05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Son dönemin kitap ve oyunlannda tiyatromuz Çağdaş Tiirk Tiyatrosu'nda siddet nörünümleri Türkiye'de yayımlanan ve oynanan birçok oyunun sıvası kabaca kazudığında altından sertlik, umarsızlık çıkıyor karşımıza. Esen Çamurdan bunun nedenlerini araştırıyor. ESEN ÇAMURDAN ağdaş Türk Tiyatrosu'nda şiddet olgusunu irdelemek amacıyla genelde gündemde olan yani sık sık sahnelenen, söz konusu edilen ya da son yıllarda seyirci önüne çıkmış oyunlara bakıldığında bunlann çoğunun 1980'li yılların ürünü olduğu görülür. Gerçekten de, sözü edilen yıBarda yazılmış olan tiyatro metinlerinin büyük bir bölümü dikkati çekecek biçimde şiddeti içermekte, şiddet ya dramatik eylemi oîuşturmakta ya da onun gerçekleşmesini sağlayan ana etmenlerden biri olarak çıkmaktadır karşımıza. Kimler arasında ve hangi düzlemde yaşanmaktadır siddet? Hangi zaman ve uzam diliminde yer almaktadır? Sahnede somut olarak var mıdır yoksa sahnedışında mı gerçekleşmektedir? Seyircinin konumu nedır? Seyretmekle mi yetinmektedir? Suçlanmakta mıdır, yoksa oyun bittiğinde karmakanşık mı çıkmaktadır tiyatrodan? Yapıtlannda şiddeti işlemeyi seçmiş yazarıar nasıl bir son hazırlamışlardır sahnede kurduklan dünyaya?.. Ve daha birçok soru giderek bir şiddet toplumuna dönüşen ülkemizde günlük yaşamın içine sızmış olan, her türIıisünü dolaylı veya dolaysız olarak yaşadığımız şiddetin sahneye yansıma biçimlerini araştırmaya yöneltti bizi. Ancak bu çalışmadaki amac, akla takılan sorulann kesin yanıtlannı Dulmaktan çok, doğru sorulardan yola çıkarak doğru ipuçlannı yakalayabümek ve sağlıklı yaklaşımlarda bulunabilmek olacaktır. Yıne aynı doğrultuda, taranan oyunlann seçiminde özellikle şiddetin ana eylemle olan bağlantısına bakılmış, çeşitliliği ve renkliliği gözetilmiştir. Yukanda da belirtildiği gibi, araştırmaya konu olan oyunlann neredeyse tümü 1980'den sonra yazılmıştır: Çıkmaz Sokak (Tuncer Cücenoğlu), Kuğular Sarkı Söylemez (Ferdi Merter), Uzaklar (Ülker Köksal), Kardeş Sofrası (Yesim Dorman), Karanlıkta Hk Işık (Ülker Köksal), Giordano Bruno (Erhan Gökgücü), Yalnızlığın Oyuncaklan (Memet Baydur), Taziye (Murathan Mungan), Bir Ceza Avukatının Anılan (Faruk Erem), Çöplük (Turgay Nar), Gılgamış (Zeynep Avcı). Bunlann dışında ele alınan iki yapıttan biri olan Erdoğan Aytekin'in Kırmızı Sokağın Suzanı adlı oyunu 1979 tarihlidir ve kendi türiinün ilginç bir örneğini oluşturur. Öteki oyun ise Adalet Ağaoğlu'nun 1971 yılında yazdığı ve gerek yapısı, gerekse şiddetin değişik bir yansımasını göstermesi bakımından atlanmaması gereken önemli bir yapıt olan Kozalar'dır. Çeşitli şiddet düzlemleri açısından taranan oyunlarda çoğunluk devlet/insan, toplum/birey ve düzen/insan arasında baskı sonucu oluşan şiddet ilişkisi işlenmektedir. Karşılıklı olarak gelişen şiddet üstüne kunılu olan Çıkmaz Sokak'ta kurban/cel Ç lat ilişkisine, ama kurbanın cellata cellatın da kurbana dönüştüğü bir duruma tanıkolunur. Oyunda, Yunanistan'da 1967 yılında yapılan ve 1974'e dek ülkede kesin bir devlet şiddeti estiren darbenin ilk yılında tutuklanıp işkence gören, ardından suçsuz bulunup bırakılan bir genç kızın yecu yıl boyunca aradığı işkencecisini bulup, onu tuzağa düşürmesi ve işkence yapması anlatılır. Daha perde açılır açılmaz bir şiddet havası sezilir sahnede: Çan sesleri, gök gürültüsü, tabancasını denetleyen sırtı seyirciye dönük kız... Oyunun ikınci asal kişisi olan işkence ci polisin de söylem ve davranışı, en romantik anlarda bile, örtük ya da açık, belirli bir şiddet duygusu yaşatır seyirciye: lyi ki devrim olmuştur da komünistler nizaya gelmişlerdir, megaloideadan yanadır, sevgilisine tabancayla şaka yapar, onu öyle bir sevecektir ki kemıklerini kıracaktır... Polis iki kızkardeşce tuzağa düşürülüp sıkıca bağlandığında ise roller değişir, cellat kurban kurban da cellat konumuna girer. Ve öç almak adına, eski kurban, kendine yapılmış olanı olduğu gibi uygulamaya kalkar. Bir başka deyişle, ondan yaptıklarının hesabını sorarken kendi de aynı yola başvurur. Ablasının tuzağına yardımcı olan kızkardeş oyunun sonunda durumun aynmına vanr, ne ki "Var mı bunlan yargılayacak bir organ?" sorusuna yanıt bulamayacaktır. Yeni cellat yeni kurbanın ensesine tabancayı dayadığında sahne donar. Son, seyirciye bırakılmıştırBir Ceza Avukatının Anıları, şiddete başvuranlara karşı devletin, hem ae yasal yollardan uyguladığı en büyük şiddeti, idam cezasını ele alır. Üsteük bu ceza, bildik işkenceler dışında, başka tür bir işkenceyi de kapsamaktadır: Olüm cezasının verilmesi ile yerine getirilmesi arasında geçen o dayanılmaz, uzun süreç. Oyunda aktarılmak istenen diğer bir duyarh nokta da, devletin suçluyu idam yoluyla cezalandırmayıp onu ömür boyu hapse mahkum etmesidir. Yaşamının geri icalan bölümünü dön duvar arasında geçirmek istemeyen, daha doğrusu, bunu göze alamayan mahkum, bu kez kendi kendine karşı şiddet uygulamakta, intihar etmektedır. Oyunda epizodik bir biçimde aktanlan yaşanmış olaylann amacı, idam cezalannın halkça rahatlıkla onaylanıp devletçe uygulanaığı bir ülkede, seyircinin dikkatini bir de olayın insan boyutuna çekmek ve onu söz konusu ceza üzerine yeniden düşünmeye yöneltmektir. Adalet hiç yanılmaz mı? Yanıldığını anlayınca nasıl geri dönecektir? Daha açık bir deyişle, asılan bir kişinin suçsuz olduğu sonradan anlaşıldığında yanlış nasıl düzeltilecektir?.. Devletin kimleri yaşatmak için kimleri öldürmesi gerektiğınin bir kuralı olup olmadığını soran yazar, suçluyu cezalandırmadan önce onu bu suça iten ekonomik, toplumsal, siyasal ve hatta ruhsal nedenleri de araştırmanın zorunluluğunu vurgular. Temelde Kubilay olayını sahneye getiren ve bu bağlamda batcılacak olursa din bağnazlığı/özgür düşünce catışmasınm içerdiği şiddeti işleyen Karanlıkta Ük Işık, aynı zamanda devletin kabagüç uygulayışını da gözler önüne sermektedir. Oyunda Kubüay'ın katledilişini hazırlayan olaylar, ülkeye egemen olan gergin hava akta 1980 sonrası oyunlardan biri olan Tazlye'nln yazan Murathan Mungan (solda). Adalet AOaofllunun (saflda) 1971 yılında yazdıOı Kozalar ise atlanmaması gereken önemil bir yapıt. OlinıcazaM nlır seyirciye. Bir yanda Cumhuriyet hükümetine karşı cikan, sılahlı adamlanyla şeriatı ilan etmek isteyen, bunun için de kan dökülmesinin şart olduğunu düşünen yobazlar vardır, öte yanda tiyatro oyunlannı ve filmleri sıkı denetimdengeçiren, komünist avına çıkmış bir hükümet. Aynca giderek büyüyen ekonomik kriz, parasal çıkarlar yüzünden tekkelere sığınan yoksullar ve devrimlere karşı bir tepkiye dönüşen Izmir mitingi. Ve Kubilay olayı. Ve sıkıvönetim, mahkemeler, yasaklar... Ve devlet kaynaklı başka bir şiddet gösterisi: Suçlu bulunanlann istasyon, çarşı, lokanta önü gibi halkın görebileceği noktalarda asılmaları. Toplumsal değerlere uymayanlara ya da toplumca onaylanıp yaşama geçirilmiş kuraÛan çiğneyenlere karşı toplumun giderek şiddete dönüşen baskısı da tiyatro yazarlannın ele aldıkları sorunlardan biridir. Eşcinsel olma, AIDS hastalığuıa yakalanma durumlarında toplumun bireye yaklaşımı, onu reddetmeye hatta yok saymaya (yok etmeye) dek varan tepkici davranışı Kuğular Şarkı Söylemez'de dile getirilir. Her iki olguyu da ailenin çocuğa karşı yanlış davranısına bağlayan yazar, oyunun sonunda onlara tek seçenek olarak ölümü bırakır: Ailelerince de terkedilen eşcinsel ile AIDS'li gençten ilki babasının kendini öldürmesi için bıraktığı tabancayla intihar ederken, öteki morfîniyeğler. Uzaklar ise, iki önemli toplumsal katmanın, aile ile