Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K asıl başlanır söze? Gönderi yapacağım mail adresi doğru mudur emin değilken…/ Yine de sözcüklerimi sanal ufka savurup, sizin tutacağınızı ummaktan başka çarem yok :) “Bir kaç gün oldu. Cumhuriyetin kitap ekinde sayfaları dalgın ve hüzünle çevirirken herhalde şöyle hislerim vardı. Birileri ‘yazar’dı. Birilerinin ‘yazarlığı’ başka birileri tarafından onaylanmıştı. Bense, hâlâ geceleri gizlice yazarken ‘Ne iş yaparsınız?’ diye soranlara ‘yazarım ben,’ diyemezken… Yazdığım kitabı çok yakınlarım bile okumamışken, yayınevim daha kitap çıktığı sırada kapısına kilit vurmuşken, yeni bitirdiğim romanı kime nasıl ulaştıracağım konusunda acemilik yaşarken, sayfalarını çevirdiğim derginin satır aralarında, ismime ve kitabıma ve en önemlisi incelendiğine rastgelmenin ne mucizevi bir duygu yaşattığını bilemezsiniz. “Teşekkür ederim… Binlerce kez./ Okuduğunuz için. Sadece bunun için.” Yukarıdaki ileti bir buçuk yıl kadar önce, 7 Şubat 2011’de ulaştı elime. İlk öykü kitabına yer verdiğim bir genç öykü yazarımız göndermişti. Gözlerim dolarak okudum satırlarını, sonra genç öykücüye bir ileti de ben gönderdim. Üzülmemesini, çabasını, kararlılığını, yazmayı sürdüren birinin bir gün mutlaka bunun sonucunu dereceğini, bu nedenle kesinlikle bozgun duygusu yaşamamasını, kendisini bundan kurtarması gerektiğini vurguladım iletide… Diyeceğim yazmanın, yayımlamanın zorluklarının yanında, sergende her kitaba ancak iki dakikanın ayrılabildiği bir devirde, bunu okurla buluşturabilmenin, ötesinde okunmasını sağlamanın da neredeyse tansığa dönüştüğü bir yadırgı çağında yaşıyoruz… Kemal Gündüzalp’in Dünyanın Öyküsü dergisindeki yazısını okuyanlar, bu alandaki uğraşlarını herhalde sıkı sıkıya gözden geçirmiş olmalı. Özellikle öyküye emek verenlerin gözünden kaçmamıştır yazı. Hem getirdiği sayısal verilerle hem bunları ele alış biçimiyle önemli çünkü. Gündüzalp, andığım yazısında şunları söylüyor: “İlk öykü kitaplarının yeni öykü kitaplarından daha çok olduğu kesin olarak gözüküyor.” Ne ki Kemal, yayımlanan kitapların tümünü birden okuma şansının olmadığını eklemeyi unutmuyor bu arada. Demek önemli bir sorun kitapların okunurluğu… O halde ilk öykü kitabı, yeni öykü kitabı yayımlamak güzel de bunlar nasıl okutulacak, sorun bu… İLK ÖYKÜ KİTABI NEDİR USTA? Öykü kitabı yayımlayan her yazar, eğer bu “tek” olarak kalmamışsa bir “ilk öykü kitabı”yla başlamıştır elbet işe. Sonra arkası gelmiştir. Bir kanat çırpma eylemi, deneyimi de olsa ilk öykü kitabı, “öykücülüğümüz” diyebileceğimiz alanda kanonik bağlamda ölçüt olarak belirlenmiş çıtayı aşmak zorunluluğuyla karşı karşıya bırakacaktır kuşkusuz yazarını. Öyleyse çok öncesine giden bir tasarıma, bunu kafada şekillendiren yaklaşıma yaslanSAYFA 22 ? 7 HAZİRAN Yiğit Bener itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com İlk öykü kitaplarıyla erkek yazarlar... “N dığım bu yazarların yalnız ilk öykü kitabı değil bunlar, aynı zamanda ilk kitapları da… Bütün bu kitaplara sırası geldikçe değineceğim ileriki haftalarda… Ama erkek yazarlar, erkeklerin genetik açıdan seçilirliğe açık oluşunun dramını da yaşıyor bana kalırsa… Bu çerçevede yalnız ilk öykü kitabı verimlemiyor, yanı sıra seçilir olmak açısından iki kat güçlükle karşılaşıyor erkekler. Öte yandan bırakalım çıtanın üstüne çıkmayı, çıtadan atlamayı, çıta altında kalsa bile daha işin başında kitaplarını okutmanın da temel bir sorunsal olarak önlerinde durduğu ortada değil mi bu yazarların? O zaman çıtayı aşar nitelik taşıyan öyküler kaleme alabilmenin, ilk öykü kitabını, çok daha önce bu çerçevede tasarımlayıp ancak bundan sonra öyküleri verimlemenin seçilme şansını arttıracağı kestirilebilir kolayca… Nitekim Yiğit Bener, tek tek öykülere değil de sanki bir romana çalışmış gibisinden yapıtın bitim tarihini en alta, sona eklemiş… Yazarın, daha bu ilk öykü kitabını bir bütün olarak işin en başında tasarımladığı açık o halde. ERKEĞİN İLK ÖYKÜ KİTABI NE İŞE YARAR USTA? Kemal Gündüzalp, andığım yazısını şöyle sürdürüyor: “Geçen yıl (2010) ilk öykü kitabı yayımlayanların yarısı kadın yazardı. Başka deyişle erkek ve kadın yazar sayısı eşitti. Ayrıca ilk ve yeni kitap sayısı da eşit çıkmıştı. Bu yıl [2011] ise erkek yazarlar ağırlıklı olmuş. Doğal olarak birçoğunun genç olduğunu da sanıyorum.” Erkek yazarlar sevinmeli mi bu sonuca? Dünyanın her yerinde erkeklere oranla daha ağır koşullarda yaşadıkları halde başarıya ulaşma oranının erkekleri aştığı öne sürülebilir yine de kadınların. Bizde de bu yönde somut verilerle karşılaşılabiliyor. Analık güdüsünün kazandırdığı doğal bir direnç, kararlılık, kavrayış eşlik ediyor olabilir buna. Nitekim gerek üniversite seçme sınavlarında gerekse okurluk, izlerlik vb. sanatın alımlanışı olgusunda kadınların çok daha başarılı olduğu bir grafik gözlenmiyor mu? Bu durumda ilk öykü kitaplarıyla yazın dünyasının kapısını aralayan erkekler, görece kadınlara özgü bir başarı damarının ardıllığını sergiliyor. Bu açıdan yazarlar ne kadar sevinse yeridir herhalde. Ne var ki sorun, bundan sonra başlıyor. Bunca ilk öykü kitabı, öykücülüğümüz içinde kendisine nasıl bir yer bulacak? Daha doğrusu bir yer bulabilecek mi, diyelim buldu, bu, kalıcılık sergileyecek mi? Öykücülüğümüz dikkate alındığında yayımlanan her öykü kitabı için bütüne bakarak buna gelecek biçmenin, kaplayacağı yerle ilgili kestirimde bulunmanın olanağı yok elbette… Ancak yukarıdaki aktarımlar, ilk öykü kitaplarının çok farklı niteliklerle donanmış olarak önümüze geldiği, kimilerinin bu bağlamda görece şans yakalama umudu taşıdığı ya da şansının ötekilere göre daha fazla olduğu söylenebilir… Bunun yolu ise tek… Hiç kimsenin açmadığı, yanaşmadığı bir noktadan öykücülüğümüzün kapısını aralayıp özgün biçimde giriş yapmak! Öykücülüğümüzdeki çıtanın düzeyini göz önünde tutarak çalışmak… Bunu ölçü aldığımızda, ilk öykü kitaplarının, öykücülüğümüzün düzeyini gösteren çıtanın, çokluk neden altında kaldığını görebilmek de kolaylaşacaktır herhalde…? mayan ilk öykü kitabından başarı beklemek ne ölçüde doğru? Eğer bu yönde hazırlık yapılmamışsa, çıtanın altında kalabilir ilk kitap. Çıtayı sarsmayan bu öykü kitapları ise, “öykünün solda sıfırı” olarak ölü kitaplar mezarlığına gidebilir kolayca… Yiğit Bener’in ilk öykü kitabı Öteki Kâbuslar’dan (2009; Can, 2012) kendi payıma yenice haberim oldu. Bener’in ilk romanı Eksik Taşlar’ı (2001) okumuş, yapıt üzerine Adam Sanat’ta yazmıştım o sıra. Derken yeni romanları geldi: Kırılma Noktası (2004), Özgür Rosto (2007) Heyulanın Dönüşü (2011). Bener’in yayıncısı Can ulaştırdı da son basımlarını bunların, haberim oldu böylece romanlarıyla öykülerinden. Romanlarından önce ilk öykü kitabı Öteki Kâbuslar’ı okudum yazarın hemence. Durdum şöyle; ee, dedim bu ilk öykü kitabıyla yan yana ilk öykü kitabı yayımlayacak genç bir yazar, işin başında daha, şansını yitirebilir… Türkçenin anlatı ustaları öykücü, romancı, Vüs’at O. Bener’in yeğeni, Erhan Bener’in oğlu yazar Yiğit Bener… İlk öykü kitabı değil sanki sekizinci öykü kitabı karşımızdaki… Kuşkusuz doğal bu; amcasıyla babasının tüm öykü kitaplarının arkasından gelen bir ilk öykü kitabı, yeğenoğul için şanssızlık olabilir elbette, ama onun verimlediği kitap ilk öykü kitabını yayımlayan başka bir yazar için şanssızlık sayılabilir yine de… Yiğit Bener, dışarıdan bakıldığında tasarımı, çatkısı tam olarak görülmemekle birlikte belli ki kaleme alınışından çok önce tasarım sürecini tamamlayıp yazım aşamasına geçmiş, yapılandırmış kitaptaki öyküleri… Gerçekten dikkat çekici bir yükseklikten başlıyor Yiğit Bener. Öykülerin can alıcı yanı, birer anı biçiminde kaleme getirilişi… Sonrasında doğadan, birer canlıyla bağlar kurularak alınıp laboratuvarda yeniden masaya yatırılması, derken soyutlayım rendesinden, dönüştürüm planyasından geçirilip kurgulanması… Burada koşut kurguya da vurgu yapmak gerekiyor. Damara milim milim zerk edilen şırınganın etkisine benzer büyü yaratıyor bu yaklaşım öykülerde. Öykülerin bir bütünsel eğretilemeyle gelişti2012 rildiği de söylenebilir ayrıca. Çünkü koşut kurguya bağlı olarak bir yandan “böcek”le, bunun simgeleyeceği düşün öğeleriyle iç içelik sağlanırken öte yandan toplumsal olanın ta can evine yönelmek az buz iş değil öyküde. Bu bağlamda öykülerin yaşamı, insanları topyekun sıygaya çektiğini, birer yargıç konumunda bizi sorguladığını kabullenmek zorundayız. Yiğit Bener, siyasal öyküleyici bağlamında da dikkat çekici, başarılı bir çıkış yapıyor bana göre. Sıradan insanı, böceksilik olarak algılanabilecek sürülük güdüsüne götüren yönlenişin altında neler yatabileceği üzerine düşünce üretmek olası çünkü. Buna göre kurbağa, yengeç, akrep, hamamböceği, örümcek, sivrisinek vb. böcekler öykülerde gide gide sürü üyelerini simgelerken, egemenlerin ise dünya nimetlerini bu sürüyle paylaşmak yerine insanları ötekileştirip bütün değerleri kendilerinin kılmayı düşlediğini ortaya koyan bir olgusal gerçeklikle yüzleştiriliyoruz. İyilikseverlerin bile giderek canavarlaştığı, adeta insanlar üzerine deneyler yapan Nazi canavarı Dr. Mendele’ye dönüştüğü bir insanlık durumuna odaklanıyor neredeyse her öyküsünde yazar: “…[Ö]ldürdüysem bile… Vardır meşru bir gerekçesi! Önlem alma hakkı yok mudur insanın? Nasıl olsa er geç bir yerinizi sokacaksa…” “Katli vaciptir!” (66) Herhangi olguyu, nesneyi, ilişkiyi anlatmak yerine ötekini anlatarak bunu yapmak sanatta bilinen bir yaklaşım elbette. Ancak ilişkilenme biçimlerini, anlatıcıyla kurduğu evrenleri de içine alarak böylesi koşut kurgularla çok yönlü bir öykülemeye yönelmesi yazarın, bunlara kıpırtılı bir akış verirken anlatıcıdaki içtenlikten yayılan sıcak, coşkulu hava da buna ekleniyor. Anlatma biçimiyle kurgudaki kışkırtıcılıkla kızaktaymışçasına kayıyor öyküler okurun belleğinde… ERKEK OLMANIN TRAGEDİSİ NEREDEDİR USTA? Masama aldığım bir kucak ilk öykü kitabı var, erkek yazarlarca verimlenmiş. Umut Sağlam’dan Öykünün Nar Suyu (Artshop, 2012), Mehmet Doğan Karakuş’tan Cino (Sone, 2011), Bünyamin Çelebi’den O Sen misin? (İkinci Adam, 2011), Koray Özer’den Lacivert Kadife Ceket (Phoenix, 2011), Cevat Erdoğan’dan İlkyazla Dönüş (Kanguru, 2010)… An CUMHURİYET KİTAP SAYI 1164