08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

bağkbğı büyük bir hoşgörüylc anlatılır: " Burada her milletten insan var ve bu insanların yüreğinde çeşitli tanrılar var. Benim tek Tanrım Allah'tır. Allah adına yemin ederim ki çölü bir defa alt etmek için elimden gelen her şeyi ve en iyisini yapacağım. Amma ve lakin, herkesin inandığı Tanrı adına bütün kalbiyle yemin etmesini istiyorum ki bana her zaman bilakaydüşart itaat edccektir. Zira, çölde itaatsizliğin anlamı ölümdür." (s. 82) Romanın başka bir bölümünde kullanılan sözcükler de dini giysileri betimleyen özel sözcüklerdir: "Kervanların izlediği yolu gözetleyen bedevilerdi bunlar. Soyguncular, asi kabileler konusunda bilgi veriyorlardı. Koyu renkli cellabyalarına ve yalnızca gözlerini açıkta bırakan kefyelerine sannmış olarak, sessizcegelip, sessizce gidiyorlardı." (s. 87) Cellebya Kuzey Afrika'da erkek ve kadınların giydikleri uzun kollu, başlıklı dini giysinin adı, kefye ise Araplarda özellikle erkeklcrin kullandığı bir çeşit püsküllü başörtüsüdür. DIIKuPumu ' "Her dil bir dünyadtr" (3) Romanda ikinci olarak irdeleyebileceğimiz kurum dil kurumudur. Romanda baştan sona ele aknan ve vurgulanan işaretlerin dilidir. Sadece bu açıdan bakıldığında bile bu romanın göstergebilimsel açıdan değerlendirilmesinin ne denli anlamlı ve kapsamlı olacağı açıktır. Kaldı ki göstergebilimle ilgisi olsun olmasm herkes bu yapıttan, kuşkusuz payına düşen çabayı da göstermesi koşuluyla, haz duyacaktır:" Hayatta her şey isarettir, dedi tngiliz, okumakta olduğu dergiyi kapatarak, Evren, herkesin anlayacağı bir dilde varolmuştur, ama insanlar unutmuştur bu dili. Birçok şeyle birlikte bu Evrensel Dil'i arıyorum ben. Bu yiizden buradayım. Çünkü bu Evrensel Dil'i bilen birini bulmam gerekiyor. Bir Simyacı." (s. 80) Simyacı'nın tüm çabaları öncelikleevrenin konuştuğu gerçek dili bulmak içindi: "Bütün hayatının, gördüğü öğrenimlerin bir tek amacı vardı: Evrenin konuştuğu biricik gerçek dili bulmak. Başlangıçta Esperanto dilini öğrenmiş, ardından dinleri incelemiş vesonunda Simya'ya merak salmıştı. Esperantoca konuşmayı biliyordu..." (s. 77) lncelememizin başmda Simyacı'nın felsefi değer taşıyan masalımsı bir öyküden oluştuğunu söylemiştik. Daha olayların başında, Santiago Billuriye Dükkânında çalışırkcn, bir gerçeğin farkına varmıştır: "Yeryüzünde herkesin anlayacağı bir dil vardır ve kendisi dükkânı geliştirirken bu dilden yararlanmıştır. Bu, coşkunun dilidir;arzu edilen ya da inanılan bir şeyi gerçekleştirmek için sevgi ve tutkuyla yapılan girişimlerin dilidir." (s. 73) PAULO COELHO Rio de Janeiro'da doğdu. Roman yazarlığına başlamadan önce, oyun yazarı, tiyatro yönetmeni ve sevilen bir şarkı sözü yazarıydı. Coelho gençliğinde bir hippiydi. 1986 yılında Hristiyanların, Batı Avrupa'dan başlayıp Ispanya'da Santiago de Compostela kentinde sona eren geleneksel hac yolculuğunu yaptı; bu deneyimini " H c " adlı kitabında anlattı.1988 yılında yayımlanan "Simyacı" Coelho'yu cn çok okunan çağdaş yazarlardan biri yaptı. Öteki kitapları; "Brida", "Valkürler" ve son yazdığı" Piedra Irmağının Kıyısında oturdum, Ağladım" adlarını taşıyor. Romanda hep Evrensel Dil'den bahsedilse de zaman zaman Evrenin pek çok dili olduğu vurgulanmaktadır: "Evrenin birden çok dili var, diye düşündü" delikanlı. (s. 96) Doğal olarak sözü edilen dil çoğu zaman simgelerin diliydi, başka bir deyişle çevremizi, çevremizdeki nesneleri daha iyi algılamamıza değerlendirmemize, dolayısıyla yaşamı yaşanabilir kılmaya yardımcı olan işaretlerin dili. zira iletişimin "dille başlayıp, dille bitmediğini" iddia eden Eco'yu desteklermişcesine zengin işaretlerin dili: "... bozlayan bir deve bir tehlike işaretine dönüşebilîr, hurma ağacı dizileri de bir mucize yaratabilirdi." (s. 96) Gerçekten de işaretler oldukça önemliydi yaşama anlam kazandırmakta:" Işte Evrenin Dili'ni kavrıyorum dedi ve bu dünyada her şeyin bir anlamı var, atmacaların uçuşuna vanncaya kadar. Bir kadına duyduğu aşk için, içinde derin bir minnet hissetti: 'tnsan sevince' diye düşündü, nesneler daha çok anlam kazanıyor." (s. 108) Yukandaki alıntıda atmacaların uçuşlannın bile anlamlı olduğu, daha doğrusu bir amaca yönelik olduğu belirtilmiş. Gerçekten de atmaca ve yarasa gibi hayvanların karanlık mağaralarda bile kanatlarmı hiçbir yere çarpmadan uçtukları bilimadamlan tarafından saptanmıştır. Bunu da hayvanların uçarken çıkarmış oldukları ses dalgalarının mağara duvarlarına çarpıp yansımasına bağlamışlardır. (4) Romanın başından sonuna defalarca yinelenen 'Kişisel Menkibe' üstünde biraz daha duralım. Menkibe, bilindiği gibi, din büyüklerinin ya da tarihe geçmiş ünlü kişilerin yaşamlannı ve olağanüstü davramşlarını anlatan öyküdür. Nedense romanda kastedilen 'Kişisel Menkibe' bize Estonyalı felsefeci, göstergebilimci, Jakob von UexküH'ün (18641944) ünlü bir deyişini anımsattı: "Yaşayan her hücre kendi öz ruhuna sahiptir." (5) Kişinin ya da basit anlamda hücrenin yaşama nedeni bu sözü edilen öz ruh (varlık, benlik) olsa gerek. romanda 'Kişisel Menkibe'sini izlmeyenin kendi yazgısma yenik düşeceği, sonunda da mutlaka mutsuz olacağı vurgulanmaktadır. Euxküll'ün ünlü Umwe!t Kuramında kişinin Öz Benliği ya da Görüngüsel Evren olarak Türkçe'ye çevirebiliriz her şey doğadan, insan zekâsına, oradan hayvana, yeniden doğaya ve tekrar insana dolanımsal bir yol izler. Daha açık ifade etmek gerekirse, doğa ve insan zekâsı arasındaki bağıntı hem karşılıklı hem de birbirine dönüşlüdür. Romanda Ingiliz'in delikanh'yla olan bir konuşması bu açıdan son derece önem taşır: " Her şeyi temel kural yönlendiriyor, dedi. Buna simyada Evrenin Ruhu adı verilir. Bütün kalbimizle bir şey istediğimiz zaman, Evrenin Ruhu'na daha yakın oluruz. Olumlu bir güçtür." (s. 88) Aslında Uexküll'ün Kişinin Öz Benliği ya da Görüngüsel Evren olarak tanımladığı Umwelt kuramı Paulo Coelho'da Evrenin Ruhu adını almıştır. Üstelik aşağıdaki alıntı bizi bu konuda haklı çıkarmaktadır. "Ayrıca, bunun insanlara özgü bir ayrıcalık olmadığını söyledi: Ister bir maden, ister bir bitki, ister bir hayvan ya da düşünce olsun, yeryüzünde bulunan her şeyin bir ruhu vardı," (s. 88) Ve şöyle devam eder: " Toprağın altında ve üzerinde bulunan her şey durmadan değişir, çünkü toprak canlıdır ve bir ruhu vardır. Bizler bu Ruh'un bir parçasıyız ve onun bizim yararımıza çahştığını çok az biliriz..." (s. 88) Yeniden Umvvelt kuramına dönecek olursak, bu kuramın iki önemli ögesi dikkatlerimizi çeker. Bunlardan birisi gözlem, diğeri ise katılımdır. Başka bir biçimde ifade etmek gerekirse, birbirinden çok farklı simgeleri algılayıp anlayabilmek için kişinin aynı zamanda çok dikkatli ve titiz bir gözlemci olması, üstelik adı geçen simgelere ya da olaylara katılması gereklidir. Tıpkı romanda aşa ğıdaki alıntıda belirtildiği gibi: " Çölde ilerleyen kervanı gözlemledim, dedi sonunda. Kervan ve çöl aynı dili konuşuyorlar; Çöl, kervanın ilerlemesine bu nedenle izin veriyor. Kendisiyle kusursuz bir eşuyum içinde olup olmadığını anlamak için, kervanın her adımını hissediyor; ve durum böyleyse, kervan vahaya ulaşacaktır. Ama içimizden biri ne kadar cesur olursa olsun, bu dili anlamayacak olsaydı daha ilk gün ölürdü." (s. 89) Santigo'nun yukandaki alıntısından da apaçık görülebileceği gibi kervan ile çÖlün tam bir uyum içinde olduğunu anlayabilmek için gözlem yapmak şarttır. Simyacı'da çok sık yinelenen Evrenin Ruhu kavramına biraz daha açıklık getirmek istiyoruz: " Her şeyi temel kural yönlendiriyor, dedi buna Simyada Evrenin Ruhu adı verilir." (s. 88) Evrenin Ruhu'nu U. Eco'nun felsefe kuramında özellikle savunduğu açıklayıcı güç ve kullanımsal gizilgüç kuramlarıyîa açıklamak yerinde olacaktır sanınm. Bu olağanüstü güçleri açıklarken Eco üç farklı öge üzerinde durur. Bunlar kuÛanımsal, açıklayıcı (ya da açıklamalı) ve yordanabilen ögelerdir. (6) Evrenin Ruhu evrendeki insan ve insan dışı (bitki, hayvan, maden gibi varlıkların yararına çalıştığından dolayı kullanımsal; varoluşumuzu, mutluluk ve mutsuzluğumuzu, cesaret ve çekimser davranışlarımızı, yaşama bağlılık ya da yaşamdan uzaklaşmayı ifade ettiğimiz "olumlu bir güç" olduğu için açıklayıcı; yine insan ve insan dışı varlıklann sonunun, iyi kötü, önceden kestirilebileceği için yordanabilen niteliğe sahiptir. Sözlerimizi toparfarken Simyacı için diyebileceğimiz belki en önemli nokta romanın düşle gerçek arasında bir peri masalını andırmasına karşın aslında romandan çok bir "nasihatname" niteüği taşımasındadır: "Değeri bilinmeyen her lütuf felakete dönüşür," (s. 68) "Öyle zamanlar vardır ki, insan hayat ırmağının akış yönünü değiştiremez." (s. 69) "En karanlık an, şafak sökmeden önceki andır." (s. 137) Aslında düşle gerçek arasında olduğunu vurguladık tüm olayların. Yaşamın da bir düş içinde düş olduğu düşünülemez mi? Sözlerime Mehmet Hengirmen'e ait bir şiir ile son vermeyi uygun buluyorum: DÜŞ VE GERÇEK (7) Geceleri kapatınca gözlerimi, Başka dünyalara giderim. Gezerim, eğlenirim, yerim, içerim, Üzülürüm, ağlarım, sevinirim, gülerim. Sanırım gördüğüm, tuttuğum her şey gerçek, Uyarurım, bakarun hepsi düş. Düşünürüm, Geçmiş artık bir hayal, Gelecek ise düş. tek gerçek: İçinde yaşadığımız an, Az sonra o da hayale dönecek, Her şey bir bilmece gibi, Yaşam bir düş mü, yoksa gerçek mi? Uyanıkken hiç kuşkum yok, Yaşadıklarımın gerçek olduğundan. Ölünce bir bakarsın, Onların da hepsi düş. Düş içinde bir düştür yaşam, Yaşam düşünden uyanıştır ölüm. Ölümden başkasına inanmam. * H. Ü. Dilbilimi Bölümü (Hacettepe Üniversitesi) J CUMHURİYET KİTAP SAYI 380 SAYFA S
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle