Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kiş'in vakitsiz ölümü, onunla Belgrad'da görüşmeyi umarken cenaze törenine katılmak zorunda kalışım da duygularımı alt üst etmiş, neyse ki Miryana'nın gösterdiği yakın iîgi sayesinde Tuna Nenri boyunca yaptığım uzun yürüyüşler gerçek bir mutluluğa dönüşmüştü. Belki Belgrad'a gidcmediğim, daha doğrusu gitmek istemediğim için yeniden donüyorum o günlcre. 17 Elcim 1989'da Seyir Defteri'ne yazdığım satırların arasında dolaşıyorum: "Danilo Kiş'in ölüm haberini Belgrad uçağında okudum. Onun kcntine, büyük bir olasılıkla onun da katılacağını umduğum bir yazarlar toplantısına giderken gazetede fotoğrafını görünce neye uğradığımı şaşırdım. Oysa fotoğrafta da gerçek yaşamdaki gibiydi. Uzun boylu, dalgın, biraz hüzünlü. Saçları dağınıktı; giysileri, bakışları da. Paris'te bir sokak fenerinin altında durmuşobjektife bakıyordu. Baktığı yerde değüdi ama. Hiçbir yerde dcğudi. Kendi ülkesinde yaşamayanların yalnızlığı inmişti gözlcrine. Elli dört yaşındaymış. îyi bir yazardı. Çok sık görüşemesek de iyi bir dost. Yaşadığımızı, yazdığımızı bümek yetiyordu. Birden ilk karşılaşmamızı anımsadım. 1984 Ekimi'ni. Atina'da, o zamanki KültürBakanı Meüna Merkuri'nin çağrılısıydık. Bir akşamüstü resmi toplantılardan, sonu gelmek bilmcyen konuşmalardan, nezakct gösterilcrinden sıkılmış, soluğu Plaka'da bir tavernada almıştık. O gece, ikimizin dc çok sevdiği Yunan müziğini susturup birlikte şarkı söylediğimizi anımsıyorum. Ydlar önce Saraybosna'da duyduğum yarı Tiirkçe yan Sırpça bir şarkıydı, pencerede sevgilisini bekleyen bir kızdan söz eden, 'demirli penccre' derken gülümsevişimiz, tavernadaki müşterilerin de bize katdışı bugünmüş gibi aklımda. Nedense hep birilerini bekleriz. Bir mektubu, bir sevgiliyi, küçük sevinçleri. Sonunda demirli pencere kapanır. Ne beklenen sevgili gelmiştir, ne bir haber. Danilo Kiş'in kentindeyim. Ve o, Sırbistan Yazarlar Birliği'nin önündeki balkona asılı bayrağın yarıya indiği bir güz ikindisinde ölüverdi. Çocukluğu Balkan kentlerinde geçen şair Yahya Kemal'in dediği gibi, "Ölüm asudc bir bahar ülkesidirner rinde." Danilo bir rinddi. Geçen yıl Fransızca çevirisinden okuduğum ilk romanı Çatı Katı'nda Belgrad'daki gençlik yıllarını, bohem öğrenci yaşamını, iflc aşkiarla ilk heyecanları anlatıyordu. Romanı okuyup bitirince benzer bir alınyazımız olduğunu, onun da benim gibi Paris'e gelip karşılaştırmalı edebiyat öğrcnimi yaptığım, bir çatı katında.yazar olma düşleri kurduğunu düşünmüştüm. Danilo yok artık! Yapraklarını döken ağaçlar boyunca gözün bitmeycn hüznü var yalnızca. Bir de Marsala Tito Gaddesi'nin gürültüsü. Danilo yok, ama kitapları vitrinlerde. Onlarla yaşayacak aftık. Onlarla yaşacak. Güzel bir kent dcğil Belgrad. îkinci Diinya Savaşı'nda yıkılmış. Modern ve tatsız bir kent kurulmuş eskisinin yerine. Hurda troleybüsler, karaniık yüzlü taş yapılar, uyumsuz giysili bir kalabalık. lri kıyım erkeklerle son moda giyinen genç kızlar. Ve Generalic'in naif resimlerinden tanıdığımız Sırp köylüleri. Belgrad'ın güzel olmadığı kentin ortasına dıkilen ve Yugoslavlar'ın Balkanlar'ın en yüksek gökdeleni olmasıyla övündükleri yapıdan belli. Bir de 'Belgrad'lı Güzel' adını vermişler bu kişiliksiz, aykırı yapıya. Tuna ve Sava Irmaklarının kavuştukları yerde kurulmuş olmasına, cskinin olağanüstü günlerini, Tuna'dan kafilelerle geçen Türk akıncılarını çağrıştırmasına karşın Belgrad güzel değü. Belgrad'da güz çok güzel ama. Hava ılık, sokaklar güneşli, kahveler kalabalık. Buraya Kosova Savaşı'nın altıyüzüncü yıldönümü dolayısıyla Sırbistan Yazarlar Birliği'nin düzenlediği toplantıya katılmak için geldim. GelirC U M H U R İ Y E T K İ T A P Danllo Kiş'in kentl ken de Danilo Kiş'in ölümünü Paris'ten yanımda getirdim sanki. Paris'te görüşmeye vakit bulamadığımız için Belgrad'da görüşecek, Skadarlija'da müzikli lokantaların birinde yine 'Demirli Pencere' şarkısını söyleyecekük. Sırpların deyimiyle 'savaşı kazanan tarafın görüşünü' dile getirmek için geldim buraya, ama tuhaf bir yenilmişlik duygusu içindeyim. Danilo Kiş'in vakitsiz ölümü bu duyguya yol açan, yoksa geceyarısı tramvaylarmda sürüklediğim yalnızlık mı? Günbatımında Kalemeydan'da yürüdüm. Parkta satranç oynayan yaşlı adamların yanından geçip bir bank'a oturdum sonra. lstanbul çok uzak sayılmaz. Bir kentte alanlar ve yemek adları Türkçeyse sılaya yaklaştınız demektir zaten. Belgrad'da da öyle. Taşmeydan'dan yola çıkıp cadde üstündeki bir lokantada, çok acıkmadıvsanız bir 'çorba', acıktıysanız bir 'haydut kebap' yedikten sonra Kalemeydan'a varabilirsiniz. Kentin en şık semtinin adı Topçudere, en güzel meyvcsi 'vişne'. Evet, Istanbul çok uzak sayılmaz; ama Danilo'nun anısı şu anda daha yakın. Babası toplama kampından dönmeyen bir Yahudiydi, annesi Karadağlı bir Ortodoks. O ise her şeyden önce Dİrdünya vatandaşıydı. Birkaç dil biliyordu. Yazmakla yetinmemiş, başka dillerde yaratılan güzellikleri de asıllarından anadiline çevirmeyi görev bilmişti. Rusça'dan Mandelstam'ı, Macarca'dan Petöfi'yi, Fransızcadan Verlaine Ue Prevert'i, Lautreamont'u çevirmişti Sırpçaya. Ailesini, özellikle de çocukluk günlerini şürsel bir duyarlıkla anlattığı üçlüden, düşle gerçek karışımı çok özgün Dölümler anımsıyorum. Annesinin efinden tutmuş, güz yapraklarını savuran rüzgârda Tuna üzerindeki bir köprüden geçerken suyun yeşilden çamur rengine dönmesini büyük bir ustaliKİa anlatışını. Kalemeydan'dan Sava'nın ötegeçesine baktım. Gördüğüm günbatımında ısıldayan birbeton ormanıydı. Ormanı sulayan Sava ile Tuna'nın kavuştukları yerde sular her güz olduğu gibi yeşilden çamur rengine dönüyorlardı. Yakında bir yerlere yağmur yağmış olmalıydı. Ne tuhaf, birden eski bir marşın czgisini mırıldanmaya başladım: "Tuna Nehri akmam diyor/Etrafımı yıkmam diyor!". On yılda bir her sabah bu marşla uyanmadık mı? Oysa bin yıllık yatağında akıp duruyor işte, çamurlu çamurlu! O aktıkça zaman da geçiyor, yaşadığımız günleri, anıları, acı ve sevinçlerimizi alıp götürerek. Tuna nehri de Seine gibi, Loire gibi, yeryüzünün tüm nehirleri gibi akıp gidiyor köprülerinaltından. 1984'te Danilo Kiş'e, bir gün 'Tuna Nehri akmam diyor' marşıyla uyanılmayan bir Türkiye'ye geleceğini, 'Demirli Pencere' şarkısını Boğaz'a karşı bir meyhanede birlikte dinleyeceğimizi söylemiştim. Nasip değilmiş." 1989 güzünde Belgrad'ı anlatırken Danilo'nun ürtodoks töreniyle gömülmesindeki 'derin anlamı' kavrayamamıştım. Babası Yahudiydi oysa, kendisi de, daha önceden de söyledim, gerçek bir dünya vatandaşı. Toplantıya gelen tüm yazarlarla birlikte katıldığım bu gömme törenini, Ortodoks papazların bitmek bilmeyen dualannı, ikonların korteje eslik etmelerindeki art niyeti gereğince anlayabilmem için kanlı bir savaş gerekiyormuş demek. Sırbistan Yazarlar Birligi, Paris'te yaşayan kozmopolit bir yazarın cenazesini bile milliyetçi ideolojisi uğruna kullanmaktan çekinmemişti. O zamandan bu yana nice sular aktı köprülerin altından. Yugoslavya parçalandı. Ve ben Danilo Kiş'in kenti Belgrad'a gitmedim bir daha. Dostumun öykülerinin şu sıra Türkçcde ilk kez yayımlanıyor oluşuysa onun özlemini çoğaltıyor içimde. Evet, Danilo yok artık. Birlikte söylcdiğimiz 'Demirli Pencere' şarkısı da unutuldu çoktan. Şimdi Saraybosna'da savaşta ölenler için yakılan ağıtlar söyleniyor. • 397 Julio Cortazar ve Charles Bukoıvski'den iki kitap MuziD bir almnın kitabı Çevirmen Işıl Yüce iki farklı yazarı ve kitaplarını değerlendiriyor yazısında. IŞIL YÜCE yeniden gerçekle buluşturmuş bir yazarın algısını okurla paylaştığı bir kitap. Okunacak bir şeyler farklı algılar arayanlar için. • Açıklayıcı Bilgiler El Kitabı /julio Cortazar/Çevıren. Işıl Yüce/Altıktrkbcş Yayınları/142 s • •• • aşantılarını anlık uyuşmalarla yaşayanların yuvalandığı mekânların oralardan yürürken, kabaca bir boşvermişliği, anlamsızlamayı, hiçlemeyi çağrıştıran kahkahalar, çığlıklar, ayırdedılemeyen konuşmalar duyarsız, duymuşsunuzdur ya da duyacaksınız... Bukowski'nin öykülerini okurken o yolda yürüyor gibisiniz, elinizde bir büyüteçle elbette. Hele ki bir kitabı ahlaksal mercekten değil de anlama çabasıyla okuyan bir okursanız, Bukowski'nin söyleyecekleri var size. Hayır... bir mesaj vermek değil, övgü almak değil, yerilmenin ve övülmenin ötesinde, bu dünyada yaşayan bir grup insanı kameralaşmış beyniyle sunmak, duyurmak istemiş belki de. siz hiç 'öyle' yaşamamış olsanız da, artık 'öyle' yaşamıyor olsanız da dünyanın size göre birucundageliCharles Bukovvski. şen olayları haberlerde izler gibi izleyin; bu yetcr. } loşlanın ya da hoşlanmayın, ama var olduklarını bilin. Sıcak Su Müziği, 26 öyküden oluşuyor. Öyküler, tıpkı bir filmin arasına yerleştirilmiş, başı ve sonu olaya bağlı olmayan özerk sahneleri çağrıştırıyor; yaşantı çizgisindeki sonsuz noktalardan alıntılar... Bukovvski edebiyat yapayım diye uğraşmıyor, betimleme vekarakter çözümleme çabasına girmcksizin yaşananları, bir insanın öteki insana anlatışı gibi doğrudan iletiyor ki bu doğrudan ileti, onun edebiyatına dönüşüyor. Olması gerekeni değil olmakta olanı anlatıyor. Bukowski'nin kamera gözleriyle çektiği bu yazınsal fiLni okurken, cinsel organları ve küfürleri, bir cümledeki virgüller kadar olağanca ve çok kullanan, birbirlerine şu bildik anfamda hiç de 'nazik' davranmayan bu insanlan, duyarsız, duygusuz, kaygısız gibi büumum olumsuz nitelemelere değer gördüğünüzde, işte o zaman, hanımcvlatlığı sıfatıyla yaftalanmanız an mesclesi. Parayla iman kadar duygu ve kaygının da kimde olduğu belli olmaz çünkü. Bukovvski, duygunun uzun anlara yayıldığı, büyüdüğü, genleştiği yaşayışlara koca bir şarpı koyuyor. 'Şefkatı yeterince beslersen bir sonraki adım âşık olduğunu sanmaktır." Her şeyin benlık doyurma ve yanılsama olduğuna karar vermişlerin zorunlu durağına varıyor o da; o halde bırak dağınıkkalsın! Ama ben bir ses duydum yine de: "Keşke böyle olmasa!" diyen, sessiz, örtük, çocuksu istekle... Ve Avi Pardo... Bukovvski'yle birlikte anılıyor;... Akıcı çevirisi için teşekkürler...» S en, sevgili okur, acı ve nükte arasındaki o ince ipte gezinmekten keyif alıyorsan, sakın es geçme bu kitabı. Yaşadığın anın ağırlığına bir de tepcden bakıp "aslında biraz da komik" diyebilecek gücün varsa... Yani sıkıl Jullo Cortazar dıysan azicık, actnın yapayca şişirildiği yazılardan... Cortazar'ın yazdıkları "hayat zaten bir mutsuzluk toplamı, haydi hep birlikte intihara!" ya da "anlayamadım gitti insan denen yaratığı" temalı yazgıcı bir edilgenlik içermiyor; aksine zeytinyağının üzerinde apaçık yüzüp duran bir kıL oradan çekip çıkarmak yerine, onu seyre dalmakıa ve zeytinyağından tümden vazgecmekle zaman öldürenlere muzip bir dille çatıyor O, O... Cortazar. O da bizler gibi oynak rejimlerin çocuğu... Cunta ve demokrasi arasındaki saIıncakta sallanmamn ağırlığını biliyor; nüktenin hiçleyici gücünü püskürtüyor bu ağırlığa... Sonrası? Zamanın kılcal anlarında yaşamaktan başka bir şey yok ki! Sistem denilen 'donuk yaşantı dayatması' zorunlukların aralarına sızmakbir çocuk gibi... Haylazca, sessizce ama devingen bir dircnçle. Çıkışsızlık dediğin bunu bilememek yalnızca; çaresizlik olarak anlamlandırdığınsa bir şeylerin tümüyle düzeleceği bir anın beklentisiyle ölüp giden ömründen başka ne? Hayır böyle anlatmıyor; minik öykülerine yediriyor bu temayı. "Hepimiz cam tuğlanın içinde yaşıyoruz" diyerek çaresizlik yüklü bir tanımlama yaparken durm.uyororada: "... amaişteanidenkalemimin ucuna bir güvc konuverdi. Külün altındaki ateş gibi atıyor. Bak ona, ben bakıyorum ona, minicik kalbine dokunuyorum ve duyuyorum onu. Bu güve donmuş cam hamurunun içinde tınlıyor; her şey yitirilmiş değil" diyerek sürüyor umudunu. Tepeden bakıyor; ağlayana, şarkı söylcyene, kol saatini kurana... Aynatutuyor, insanın içinde gezinen tip tip varlıklara. kitaba özgün adını veren Cranopio ve Famalar, Cortazar'ın insana dair yaptığı nüktedan gözlemlerden fırlayan tiplemeler. İster istemez aslında istemez istemez bir türlü bir kategoriye (burçlara inanmak dışında) sokamadığımız kendimizi bu tiplerin yansısında buluyor ve yakayı feci şekilde ele veriyoruz. Kimi kez Famayız, kirni kez Cronopio kimi kez Esperonza... Üstclik haylaz Cortazar algısı, kendimize gülmeyi, kendimize ağlamayı bizi hiç incitmeden yaptınyor bize; bir an geliyor etrafmızda kımlerin bu tiplere eş düştüğünü düşünmeye varıyorsunuz. Açıklayıcı Bilgiler El Kitabı, gözünüzün önünde gözünüzden kaçan ayrıntıların kitabı... Simgelerin, gerçek dışı denilen düşsel sahnelerin hayat bulduğu, kanlı canlı eylemlere dönüştüğü, gerçeğe doymuş ve düşünü yazın ovalanna dizginlcmeksizin saLvermiş, sonunda da onu Y Kozmopolit bir yazar Sıcak Su Müziği / Charles Buhıtoski/Çevırcn: Avı Pardo / Parantez Yaytnları / 169 s. SAYFA 11 SAYI