ateşe karışmadan önceki son halleri, son suretleri her bakışta tutuşturmaz mı yürekleri? Hiçbir gözyaşının söndüremeyeceği ateşler yakmaz mı yüreklerde? Yirminci yüzyıl acıların, kırımların, savaşların yüzyılı. Robert Capa, “Düşen Asker” fotoğrafında İspanya iç savaşında vurulan askerin ölüm anını yüreklerimize çiviler. Sivas katliamından sağ kurtulan ancak bu kırıma kalbi dayanmayan ve yedi ay sonra kalp krizi geçirip yaşamını yitiren gazeteci yazar Battal Pehlivan’ın 1993 yılında çektiği ve ölümden önceki son “anları” kare içine aldığı “Merdivende üç şair” fotoğrafı da yüreklerimize cam parçaları batırıyor. Yaklaşan ölüm karşısındaki çaresizliğin bu fotoğrafı, her bakışta yeniden kanatıyor yürekleri... Her bakışta yeni bir cam parçası kımıldıyor içimizde... Tarihe, bir yirminci yüzyıl utancının fotonotunu düşüyor... Tarih, 2 Temmuz 1993. Yer: Sivas Madımak Oteli. Merdivende üç şair oturuyor; Metin Altıok, Behçet Aysan, Uğur Kaynar. Pir Sultan Abdal için şenlikler düzenlenmiş, kara yürekli bir güruh şenliği kırıma çevirmiş. Oteli ateşe vermişler. Ortaçağın üzerinden beş yüzyıl geçmiş, yirminci yüzyıldayız sözüm ona. 33 can yanıyor alevlerde. Geride bir fotoğraf kalıyor. Merdivende üç şair. Yazar, şair Orhan Tüleylioğlu, bu fotoğrafı anlattırmış “üç şair”in çocuklarına, yazarlara, şairlere, gazetecilere. Ah, nasıl da yürek yakıyor her satır! Bedenler kurban edilirken ateşe, “yürek yangını” gibi metaforlar nasıl da utandırıyor insanı. Ateşin kavurucu yok ediciliği, “gerçek”liği karşısında tüm metaforlar kifayetsiz, tüm sözcükler mahcup bir SAYFA 16 ? 14 ŞUBAT 2013 Ş kenara çekilmiş... Sözcüklerimizin elinden bu kadarı geliyor? Orası, sözün bittiği yer. Orada gözyaşları var, acılar var, bir 20. yüzyıl utancı var... Orhan Tüleylioğlu’nun kitabı “ölü ozanlar”a bir ağıt, bir saygı duruşu, “kalanlar”ın “ateşe karşı” söylenmiş sözleri... Önce, o anın fotoğrafın çekildiği tanığı Zerrin Taşpınar’a kulak verelim: “Otele girmek isteyenleri püskürten, dışarı atan arkadaşlarımız, kurulan barikatın arkasında, bazen önünde büyük bir çabayla bizi korumaya çalışıyorlar... Barikatın birkaç basamak üzerinde üç şair oturuyor . Yedek güç olarak yerlerini almışlar... Silahları, demir bir sehpanın ince ayakları ve uzun saplı bir süpürge... Silahları yüreklerini tutsak alan ülke ve toplum sevgisi...(...) Biri, belki de Uğur, hatırlamıyorum ‘İçimizden birine bir şey olursa?...’ diyor birden. Bir anlık sessizliğin ardından Metin; ‘Kalanlar ölen için şiirler yazar’ yanıtını veriyor...” ATEŞE KARŞI SÖYLENEN SÖZLER... Üçüne de “bir şey” oluyor. Ve “kalanlar”, gidenler için yazıyor. Ateşe karşı sözlerini söylüyorlar. Adnan Azar, A.Aydın Doğan, Ahmet Erhan, Ahmet Özer, Ahmet Say, Ahmet Telli, Ali Balkız, Ataol Behramoğlu, Atilla Aşut, Aydın Şimşek, Balçiçek İlter, Emin Özdemir, Erendiz Atasü, Günay Güner, Haydar Ergülen, Hidayet Karakuş, Hikmet Çetinkaya, Hüseyin Atabaş, Işık Kansu, İlhan Taşcı, Kanat Atkaya, Mecit Ünal, Metin Cengiz, Metin Demirtaş, Metin Turan, Müslim Çelik, Oktay Akbal, Onur Behramoğlu, Onur Caymaz, Öner Yağcı, Rengin Arslan, Semih Çelenk, Şenal Sarıhan, Tolga Çandar, Turgay Fişekçi, Yıldırım Doğan, Zerrin Taşpınar, Zeynep Oral. Cemal Süreya, “Sizin hiç babanız öldü mü” diye sorar ya. Gidenlerin, “babaları ölenlerin” kızları yazıyor. Zeynep Altıok Akatlı, “Öyle zor ki yazmak...” diye başlıyor ve devam ediyor: “19 yıldır öyle yazıyorum, böyle yazıyorum, yine yazıyo rum, yeniden yazıyorum. Acıyı yazıyorum, özlemi yazıyorum, yokluğu yazıyorum, yalnızlığı yazıyorum, tekrarı yazıyorum, adaletsizliği yazıyorum, suçu yazıyorum, isyanı yazıyorum, çabayı yazıyorum, utancı yazıyorum, Yazıyorum, söylüyorum, çığlık atıyorum, ağlıyorum, iğne ile kuyu kazıyorum, bakıyorum, hissediyorum, paylaşıyorum, çabalıyorum, alışıyorum, duruyorum. YOK ALIŞAMIYORUM.” Eren Aysan, “Ne zaman gözümün önüne o fotoğraf gelse...” diye başlıyor: “Tam on dokuz yıl zihnimden çıkartamadığım o fotoğraf. ...Hani babamın elinde bir sandalye bacağı, önünde yangın tüpü, Metin Abi’nin elinde süpürge sopası... Öylece bekliyorlar, çaresiz. Aklım yerle bir olur. Binlerce sığırcık hızlı hızlı kanat çırparak havalanır. Onların çıkardığı ses kulaklarımda uğultuya dönüşür. Birkaç dakikalığına kalbim durur. Sonra aniden hızlı hızlı çarpmaya başlar. Gözlerim kararır. İçi artık gözyaşı akamayacak kadar acır, yanar. Boğazıma kül dolar. Yutkunamam. (...) Ne zaman o fotoğraf aklıma gelse... ‘Biz bu ülkeye bütün bunları hak edecek ne yaptık baba?’ diye sorarım. Ve artık güzel ülkemde hiçbir şair, yazar, gazeteci, aydın öldürülmesin derim. Düşmesin yazdıkları için cezaevine... ‘Artık genç ölüm görmek istemiyorum, elinden geleni yap baba’ diye seslenirim. Sonra her şey paramparça olur. Paramparça. Parça...” Elif Kaynar Yavuz babası Uğur Kaynar ve ondan bir süre sonra “giden” annesi Serap Kaynar’ın “gidişine dair” yazarken “Ben bir kara bulutum” diyor. Ezgican Kaynar, annesiyle babasının kendisine verdiği en değerli armağanı anlatıyor. “Yani Uğurumla Serabımın birlikte yarattıkları, besledikleri kalp, yani Uğurumla Serabımın aşkı. Ona hiçbir zaman , ‘biz’ istemedikçe kimse ulaşamaz.” Behçet Aysan “sen bu şiiri okurken/ ben belki başka bir şehirde ölürüm” diyordu. “Beyaz bir gemi” değildi ölüm, ateşti ve onu başka bir şehirde yakaladı. Uğur Kaynar, “Otuz üç yaşım/ Yelkenli yaşım/ Ömrünün Cicim Ayları” diye ses veriyordu. Ah, ömrünün bu “cicim ayları” ne kadar kısa sürdü. Metin Altıok “Ben ki kiracıyım bir acıya” diyordu. Onunonların acısında kiracı değiliz, o acının sahibiyiz... ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1200
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle