Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Yitik Bahar, Dip Sevgi, Sevgi Bağları, An Bakış gibi kitapların yazarı, Umut Şiirleri, Doğa Şiirleri gibi seçkilerin hazırlayıcısı Turgay Fişekçi'nin her yanına, fotoğraflan serpiştirdiği kitabı, belgesel bir resimli roman gibi. Okur, bu gezi, deneme, izlenim, röportaj karışımı arna anlatımı özgün kitabın sayfalarını çevirirken Turgay Fişekçi'nin sanat ve estetikle harmanlayarak . duyurmaya çalıştığı her şeyi duyacak, onunla birlikte geziye çıkacak ve bu geziden çok şey kazanarak dönecektir. MUZAFFER BUYRUKÇU Insanlar kendilerinin ne olduğıınu, ne yapıp yapmayacağını öğrendiluerinden beri boyuna bir yerden bir yere giderler. Yarım kalan bir işi tamamlamak ereğiyle, özledikleri bir yakınlarını görmek için, birisini, birilerini öldürmek için, hırsızlık için, kız kaçırmak için giderler.. oraya, oralara göçmek için, yerleşmek için giderler.. sadece gezmek, tanımak, bir şeyler öğrenmek için giderler. Eskıden, çok estuden bu 'gidişler' yaya olarak gerçekleştirdirdi; arlarla, arabalarla, kağnılarla gerçekleştirilirdi. Ama uzun çabalamalar sonunda yaratılan uygarlığın her katmanında, her uzantısında bulunan ve yaşamları çeşitli yönlerden etkileyen gelişmeler, ilerlemeler, atılımlar, önlenmesi olanaksız yükselmeler baş gösterince, kişileri bir kentten bir kente, bir ülkeden bir ülkeye taşıyan otomobiller, otobüsler, trenler, gemiler (gemiler öteden beri vardı ama o gemilerin çoğu ticaret gemüeri, savaş gemileri, korsan gemileri, tutsak gemileri, köle gemileriydi) uçaklar çıktı ortaya. Dileyen işlerinin acele olmasına ya da olmamasına göre dilediği araçlarla hedefledikleri noktalara, duraklara ulaşıyor. Ulaşıyor da kent içinde yapılan gezilerin nitelikleri, anlamları, içerikleri ayrı ayrıdır. Yukarıda belirttiklerimin dışında kimileri bir arkadaşla, bir dostla ilgilidir. Kimileri bir doğumla, bir nikâhla, oir düğünle, bir eğlenceyle ilgilidir. Kimileri bir hasta ziyaretiyle, Bir ölüm olayıyla ilgilidir. Kent içigezilerinin en büyiiğü Ahmet Hamdi Tanpınar tarafından yapılmıştır. Beş kenti adım adım dolaşmıştır, o kentlerin gelmişini, geçmişini, mevsimlerini, sislerini, yağmurlannı, rüzgârlarını, kışlarını, yazlarını, günlük yasantdarını bilgi yüklü ama çok içtenlikli bir anlatımla sergilemiştir. (Beş Şehir) yapıtı gezi edebiyatımızın en değerli yapıtıdır. Eşi, benzeri yoktur. Ülkeden ülkeye yapılan geziler de çok önemlidir. Cîezi sırasında saptananlar, gözlemlenenler, birkaç kaynalda beslenen izlenimler, ülkelerin kültürlerine, dünya kültürüne azımsanmayacak katkılarda bulunmuş, evrensel kültürün temeline en iri ve sağlam taşları koymustur. Kentlerin, ülkelerin coğrafi konumlan, kişisel ve ruhsal yaşantısı, mimarisi, efsaneleri canlandırılmıştır. Bizim Evliya Çe lebimiz bu canlandırma ustalarının ulularındandır. Aynca şürlerindeki renk, mıısiki, hayal ve görüntülerle varlıklan alt üst eden Ahmet l laşim, (Frankfurt Seyahatnamesi)yle unutulmaz gezginlerin katına adını yazdırmayı başarmıştır ve özgün bir şair anlatacaİı şeyi nasıl anlatmışsa öyle anlatmıştır. 'TCarşımda sanki yüz seneden beri tanıdığım, rakat sekiz saatten beri misafir olduğum Frankfurt'a bakarak eski altın şehirlerini, o hayal sislerinde yarım görünen Kartaca'yı, Sidon'u, Babil i, Ninova'yı düşünüyorum. Yedi seyyareye göre yedi renge boyanan tepeSAYFA 14 Ravlar Üzerinde Avrıma lerinde görünmez müneccimlerin, anlaşılmaz hesaplar yaptığı geniş merdivenli kuleler... Granit ve altın sütunlu yaklaşdmaz mabetler... Bunların tenlikeli karanlığında düşünen ilahlar ve bu yabancı ilahlann tüyler ürpertici sıntkan, kırmızı çehreleri... Gerçi bu eski şehirlerde Frankfurt un palaslanndaki rahat ve zengin listeleri bulamazdım, fakat o cellât şehirlerinde, uzaktan gelen yabancı için ne kuvvetli hayretler ve ne keskin ürpermeler vardı." Gezi kültürümüzü zenginliğin uçsuz bucakstzlığında devindiren gczginlenmL; var elbet, hepsi de kendi alanında bir otorite. Ama bencc Ahmet Hamdi Tanpınar, kentiçi gezgini olduğu halde hcpsinden üstündür. Onun yazdığı (Beş Şehir) düzeyinde bir yapıt hiçbir edebiyatta yoktur. Yaşamı içerden kavrayan ve kişüetin dünyalarındaki duygusal çırpınışlan, duygusal sarsıntıları yalın ve şiırsiz dille ortaya koyan değerli şair Turgay Fişekçi'nin (Raylar Üzerinde Avrupa) kitabı şöyle başlıyor. "Bu geziyi yazmak kolay değil. Buna bir gezi demek de kolay değil. Koşullarmı sizin belirlediğiniz, keyfinizce dolaştığınız bir uczi değildi çünkii bu; birgörev cezisiydi. Yazarlık aeneyiminize, kişiliginize güvenilerek size verilen görev, Lizbon'dan başlayıp St. Petersburg a, oradan Moskova üzerinden Berlin'e dek, her ülkede birkaç kentte durup, orayı yeterince tanıyabileceğiniz etkinliklere katılıp bütün bunların sonunda da Avrupa'nın geleceği üzerine düşünceler ortaya koymanız, on yedi kenti bir kitapta anlatmak bile her biri ayrı bir kitap olabilecek denli ilginç yerlerken Turgay Flşekcl güç." Güçlüğü aşar Turgay Fijekçi ve (Raylar Üzerinde AvrupaBir Gezginin Anılan) kitabındaki yaşamı dikkatıe ve ayrtntılı bir biçimde sergiler. "Öğle zamanı yine böyle bir sokakta, sıradan isanların yemek yedikleri bir lokantaya girdim. Haslanmış koca bir balık parçası yanında haslanmış nohut ve maydanozlu soğan. Bir bardak da beyaz şarap. I lesap, artık bizim ylkemizde rastıanmayacak ucuzlukta. Öğle sıcagında herkes gibi ben de biraz dinlendim. Sonra çıkıp bu kez kent merkezinde sermaye ve iş dünyasının bürolannın olduğu, bizim Karaköy'de, Bankalar Cadde'sindekilere benzeyen yapdann yer aldığı Baixa'da dolaştım. Bu sokaklardaki mağ^azalar, lokantalar, daha çok gezginler için. Dilenciler de eksik değil. Kör t)ir kaaın, akordeon çalıp fado'lar söylüyor. Akordeon çalarak dilenen küçük bir çocuğun önünaeki köpek yavrusu, içine para atüması için bir tası sapından ağzında tutarak bekliyor./ Alfama tararına gitmek üzere tramvay durağında 28 numarayı bekleyecektim. Ama Den durağa gelmeden peş peşe üç tane 28 numananın geçtiğini fark ettim. Yine de beklemeyi sür dürüm. 45 dakika bekledim. Bu sürede içinde genç ve esmer vatmanıyla tatlı tatlı sohbet eaen sanşın genç bir hanımın olduğu bir tramvay geçmişti önümüzden. Bir süre sonra aynı tramvayın geri döndüğünü gördüm. Vatmanla, sanşın genç hanım kendilerinden geçmiş, konuşmayı sürdürüyorlardı./Tramvay, bizim TaksimTünel arasında çahşanın aynı. Tramvayların hiçbır şey umunında değd. Duraklarda yazdan saatlerde canı isterse geliyor, istemezse gelmiyor. Vatmanlar, ister esmer, yağız deldcardılar olsun, ister mini etekli, sivri topuklu ayakkabılar giymiş genç kızlar olsun, o daracdc dolambaçlı sokaklarda, otomobillerin arasında dans ettire ettire orasından burasından olmadık sesler akarta çdcarta, açık oyuncak kutuları./ öğle saatlerinde biraz dinlenip Alfama'ya ve kentin dk kurulduğu tepenin üzerindeki Sao Jorge Kalesi'ne gittim. Kalenin içinde bir nar ağacı çiçek ıçindeydi. Bir sokak şarkıcısı da gitarıyla Bach çalıyordu. Tepeden uçsuz bucaksız kent, denize doğru iyice şenişleyen ırmak, hepsi birden etkileyıci bir bütün oluşturuyordu. Müzik içime işledi, gitarcının önünde kendi dofdurduğu CD'leri satdıyordu. Birini aldım./ Kaşifler anıtının yakınına gittiğimde gözlerime inanamadım. Tam altından ırmağa bir kirli su kanalı boşalıyordu. Yüzlerce iri kefal balığı buradan ırmağa boşalan artıkları paylaşabilmek için kanalın ağzında oynayıp duruyorlardı./ Yazar özgeçmişlerine bir kez daha göz attım. Yazarldc öyle bir şey ki, yapıtla tanışmadan yazarla tanışılmıyor. Burada ise yazarlarla önce insan olarak tanışacağız. Yüz yazardfan 46 gün boyunca kaçıyla yakınuk kurabileceğimi henüz bilemiyorum./ Danışmadan Neşe'nin oda numarasını sordum. Aşağıda buluştuk. Otelin kahvesine girince iki arkadaşıyla Turgay Fişekçi'den bir Edebiyat treni gezisinin anılan oturan Thomas Wohlfahrt'la karşdaştdc. 3 Mayıs'ta Istanbul'daki toplantıda tanışmıştık. Onu kısa kollu gömlek ve şortla oturur görünce şaşırdım. Çok candan selamlaştık./ Aynı odada Christiane Lange var, yine vize isleri nedeniyle uzun süre yazıştığım Nelly Möller var. Askdı tiril tiril bir eîbise giymiş. Onun da çok masum bir yüzü var. Kanve makinesinin başında duran siyah takım elbiseli, sanşın yakışıklı genç ise Oliver Möst imiş. iki ortağı daha olan bir fotoğraf ajansının sahibi. Gezi boyunca fotoğraflar çekmek için aramızda. Odadan çıkarken koridorua önce güzelliğiyle soluk kesici olan Maria Stodtmeier yolumu kesti. Kendini tanıtıp hoşgeldiniz dedi. Sonra Jessica de karşdaştuç. Her şeye karşın gelebildiğinize sevindim dedi. O denli hızlı konuştu ve o denli acelesi varmış gibiydi ki yalnızca teşekkür edebddim. Bu acelecdik onun kişdiğinin temel özelliklerindenmiş, zamanla ögrendim./ Sezer Duru, Aslı Erdoğan ve Mahir Öztaş'ın otele girişlerini gördüğümde saat 18'i geçiyordu. Kan ter içindevdder. Sabah IstanbulZürich, sonra da Zürich'ren Lizbon'a uçmuşlar. Yemekte buluşmak üzere dağddık./Jose Saramago'nun mikrofona gelmesiyle salonda duygusal bir hava yayddı. Portekizce konuştu. Sözleri, arkasındaki üç kişi ta rafından sırayla Ingilizce, Almanca ve Rusça'ya çevrildi. Kımi cümleleri bugün de kulaklarımda. 'Avrupa'nın tümüyle keşfedilmiş bir kıta olduğuna inanmıyorum. Bu yolculukla Avrupa'da yeni Dİr keşif gezisine çduyorsunuz. Lizbon, tarih boyunca büyuk keşif gezilerinin başladığı yer oknuştur. Bu yüzden buranın iyi bir başlangıç noktası olduğunu sanıyorum. Bu yüz kişi Avrupa'da ayn bir egemenlik alanı yaratacaklar. Bu yolculuğun sonunda Avrupa'nın daha yaşamaya değer bir yer olacağına inanıyorum.' Yemeğin sonunda iki fıçıdan sangria dağıtdmaya başlandı. Türlü meyvelerle kanştmlmış şarap. Meyve suyu gibi kolay içdiyor, nem de çok lezzetli. Ama sonunda sarhoş ediyor./ Masamıza Fransız neşesi gelmişti. Televizyoncular ise Sezer Duru'ya 'Tan su Çiller şimdi ne yapıyorr1' diye soruyorlaraı. Bu arada yazarlara üişkin ilk söylentiler de dolaşmaya basladı. Ilki, Kıbrıslı Konstantin Kandunas la ilgili. 1966 doğumlu, yayunlanmış tek romanıyla Kıbns ve Yunanistan'da ünlenmiş zengin bir vergi avukatı. Geziye katdmadan önce şöyle bir koşul öne sürmüş: Gömleklerimın her gün yıkanıp ütülenme olanağı sağlanacaksa katüırım! Ikinci söylenti daha da hoş! Azeri yazar Cengiz Abdullayev, Berlin'e telefon edip yanında korumasını da getirip getiremeyeceğini sormuş. ZavalE Jessıca, hiçbir şey anlamayarak yalnızca 'Neee?' diye yeniden sormuş. 'Ne yapacaksın korumayı?" Cevap yalın: 'Bavuflanmı taşıtacağım.' Bu söylenti Cengiz'in hemencecik herkes tarafindan tanınmasını sağladı. Trendeki en zengin vazar. Polisiye romanlar yazıyormuş. 16 milyon satmıs. Eski KGB ajanıy mış vb. Sezer, Neşe, Mahir ve bize katılan Bulgar şair Georgi Fashov'la yola çdcnk./ Üst katın pencerelerinden birinde de şairin sokağa bakan bir resmi var. Dışardan geçerken onun camdan baktığını sanıyorsunuz./ Otelin yanındaki kuru temizleyiciye giyeceklerimi bırakmıştım. Onları alduıı. Yarın tren hareket ediyor./ Yazarlık ve Yolculuk llişkisi üzerine bir söyleşi. Konuşmacdardan biri de bizim Aslı Erdoğan./ Cengiz Abdullayev ünlü bavullan ve kokular saçarak geldi. Daha kimse sormadan, 'Özüm, hartada bir şişe Fahrenheit kokusu bitirir.' dedi./ 8'e doğru istasyona geldik. Kendi kalabalığımızın dışında basın, görevliler, bayraklar, flamalar. Trenin durduğu peronun önünde büyük bir 'Ler Lizbon pankartı asdmış. Herkes önünde fotoğraf çektiriyor. Bİ2 de çektirddc. Estonyalı şair KarlMartin Sinijarv'ı Uk kez orada fark ettim. Şişman, siyah deri ceketli, kalın camlı gözlüklü, sarı bir kafa. Ve sabahın seki ( zinde elinde bir şarap şişesi. Duruşundan epeydir içtiği belli oluyor. Arada bir şişeyi kaldırıp ağzına dikiyor./ Portekiz Demiryollannca hazırlatılmış özel bir tren. Bütün vagonların içi çiçeklerle bezenmiş... Tren kalkar kalkmaz gezici servis başladı. Kahve, küçük sandviçler ve Porto verüiyor. Küçük, güzel görünümlü bardaklarla birbiri ardına birkaç Porto içtik. Tatlı içki sevmem ama bunun icimi çok güzel./ Tren doğuya doğru ilerliyor. Sevdiğim doğa parçaları içinde ilerliyoruz. Her yan, kabuklan soyulmuş, numaralanmış mantar ağaçları./ BüyÜK bir karmaşa yaşandı. Zavallı Bernd, yüzü toz toprak içinde vagondan çdcardığı çantalann üzerindeki isimleri Lağırarak çağırıyor, o kalababkta çanta ile sahibi bııluşmaya çalışıyordu./ lstasyonda 'hoşgeldiniz partisi' varmış. O gür yeşilliğeBakan bir kahvede içkder, mezeler sunuldu. Dokuz saatlik yolculuk ve istasyondaki karmaşadan sonra iyi geldi./ Kahvaltıda ilk gördüğüm Cengiz Abdullayev oldu. Ge CUMHURİYET KİTAP SAYI 609