Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
melidir." s. 38; "Sus. Sus. Ben duydum, sense sus." s .45) ve ötekini yadsınıanın ("Bu da nereden çıktı şimdi. Hadi bc s>cn de." s. 54), durum böyle olunca da güvensiz, çolak, soğuk, sağır bir yaşam içinde, anlaşılmak, olumlanmak özlemiyle yazılmış ve okuyucuya sunulmuş ve belki de hep korku içinde, tetikte yaşamak zorunluluğundan kaynaklanan ve açıkça talep edilen ama o derece de reddedilen bir "ıner hametin" (s. 13) "kapalı" öyküleri var elimizde. ükumalda tüketilebilecek gibi değil. Kapalılığın suçlusu da anlatıcı değil: "Fırsat tanımıyorsun ki her şeyi anlatmaya. Her şey esintiler içinde, Bütünden kopan parçaların birlikte raksedişleri de, dediğin gibi yine esintiler içinde" (s. 43). Oykülerin hiçemi de böyle. Biçim ve içerik bu yüzden tutarlı.Sanki hücre yaşamı süresince, dünya, uzam, nesneler ve gerçeklilder dünyasının bütün ayrıntıları çok iyi gözlemlenmiş, öğrenilmiş. Bu bilginin yükünii dayanılır kdabilecek tek güç olan öteki ilişkinin yerini, belki de aşk da bitince, yazmak edimi almış; bu da SUYU anlamlı kılmış. Öykülerde sıklıkla yinelenen suya ilişkin imgeler, yaşam içindeölümü, sürekli, akışkan ve anlatıcının dışında gelişen bir yaşamı, bunun boşluğunun getirdiği bir gereksinmeyi ("Hortlaklar dünyasına geçmeden yakalamalıydım akıntıyı"s.50)anlatır. Özcan'ın yaptığı gibi, ilişkileri öldürüp öldürüp, yeniden yaratıyorsunuz, öyküleri okurken. Louis Marin'in, UTOPIQUES: JEUX D'ESPACES başlıklı yapmnda da dediği gibi, "öykünün anlatılış yöntemi öykünün kendisidir." Yasamın anlamını yitirmiş olması, dilde ve biçemde gösteriyor kendini, Anlatıcı bu saçma duruma uzaktan bakamıyor. Anlatı, bu karabasanın hem aracı, hem de kendisi. Bir başka deyişle, bungunluğu, okuyucu için güvenilir ve uzaklıktan yansıtmıyor, öykünün kendisi bungunluk. Bir anlatı yöntemini kullanmıyor. Öykünün kendisi o yöntem zaten. Bu biçem içinde, örneğin, "burada ne demek istiyor?" diye kendinize sorduğunuz yerlerde, sözcük, tümce ve paragraflar kendi mikrokozmlarında birçok anlam iletirken, bir öykü biçiminde biraraya geldiklerinde üzerinizde bıraktığı etkiyi, anlatının havasını, öykü olarak anımsıyorsunuz. Dolayısıyla, parçalar kendi içlerinde anlam taşımalarına karşın, bütünü oluşturuyor ve öteki parçalar kendi içlerinde anlam taşımaİarına karşın, bütünü oluşturuyor ve öteki parçalarla olan ilişkilerinin anlamsız olması, öykünün bütününü anlamsız kılmıyor. Anlatımdaki kopukluklarla, dünyadan kopuşu, o boğuntu ve tükenişi yaC U M H U R IY E T K İ T A P S A Y I 1 8 9 şatıyor bize Özcan; Sylvia Plath'in şiirlerine yaptığınız gibi, bu öyküleri de "emip emip tükürüyorsunuz." Güneş sağırlığı ve ayak oyunları yapmış, tortu bu yüzden ve bu yüzden söz de tükürülüyor. Bazen, parçalar da kendi içinde anlaşılmazlasabiliyor: örneğin, "Keyfi işiydi içteki yanlış dökülme. En sona kalmamalıydı başlangıçtaki şüphe. Diğerleri kendine dönük nesnede işlenmemiş tırnaksız kartal figürüydü, gerektiğinde kullanılmak üzere bir kenara kaldırılan" (s. 55). Bazen, bu şiirsellik, aşırı bir duygusallığa doğru, ARABESK sularda seyrediyor. Birkaç örnek: "Neolupbittiğini bile anlayamadığı yorgunluğunun içinde sel olup akıyordu anıları" (s. 20); "Unutulan koşu yolunda bıraktıkları, kirli çarşaflar altında geçirdiği hastalıklı günler olarak tanımladığı saçma düşjerinde hiç sektirmeden sürdürdüğii siyah beyaz film kareleri miydi yoksa?" (s. 20); "Yitik sözcüklerinin içindeki yelin getirdiği yaprağı kaybettiğim anlattığı ve dilinde derin yaralar açmış bu yabancılaşmanın başlangıcını şiirle yakalayabilir. Bu, yaşam dolu bir başlangıç olabilir. * Kitabm arka kapağına, "Randevu Hazırlığı" başlıklı öyküden, "Kadın, dediğim dedik acımasız bir diktatörün engin bakışlarıyla benim kendisini izlememenıgerektiğinisöylergibiydi yeni bulduğu üadeleriyle. Kapalılığın gerekmediği yerde bunu belirtmesine tepkisiz kalamazdım" diye başlayan, "Sandalağacı kokulu güzel bir kadının ardından gitmek, bana, kendi banklarında çekingen aşıkların nefeslerini dinlemek gibi gelmişti... Düşlere kapılmış olmasına rağmen onun sıcaklığıyla cıvıklaşmadan 'ne olursa olsun', diyemedim" diye süren ve "Çam iğnelerinden, ölü balıklardan, buğday kokularından bahsedebilirdim beni dinleyecek olsa" diye biten paragraf (s>. 22) alıntılanmalıydı.* Okumayı bitirir bitirmez, kitabı bir kenara atıyorsunuz ama o "kenarın" neresi olduğu aklınızdan hiç çıkmıyor. Bu yüzden tehlikeli, bu vüzden ağır. Bu yüzden sevmedim bu kitabı. *Ustüne üstlük, sözluk kullanmamı da gerektirdi, yine de en az iki kez geçen bir sözcüğün"evecenlikle) anlamı Halilîbrahim özcan ınilk öykükitabı randevu hazırlığı, yaşama sımsıkı sanlmak için bugünlerde çok nedenimiz varken, ürkütücü bir kopuşun öykülerini içeriyor. liği çoktan kaf dağlarının ardına kaçırmıştım. Çöl konakçısı olsaydım hadi neyse, yeni bir takı bulur verirdim götürdüğüm otel odasının unutulmuş anahtarını ararken" (s. 22); "Hücremin belgelere egemen yanında kaşlarımı kesebilirdim o gitmeden. Malzemesi hazırken izleyen bakışlarından atılan safra dönüşmesiz duruyor. Ellerinden tuttuğum vakit geliş saatinin kütüğündesessizlikoluyor..." (s. 43). Öykülerde şiirsel bir anlatım var. Örneğin, "Son eyvah, son sabahın yaşlarımın o sayfalarına yerleştirebileceğimin de ayırdındaydım" (s. 25); "Gökteki yüdızların aydınlıklarına hıçkırığımı karıştırıyordum" (s. 29); "Kıyı henüz kaybolmaya başlamıştı yağmur damlalarının terkisinde gülümseyerek"(s.39). Böyle durumlarda H. İ. özcan, şiire dahaçokyüklense... ÇünküJohnBerger'in, ŞÎIRÎN SAATI'nde dediği gibi "dilin kullanımları arasında başlangıcımn anısını en katıksız biçimde koruyan şiirdir." Özcan, belki öykülerinde nı bulamadım.* Halil tbrahim özcan'la ortak bir dostumuz "sizi tanıştırabilirim" deyince, bize bir randevu ayarlamasını istedim ondan. Bu yazıyı, o randevuya hazırlanırken yazdım. Hangisi gelecek acaba? Halil İbrahim mi, yoksa Özcan mı? "Yeni bekleyişler, daha yeni uğultular."s. 55) • Randevu Hazırlığı/ Halil tbrahim özcan/ Metis Yayınlanl 1991 SAYFA 19