Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Robert Mantran'nın kitabım Server Tanilli dilimize aktardı Osmanlı İmparatorluau Tarihi İSMET ZEKİ EYÜBOĞLU S ayın Prof. Dr. Server Taniili'nin ikinci basımı Adam Yayınlan'nca yapılan "üsmanlı Imparatorluğu Tarini"ni ikinci kcz okudum. Ilk basımını, nedense yeterince kavrayamamıştım, aradan geçen yedi yıl bcndc birtakım anlayış odaklarını değiştirmiş, ya da olaylara baKişımı daha gerçekçi bir düzeye getirmistir. Kitabın yazan RoDcrt Mantran Batı'da ünlü birOsmanlı uzmanıdır, "gerçekçibelgesçl" tarih anlayışının öndc gelen bilginlerindendir. Başka uzmanlann katkılarıyla bütünleşcn kitabı, alışılagclen tarih görüşünün, Türk okuyucusuna yabancı kalan, bilimsel yöntemiylc scrgilenmiştir. Bu geniş kapsamlı, bclgcsel içerikL yapıtı daha kolay anlayabilmck için, Osmanlı döneminde sürdürüJcn tarih yazıcılığından biraz sözetmek gerekir. Avrupa uluslartnın tarih anlayışları, günümüzden cn az 2500 yıl gerilere, AnadoluYunan uygarlığının görkemli dönemine değin uzanır. Bugün ilk örneği } lerodotos'ta görülen öyküsel, anlatımsai tarihin belgelere, tanıklıklara, yaşanmış olaylara dayanan ikinci büyük ömeği Peloponnez Savaşları'nı konu edinen Thukidites'tir. Bu tarihçinin, tarih yazıcdığına getirdiği biçcm, bilimsel tarih anlayışının belgelere dayanan, yalnız düşünsel dcğil, yaşamsal odaklanndan kaynaklanması önemlidir. Tarih düşünülenin değil yaşanılanın, gcrçeküstünün değil toplumsal olayların bilimidir. Bu anlayış Batı'da birkaç tarih okulunun doğmasına olanak sağlamıştır. Bu okullardan belgelere, "uygarlık verilerine" dayanan anlayışla (tarin anlayışıyla) toplumsal yapılanmalara bağlanan tarih görüşii günümüzde de geçerlidir. Robert Mantran ve yardımcılarının hazırladıkları yapıt, uygarlığın gelişim çizgisi üzerinde yürümeyi başarırken, Türk okuyucu için sorunlara bilimsel bir yöntemle yaklaşmanın örneklerini veriyor ve altıyüz yıllık bir Türk Dcvleti'nin doğuşgelişimyayılışçöküş serüvenini nesnel kanıtlarla sergiliyor. Yazar, aeğişik sorunları incelerken, çok değişik kaynaklar veriyor; bu değişik kaynaklardan sorunsal bir bütünlük çıkarmanın yöntemini gündeme getiriyor ra tarihi oluşturan düşünselyaşamsal öğeleri ayıklayarak, vcni bir görüş biçimlendirmeye çalışıyor. Söylenceden, öyküden başlayan yaşam anlayışı yavaş yavaş, olayların içindcn süzülerek gerçekçi bir tabana oturuyor. Yazar burada, yine OsmanL toplıımunun değişik yaşam ortamlannı inceleycrek, pek sezdirmedcn, okuyucuyu belli bir toplumsal görüşün ürkütücü sayılan ortamına çekmeden, benimsenmek istenmeyen bir yönetimle karşılaştnmadan, üretimtüketim sorunlanyla karşı karşıya getiriyor. Biz, gençliğimizde, öğrenim yulanmızda, üretimtukctim ilişküerinin açıklanmasından çekinirdik, kaygılanırdık. Oysa, bizden çok önce yaşamıs olan R Mantran'ın iilkesinde bu sorunlar toplumsal gelişmelerin aydınlığında özgürce tartışılırdı. Yazar, yumıışak bir eğilimle kırsal kesim yaşamına değiniyor, üretim alanlannın durumunu, gelirgidcr bağlantısındaki dengcsizliği, üretilenin tüketılene yetmediğini vurguluyor. Kırsal kesimlerde yaşayan toplulukların geçim odaklarını, üretim olanaklarını açıklarken "yerleşik köylülerin yanı sıra, önemli göçebe halklar, dafilaraa, büyük ovalarda, oozkır ya da çöllerde, kendilerini hayvan yetiştirmeye adamışlardı" (s. 260). Bu alıntının içerdiğiyaşam gerçeği, bugün de ülkemizde, geçcrlidir. Ozelîikle Türkmenler, Çepniler, Av şarlar, Yörükler yine yarı yerleşik, yarı göçebe bir yaşam biçimini sürdürmektedirlpr sal kesime pek yatırım yapmamıştır. Büyük alışveriş işlerinin, çoğunlukla, azınlıkların ellerinde toplandığı anlaşılıyordu istamüketeriyte Osmanlı toplumunıın tarih anlayışına gelincc, bambaşka bir tutumla karşılaşırız. Osmanlı aydını tarih denince nesncl belgelere, ncacnsonuç bağlantısına dayanan gerçekçi anlayıştan uzalctır. Onun gözünde tarih yaşanmış, düşlenmiş olayların yüzeysel tanımlanmasıdır. Bu tanunlamada olayın nesnel kökenlerine inilmez, yüzeye vuran ilgi çekici, duygulandırıcı içeriği yansıtılır, böylecc tarin duygusal bir öykii olmaktan öteye gcçemcz. Daha geçen yıl yüzyılın orialanndan sonra ünlü Osmanlı tarinçisi Ccvdct Paşa, tarih denince "Peygamberlerin öyküleıi'ni anlıyordu, lslam tarihini "Hz. Adem'Me başlatıyordu. İlk Osmanlı tarihçisi sayılan Aşıkpaşaoğlu bile, ünlü yapıtında şeyhlere, dervişlerc, ermişlere gcniş bir yer vermektcn kendini alamamıştı. Ondan sonra geleıı tüm Osmanlı tarihçileri nesnel nedenlere dayanan bir tarin anlayışınilan, bilimsel ölcü lere dayanmaktan uzaktı. İarih, bir bifim olarak dcğil, düşle gerçcfiin karışımı bir öyküler toplamı sanılıyordu. Bilimsel bir tarilı bilincinin doğması.geLşmesi için, hepsindcn önce kökcnscl bir felsefe anlayışının ortaya çıkması, benimsenmesi, yaygınlaşması gerekir. Bugün en tutarlı, çığır açıcı tarihçilerin büyük bilgeler, düşünürler yetiştiren tonlumlarda yaşadığını görüyoruz. Yunan felsefesi olmasa, tarih Yunanistan'da doğmayacaktı. Herodotos'a, Thukidites'e "tarihin babası" boşuna denmemıştır. Bunları Türk tarihçilcrini, Osmanlı anlayışını sürdürenleri, kötülemck için söylenuyorum. Onların çağdaş bilimsel tarih anlayışından uzak kalmalan, yalnı/ca kcndi tııtıımları sonucu değildir, toplumsal yapının içeriği gereğidir. R. Mantran, önce söylencesel olaylara değıniyor, Osmanlı toplıımunun tarin anlayışını besleyen gelenekleri saptıyor, sonSAYFA 14 Osmankmn tarih antayışı 5 Otc yandan yazar, Osmanlı toplumunıın ııyguladıfiı yönetimin tabanına inerken tarunsal alanla, madencilik gıbi dcöişik beceri istcycn çalışnıa odaklarına de ğiniyur, ülkenin ürettiklerinden sağlanan gclirlcrle tükcttiklcrini karşılaştırıyor. Böy tece ( Jsmanh'da, sözcüğün geniş anlamıyla madenciliktarımhayvancılık üçlüsü üretimsel gelirin tabanını oluşturuyor. Tarih yazıcılıgı bakımından bu görüş Osmanlı'ya yabancıdır. Mantran'ın söylediğine göre, büyük yerlcşme yerlerinde, çokluk tlokumacılık, ipekçilik, gümüş işçiligi gibi "zanaat" kavramı altında toplanan uğraşlar yaygındı. Bu toplumsal kurıımlardan yola çıkan bir tarihçi için önemli olan altyapıuır. Sağlam bir âltyapı kurulduktan sonra, onun üstünde ycr alacak üstyapının gclişmesi kolaydır. Bu kııruluşların "Lx>nca" adını taşıyan birimlerolduu, dcvlct dcnetimi altında bıılunuğıı da açıktır. Ancak dcvlet işlctmelerinin başında ülkenin savunmasını üstlenen ordunun gereksinimlcrini karşılayacak kuruluşlar geliyordu. Bunlar tersaneler, savaş gcreçleri ürcten fabrikalardı. Yazar bunlardan büyük yerleşmc yerlerinde, dcniz kıyılarında toplandığını söylcrkcn, kırsal kesimlerde devletiıı ctkili bir üretim yönetımi sağladığını söyleyemiyor. Osmanlı yönetimi kır Üretimsel gelipin taban R. Mantran'ın üzerinde durduğu konular arasında, Osmanlı yönetiminin komşulanyla olan değişik ilişIcileri ilgi çekiybr. Bu ilişkilerin çoğu alışveriş, dışalım, dışsatım konularında toplanıyor, ancak sorunlara bilimsel yaklaşımla bakıldığı görülmüyor. Uluslararası ilişkilerdc çevirmenlik nep azınlıkların elinde, düşünsel alanda Batı'yla yansabilecek bir gelişme belirtisi yok. lslam ülkelcriyle kurulan ilişkilerin hepsi din ağırlıklı. Devletin düzeni de dine dayanıyor, yargı, toplumsal görevler, bireysel ilişkilerde son sözü "şeriat" denen kuruma dayalı odaklar söylüyor. Azınlıklara uygulanan yargısal etkinliklerde bile lslam anlayışının dışına taşmayan, yabancı görünüşü kurtarır gibi görünen bir tutumun izleri seziliyor. Yazar devletin bütününü kentkırsal kesim diye iki ayrı alanda incelerken toplumsal kurumların yasal işleyişinde bir değişiklik göstermiyor. Oysa OsmanL tarihi konusunda çalışanların nerdeyse hepsi tek yönlü bir uygulamanın sürdürüldüğünü vurguluyor, demek arada bir özdeşlik görülüyor. Bu da okuyucuya Osmanlı Imparatorluğu Tarihi'nin toplumsal kurumların öne alınarak yazıldığinı gösteriyor. Çalışmanın birinci bölümü, Osmanlı Devletinin doğuşundan XVIII. yüzytl sona nuna deöin gelen sürcyi kapsıyor. Bu uzun g y py d ilil i l i ld Avrusürede, ilgiylc incelenirse, genelde A pa'ya karşı kapalı bir uygulama görülür. Röncsanstan sonra başlayan bırçok devriminin yaşandığı, bilimsel gclişmelerin hızlandığı evreler Osmanlı'ya yabancıdır, göze batacak yenilikler, gclişmeler yoktur. Basım işleri, ordu gereçleri bıraz yenilik içerirsc de düşünsel alanda bir ftşkırma söz konusu dcğildir. Burada başka bir konuya geçelim. R. Mantran, Osmanlı "fetihlerıni" anlatırken (konuları ayrı ayrı uzman lar yazmışlar), bilerek bir sorunu sessiz geçiştirir gİDİdir. Bize kalırsa Osmanb'nın komşularına açtığı savaşlann simgesel söy lemi "Islamı yaymak", gerçek söylemi İ£ sık sık ağırlığı sczilen roplumsal gcçim dalığı "ekonomi dengesinin bozukluğu "dvr. Osmanlı orduları nangi savaşı kazanmşsa, büyük "ganimet" birikimi, ılganylageri dönmüştür. tslam dinini yaymak yikeysel bir örtüdür. Çalışmanın ikinci kitabı XIX. yüzyılbaşından 1923 evresine geliyor. Sergilenen olaylar, işlenen konular, çağına göre öne süıiilcn, arkaya çekilen sorunlar pek değişmiyor. Değişik yazarların yazdıkları böIümlcrde ağırfık yine toplumsal yapının özelliğinde, ancak düşünsel bir atılımın izlerini görme olanağı yok. Ozelîikle Avrupa uluslanyla kurulan ilişkilerde Kanuni döneminde uygulanan "Kapitülasyonlar" çevresindc dönüp dolaşma cğiümi ağır basıyor, işe " Azınlıklar sorunu" karışıyor. Yenıleşme yine ordu kurumlannda. Düşünsel alanda Batı'ya açık yazarlar, düşünürler var, yönetim Dİçiminde dış kökenL' baskılar sezdiriliyor. Toplum kurumlan bütünüyle ele alınıyor. Bu arada Batı'ya yönel me, cskiyi sürdürme çelişkileri etkinlik kazanıyor. Ancak, tarin yazma konusunda, düşünsel bir gelişme yoktur. Bu yapıttan öğrendtğimize göre, OsmanL Devleti, son biçimini aldıktan sonra, yönetimi elinde tutanların ummadıkları, düşünemedikleri sorunlarla yüzyüzc gelmiş, ancak bunların çözümünü değişik inancfara, geleneklere dayalı toplulukların oluşturdukları tabanda aramayı görememiştir. Çok değişik yapıda topluluklann üstünde bulunan yönetim, tabana inme gereği duymamış, toplumsal yapıda beliren çatlakları görememiştir. XIX. yüzyıl başlarında yaşanan çalkantılann nedenlerini XVIII. yüzyıl sonların da görüyoruz. Gerçekte OsmanL Imparatorluğu nda çözülmenin Kanuni Süleyman döneminde başladığı, Şchzade Mustafa'nın boğdurulması olayıyla yüze vurduğu anlaşılmaktadır. XIX. yüzyıl boyunca süren yenileşmeler Imparatorluğu Kurtarabilecek nitelikte değildi. Özellıkle Avrupa ilc sıklaşan iLşikiler, imparatorluğun dağılmasına yol açan bağımsız devlet kurına girişimleri, "Milliyetçilik" akımları yıkımın yüzeye vuran belirtileriydi. OsmanL yönetiminin yenilik girişimleri toplumsal tabandan gelmiyordu. Avrupa'da yaşanan devrimsel atdimların yansımalarıydı. Nitekim bu yapıtın son bölümünde bu olaylar öbeklere ayrılarak anlatılmış, toplumsal sarsıntıların yenilcşmc girişimleriyle başladığı dolayL olarak anlatılmıştır. Yönetimin baskılarından Avrupa'ya kaçan OsmanL aydınlarındü bile çağdaş gelişmelerden esinlenen bir tarih biTincinin doğduğu söylenenıez. (JsmanlıcılıklslamcılıkTurancılık gibi akımların doğuşunda bile bilimsel ilkelere dayanan bir tarih bilinci bulmak güçtür. Yenilik girişimileri tabandan gelmiyor, yönetim kurumlan da köklü devrimlere istekli değil, tüm atakkklar dinsel baskılardan geliyor. Osmanlı yönetimi, kiın ne dcrse desin, yapısal devrimlere elvcrişli değildi. Basın işleri bile dinin baskısı altında tutuluyor, dinin onaylamadığı yapıtlar basılamıyordu. Kapsanılı bir basın özgürlüğü yoktu. Bu eksiklığin nedenlerini yönetimin katılaşmış uygulamalarında aramak gerekiyordu. Bağımsız, özgün bir Osmanlı "kültür"ü yoktu. Yazın alanında lran, bilimsel sayılan çaLşmalarda Arap anlayışı (lslam görüşü) egemendi. Bilim denince Kuran'ın yorumlarından kaynaklanan düşünsel verilcranlaşılıyordu. Burada, R. Mantran'ın değinmediği bir konuyıı gundeme getirelim. lslam ülkderinde, düzenli bir eğitinı öğretim kurıımu niteLği taşıyan, ilk "mcdrcsc", OsmanL Imparatorfuğu'nun kuruluşundan ikiyüz yıl önce, Selçuklu Vcziri Nızamülmülk aracılığıyla gerçekleşmiştir. Bu kurıımlardan bıri Bağdat'ta Nizamiyc Medresesi", öteki Urfa'da "llanan Med" C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 4 8 6 unnaSKisi