19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? var… Solo annenin işaret ettiği buydu… HIZ ve ZAMAN ‘Gökkuşağı Köprüsü’ adlı öykünüzde ise hızzamanses üçlüsü arasındaki döngüde köşebaşlarındaki iki maddenin, hız ve sesin zamanla girdiği onulmaz mücadele/hesaplaşma göze çarpan tematik yapı, yanılıyor muyum? Hayır, yanılmıyorsunuz… Ses başlı başına bir güç yaşamımızda. Üzerimizde baskı oluşturan sesleri / güçleri bir yana bırakırsak hızın sesinden söz ediyorum. Çoğu zaman doğanın denge durumu der geçip gideriz. Oysa bir gün gelir; bütün bunları fark edemeden, ne olduğunu kavrayamadan geçip gitmenin eksikliğini duyarız. Ya da o eksikliğin saati çalmaya başlar. Bunun da ötesinde kendimizi zamanın dışında kalmış hissettiğimiz durumlarda adını koyamadığımız bir dürtüyle irkiliriz. Hayatlarımızdaki tekdüzelik yaşamın olağan hali olarak kabul görmüşken her şey daha da ağırlaşır, hareket eden ne varsa durma noktasındadır. Alışageldiğimiz görüntünün de ötesindedir bu durağanlık. Her şey ağır çekimde gibidir. Ya da bunun tam tersi olur. Bir yere varma hedefi olmadan sadece yolculuk etmek, koşmak, tırmanmak, yüksek seste müzik dinlemek, hatta bir köprüye çıkıp otobandaki araçların sesine çarpmak bunlardan yalnızca bir kaçıdır. Genelleme yapmadığımı da hemen belirtmeliyim. Bu çözümler kişiden kişiye değişir elbet. ‘Doğum Günü’ öyküsüyle de bağlarsak, burada da geçip giden’in zamandan ziyade insan olduğu günyüzüne çıkar; ya da zaman içinde kaybolmak?.. Hız ve zaman prizmanın yüzlerinden sadece ikisi. Doğum Günü’nde hızdan öte ne getireceğini bilmediği yeni yaşla yani gelecekle hesaplaşma var. Bir eşiktir doğum günleri benim için. Durup geçmişi sorguladığınız, bilmediğiniz ve kaygılandığınız geleceği türlü güzel dileklerle, umutlarla, düşlerle bezeyerek kendimize şirin göstermeye çalıştığımız yerdir. Oysa o düşlenenlerin çok ötesinde bir yaşam dilimi çıkar ortaya bir yıl sonra dönüp baktığınızda. Zaman geçip gidiyor diye hayıflanırken aslında zamanın içinden kendimiz bilemediğimiz, ölçümleyemediğimiz bir hızla geçip gideriz de farkına bile varamayız. Biyolojik doğumların ötesinde bir de kendimizi kendimizden doğurduğumuz günler var ki, işte onların tarihini kimse bilemez, sayısını hiç bilemez. Bu yüzden de o günlerin ne kutlaması vardır ne paylaşımı. Onlar sadece kişiye özeldir. Belki de en güzel kutlamaları hak eden günlerdir.. Kim bilir!... Yine Doğum Günü’nde denir ki, "ille de hüzün…" Şöyle değiştireyim, illaki hüzün mü Meliha Akay? Hayır, bu çok kesin ve çok keskin bir yargı olur!... Zaten adı üzerinde özel bir günde bir türlü başa çıkılamayan bir duygudur sizin sözünü ettiğiniz hüzün… Yaşamın her gününü böyle sürdürmek mümkün mü? Şunu da kabul etmeliyim ki, birbirine benzemeyen hayatların içinden doludizgin geçen insanların taşıdığı bir dövme gibiSAYFA 6 dir hüzün… Ne yaparsanız yapın, ne denli üzerini örtmeye çalışırsanız çalışın başaramazsınız. Hüznü de ben yaşamın bana verdiği bir armağan olarak taşıyorum. Belki de bu yüzden birbirimizden hiç rahatsızlık duymuyoruz. Aşk gibi o duygunun da benimle temasında ne hissettiği, benden hoşnut olup olmadığı da önemli… "Kar yağacak gibi ama yağmıyor. Yağsa, diz boyu. Kar üşütmez ki. En çok sevdiklerimin yokluğuyla kopan fırtına üşütür." diyerek "Kar yağmıyorsa buralara, ben de yağan yerleri bulurum elbet" ile söz bağlanır aynı öyküde. Selim İleri’ye selam olsun; yağan yerler neresi olabilir sizce, hayatınız? Orada bir denge kurma çabası var! Aradığım yerler gerçekten karlı örtüyle kaplanmış yerlerdi. Böylelikle duyularıma, duygularıma yağan karın, tipinin ayazını dengelemiş olacaktım! Selim İleri de hem hüznü hem karlı zamanları başarıyla yazıya döken bir ustamız. Onun yazılarına ilgi duymamın nedenlerinden biri de bunlar olmalı. Kar tutkunu insanların da tıpkı kardaki izler gibi yaralanmaların, örselenmelerin kederini kendine saklar, izlerini de yağan kar gibi içindeki kişisel yöntemleriyle katarsis yaparak kapatmaya çalışır. Ayrıca karlı zamanların insanı Tanrı’ya ve gizeme daha çok yaklaştırdığını düşünüyorum. Yaz seven okurlar bun dan pek hoşlanmayacak ama bu da benim gerçeğim. Eğer siz de yazı seviyorsanız dilediğiniz gibi tartışabiliriz!... Satırarası bir cümleyi açmanızı istiyorum; "Hayata kafa tutmanın bedeli sürgün olmak galiba!" Siz de kendinize bu yapı içersinde yer verir misiniz? Güzel bir cümle seçmişsiniz soru için. Teşekkür ederim. Hayata kafa tutmak başlı başına meziyettir ve hem kararlılık hem de güç gerektirir. Gözü kara olmaktır. Körü körüne öğretilerle sınırlı kalmadan, her sunulanı yazgı diye kabullenmeden karşı çıkmak, genel geçer yargıların engeline takılmadan yürümek, hayatı kolaylaştırmak adına konmuş kuralları sorgulamak özgürlüğü de beraberinde getirir. Aykırılıklara, aşırılıklara, uyumsuzluklara yer tanımayan bir toplumda bunu başarmak pek de kolay değildir. O yüzden hayata kafa tutmak bedel ödemeyi de zorunlu kılar. Sürgün edilmek de bu bedellerden biridir. Her yerden sürgün edilebilirsiniz; eğer kendinizden sürgün olmadan yaşamayı göze alabilirseniz gerisi kolaydır. ? [email protected] Ya Kaybolursan/ Meliha Akay/ Epsilon Yayınları/ 128 s. KİTAP SAYI 857 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle