Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Meliha Akay ile 'Ya Kaybolursan...' üzerine “Hatırlamak, belleğin kuyusundakileri şimdiye taşımak değil midir?” İlkin ‘Yağmura Tutulanlar’, sonra ‘Gülüşün Gelincik Tarlası’ ve şimdi de ‘Ya Kaybolursan’... Peşpeşe gelen kitaplarla biz okurları selamladı Meliha Akay. Yayımlanan bu üç öykü kitabında, farklı duygular, farklı evrenler, farklı düşün ortamlarına sürükledi bizleri. Yeni kitabı ‘Ya Kaybolursan’da da zaman olgusunu önplana çıkartıyor. Yitip giden zaman, olağan zaman ve gelecek hayallerinin her kulvarında/köşebaşında bir imgeyi bizlerle buluşturuyor. Gelin yazarla yaptığımız söyleşi içersinde yakalayalım ipuçlarını... İyi okumalar... ? Erdem ÖZTOP evgili Meliha Akay, yeni bir öykü kitabıyla bizlerle buluştunuz gene. Neredeyse birer yıla sığdırmayı başardınız son üç kitapta okurla buluşmayı! Bunu bir şans olarak görüyorsunuzdur mutlaka? Kitaplardan önce sizinle yaptığımız söyleşinin üstünden ne kadar geçti diye düşündüm. Bir buçuk yıla yakın galiba. İlk iki kitap arasında neredeyse iki yıl vardı. Bu kitaptaki zaman aralığı bir yıldan biraz fazla. Buna sadece şans denemez. Siz nasıl sorularınızı hazırlamak için kitapların altını üstüne getiriyor, soruya dönüşebilecek cümleleri kafanızda evirip çeviriyorsanız, emek vererek, zaman ayırarak bu işin üstesinden gelebiliyorsanız benim için de öyle… Öykü dosyamı hazırladıktan sonra işin en keyifli yanı olan yayınevine göndermeye sıra geldiğinde artık öykülerin benden çıktığını bilirim. Tek başına karar alınamayacağını da…Ancak, bütün yazarlarına aynı mesafede durmayı başarabilen, aynı özeni gösteren editörüm Tanju Anapa zaman konusunda kırmamaya çalıştı. Bu kitabın SAYFA 4 S baharla yaz arası bir zamanda çıkmasıanlatın çıkış öyküsünü…. nı çocukça bir hevesle çok istemiş Kitaba adını veren öykü gerçekten tim… Oldu da…Eğer buna şans denediğerlerinden farklı. Ya Kaybolursan, cekse, evet; ama yaşamım boyu hiçbir yitirme kaygısı taşıyan bir sevgi sözcüzaman sadece ‘Şansım yaver gitti de olğü… Öyküye de başka bir isim oladu!’diyebileceğim ne bir kitabım oldu mazdı. Parçaları zaten bir yerlerde, ne de bir işim…Hele ki her günün bir farklı mekânlarda ama aynı zamanlardiğerine yük devredip yaşamı ve üretda hazırdı, bir yörüngesi vardı da gidip meyi zorlaştırdığı bu çağda olacağını benim içine girmemi bekliyordu sanhiç sanmıyorum. ki… Koşulların, zamanın ve mekânın Kendi kendinizi değerlendirmeye ötesinde yaşanan şeyleri açıklamaya çagittiniz mi mesela, ‘ilk iki kitapta keşke lışmak nasıl anlamsızsa bu da öyle asşöyle bir üslup takınsaydım’ kabilinlında. Tam bir aşkınlık den? durumuydu benim için. Bu değerlendirmeyi ben değil de, Hepimizin yaşamlarında edebiyatın kendisi yapmalı aslında! Sovardır; hani insanı şöyle runun adresi ben olmasam bile ilk kibir alır, hallaç pamuğu taptan bu yana geçen sürece baktığımgibi atar, tersini yüzüne da düşündüklerimi söyleyebilirim. çevirir bırakır da neye Şöyle bir üslup takınsaydım dedim mi? uğradığını bilemez.. AnHayır, bunu söylemek ‘keşke’ leri belatmak istese anlatamaz, raberinde getirir. Keşke olmasaydı diher söz yavan kalır. Ne yebileceğim bir aksaklık yok. Belki ilk beynindeki zonklamayı, kitapta bir iki öyküyü "koymasa mıyne de yüreğinin kulakladım?" diye düşündüğüm zamanlar olmuştur. Kitaplar arasında fark yok mu, elbette var; ancak öykünün kendi içindeki doğal gelişimiydi bu. İlk öykülere nazaran son dönem yazdığım öykülerde zaman fikrinin, zamanla hesaplaşmanın öne çıktığını görüyorum! Sadece zamanla değil bu hesaplaşma, aynı zamanda kavramlarla da…Gülümseyerek nedenini soruyorum. Sanırım yapacak, yazacak çok şeyi olup zamanın darlığından ve yetişememekten yakınan her insanın yaşadığı bir telâş ve panik bu! Biraz önce şans faktörünü sormuştunuz ya; yazma serüvenimin ilk zamanları diye nitelediğim yıllarda beni önerileriyle yönlendiren birkaç isimden biri de, lise yıllarımda Rus edebiyatını sevdiren, antolojiler öneren ve şimdi de beni ta oralardan izleyen edebiyat öğretmenim Mualla Ekemen’i anmadan geçemem. En toy zamanlarımda beni yüreklendirdiği için ona müteşekkirim. Gelelim yeni kitaba; ‘Ya Kaybolursan’. Bir uyarı ya da kaygı belirten sevgi cümlesi!.. Adı geçen öy“Kitaba adını veren öykü gerçekten diğerlerinden farklı. Ya küyü konuşacağız az sonra Kaybolursan, yitirme kaygısı taşıyan bir sevgi sözcüğü…” diyen Meliha Akay, yukarıda söyleşi sırasında Erdem Öztop ile. ama öncesinde kısaca siz rındaki atışını… Eski beniniz artık size yabancıdır. Ama yeni ben’le de kolaycacık uyum sağlanamaz. Yapılacak tek şey alfabesini bilmediğiniz bir dili öğrenmeye çalışır gibi oturup olanı biteni algılamaya çalışmaktır. Bir dönüşümdür bu aslında ama adını koyamayız bir türlü. Bu anların uzun sürmemesi en büyük şansımız bana göre. Aksi halde insanın kaldıramayacağı kanısındayım. Her insanın tepkisi elbette farklıdır, benim yapabildiğim tek şey önce değişimin izini görecekmişim gibi aynaya bakmak, sonra da oturup yazmak…Ya Kaybolursan kendini dayatan bir öyküydü. Bir gündönümüne rastlaması da hoş bir rastlantıydı. KAYIP ZAMANLAR Kitabın kapağına düşen resme ait, ya da benim özdeşleştirdiğim öykü, ‘Kayıp Zamanların Fısıltısı’ oldu. Böyle bir tespitte karşı çıkmazsınız değil mi? Sürü halinde zemindeki toprağı yerlebir eden kısraklar!.. Nedir sizde bunun dışavurumu? Öykülerin genelinde öne çıkan imge atlar oldu sanırım. Çıkış noktası Kayıp Zamanların Fısıltısı olsa bile belli başlı izlekleri kapsayan bir fotoğraf. Atların insana yakınlığı, sadakati, sezgileri çocukluğumdan bu yana beni etkilemişti. Haraya yakın bir yerde büyüdüğüm için, her fırsatta gördüğüm “cins” sayılan atların duruşu doludizgin koşmaları, koşarkenki zarafeti bende hep özgürlüğü çağrıştırıyordu. O yöreden ayrıldıktan sonra, zaman zaman duyduğum alıp başını gitme isteği, uçsuz bucaksız ovalarda sınır tanımaksızın koşma ve görünenin ötesini görme isteği ta o zamanlardan bilinçaltına yer etmiş olmalı. Nerede okuduğumu hatırlamıyorum fakat yitik uygarlıklardan biri olan Lemuria uygarlığının yunusların belleğinde kayıtlı olduğuna dair bir bilgiye rastlamıştım. Öykünün geçtiği yerlerde çok eski saKİTAP SAYI ? CUMHURİYET 857