okulun, hoşgörüsüzlük sonucu gençlere yaptığı baskıyı ve bunun doğurabileceği sonuçlan dile getirir. Hangi sınıfsal kesitten ve hangi amaçla olursa olsun, aile baskısı gençleri giderek yalnızlığa itmekte, kendi yetenek ve eğilimlerinden çok, anne ve babanın özlem ve hırslan doğrultusunda onlan yönlendirmeye çalışmaktadır. Öte yandan okul da, kendi baskıcı eğitimöğretim yöntemiyle, ailenin yarattığı bosluğu dolduracağına onu daha da aerinleştirmektedir. Benzeri yollarla özbenliklerinden uzaklaşunlıp olmadıklan, istemedikleri bir kimliği benimsemek zorunda bırakılan gençler kapıcının kızı Naile gibi, va intinara kalluşırlar ki, bu kişinin Kendine yönelttiği bir şiddet biçimidir ya da büyük tutkuyla baglı olduğu resmi bırakan ve alkolik olan varsıl çocuğu Murat gibi, kendi kendilerine yabanıcılaşırlar ki, bu da ruhun paramparça edilmesidir. Sonuç mutsuzluktur, yitikliktir. Ona dayatılan çizgiyi izlemeyen bireyin topluca cezalandınlrnasıdır. Taziye'deki topluma töreler egemendir; törelerle insanın trajik çatışması üstüne kurulmuştur oyun. Baştan sona, çevre düzenlemesinden söyleme dek, bir şid det duygusu yaşaülır seyirciye: Zifiri koyulukta Dİr kapı, göz kamaştırıcı ve delice bir ışık, kara tabanca, bir leş gibi getirilen ve oyun boyunca sahnede İcalan ve girdiği her biçimde şiddet ve ölümü anıştıran Kefen... Bir de kan egemendir sahneye. Çünkü söz konusu edilen kan davasıaır, her şeye ve herkese karşın öç duygusudur, insanlara kanlarının hesabını sormalarını buyuran törelerdir. Taziye, yaşama alanlannı kendilerine kurduklan kasrlann yüksek duvarlanyla, toplumsal yaşamlannı ise törelerin duvarlanyla sınırlayan insanlann artık çatlaklar vermeye başladığı bir dönemi ve ortamı anlatır. Ve verilen onlarca kurbana karşın töre hâlâ egemendir zira bu insanlara göre insan demek töre demektir, töre ise ölmektir, öldürmektir. Oyunun sonunda, töreler gereği, genç ağa annesini öldürür. Gıkamış'ta başka bir çatışmaya, bu kez tann/ınsan çatışmasına tanık olunur. Ölümsüzlüğün peşinde olan insanın doğa ve kendi yarattığı tannlar karsısında var olma savaşımıdır oyunda ele alınan. Uruk kentinin kralı Gılgamış'ın daha oyunun başındaki tanıtımı şiddet dolu bir imge verir seyirciye; Gılgamış şiddetin ta kendisidir: "Ûruk kentinin dur durak bilmeyen duvarcı kralı! Bir adım attı mı yerler sarsılırdı... Yaban boğasıgibi böğürürdü sokaklarda. Bütün silahJan kalkıktı. Oğulu babaya, maşuku aşıka, kanyı kocaya bırakmadı. Urıık kızlannı herkesten önce o kanattı!" Oyuna egemen olan iliski biçimi de şiddete dayalıdır. Gerelc ölümfülerin, gerekse ölümsüzlerin aralanndaki ilişki hep şiddet üstüne kurulmuştur. Söylem, davranış, hatta en şefkatli anlar bile her zaman sertliği, buyurganlığı, güç ve erk savaşımını sezdirir. Öte yandan oyunda insanoğlu, yapısı gereği, kötü olarak değerlendirilmektedir: İnsanoğlu zaten kötüdür ama ölüm korkusu onu daha da kötü kılmaktadır. Şiddetin büyük bir bölümünün söylem düzleminde yansıtıldığı, dilde yaratıldığı oyun yine de sevginin yüceltilmesiyle son bulur. Gerçek ölümsüzlük cana can katan sevgide yatmaktadır; ölümsüzlük Utnapiştim'in deyişiyle "çürüyen ette değil, dipsiz yürektedir/ Belirli bir düzenin ekonomik ve siyasal açıdan yaptığı baslu sonucunda yaşanan toplumsal çalkantılan konu edinen oyunlardan biridir Kırmızı Sokağın Suzanı. Bir genel siddet ortamının (Makro ortam, doğruaan katılmamış olsak da olumsuz etkılerini yaşadıfrımız II. Dünya Savaşı) bir özel ortamı (Mikro ortam, Izmir Kadife Kale eteklerinde bir yoksul mahallesi) etkilemesi ve bunun doğurduğu şiddet ilişkileri tüm boyutlanyla işlenmeye çalışüır. Suzan'ın öyküsü başlar başlamaz seyirK İ T A P SAYFA 12 C U M H U R İ Y E T S AY I 408
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle