05 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Nilüfer Göle İslam Batı çatışmasının odağındaki konuyu araştırıyor Türbamn perde arkası 148 s. STEFANOSYERASİMOS Modern Mahrem, Medeniyet ve örtünme Nilüfer Göle / Metis Yayınları, îst. 1991 Nilüfer Göle, Siyasal Bilgiler okulunun konuğu olarak üç aydan beri Paris'te, böylece yeni kitabını elde etme fırsatını buldum: "Modern Mahrem, Medeniyet ve Örtünme", (Metis Yayınları, Ekim 1991, 148 s.) Bir nefeste okunan ve bol bol düşündüren bir yapıt. Sanırım bu kadarı kitabı okuyucuya önermek için yeterli. Ama dahası var, özellikle iki şey: Biri, siyasal hilimlerde ve sosyolojide yazılanlar giderek "yetkili" kişilerin ya da olayların baş aktörlerinin yazdıkları ve söyledikleri üzerine bir çeşitleme olarak kaldıkları bir ortamda, "saha" çalışmasına yer vermesi, yani olayı yaratan kişileri doğrudan konuşturması ki bu konuda yapmış olduğu saha araştırmasının verilerine ve sonuçlarına kitabında daha da geniş yer vermesi arzu edilirdi; ikincisi de "türban", "örtünme" ve bunların getirdiği ilericilikgericilik çat ışmasında, herkesin yer ahp bir şeylerden yana ya da bir şeylere karşı olması gerektiğine inanılan bir ortamda, başka bir gezegenden gelircesine, işte bu böyledir şu da böyledir diyebilmesi. Sosyal bilimleri köşe yazarlığına indirgeyenler için bu çok büyiik bir kusur olabilir, ama sanırım ki kitabın en önemli yanı da budur. MODERN MAHREM K I T A P T A N Modernlzmin karanlıkta kalan yflzfl B İ R B 0 L ÜM îslamcı harekerlerin anlamını s>adece siyasi düzeyde bir okumayla sınırlamakla kalmayıp, toplumsal yaşamın ayrıntılarına indiğimizde, "şeriatçılık" etiketinin işaret ettiği anlamm çok ötesinde kültürel kırılmaların, toplumsal dönüşünılerin izlerini bıılmaktayız. Böylece tslamcı hareketlcrin anlam sitemini konu edindiğimizde, en makro ölçekteki tarihsel modernlik katmanından en mikro ölçekteki insan ilişkilerini kapsayan gündelik yaşam katmanına kadar inen değişimler zincirinin halkalarını takip edehiliriz. Siyasileşen İslam, toplumsal tarihimizin yeni bir okumasını mümkün kılmaktadır. Kadın konusu, tarihsellikten gündelik yaşama uzanan toplumsal dönüşümün en ayrıcalıkh konıısudur. Çünkü » kadın, bir ucunda medeniyet projesi yatan tarihsel dönüşümün, diğer ucunda cinsiyet ayrımcıhğı üzerine kurulu Islami toplumsal yapmın en önemli mihenk taşıdır. Toplumun merkez değerlerinin üretilmesi kadar, temel yaşanı ulanlarının biçimlendirilmesi de kadmın toplumdaki yerinden bağımsız değildir. Yani, Batı mcdeniyeti ile özdeş tutulmuş modern değerlere vürut verdiği gibi, özel mahrem alan ile dış kamusul alan aravsındaki sınırların yeniden çizilmesi, kadının görünürlüğü ile mümkün olmaktadır. ÎslamBatı çatışmasının günümüzde siyasal, ekonomik, sosyal, boyutlarının olmasına rağmen sorunun kadın özgürlüğü, hatta örtünmesiörtünmemesi konusunda düğümlenmesi insana tuhaf gelebilir. Oysa, başlığından anlaşılacağı gibi bu konuyu işleyen Nilüfer Göle'nin kitabına göre "tesettür" Tanzimat'tan bugüne ve Türkiye'de olduğu kadar diğer Müslüman ülkelerde de bu çatışmanın odak noktasını oluşturmuştur. Verilen örneklerden ve gözlerimizin önünde olup bitenlerden belli ki öyledir. Ama neden? Tarihte din ve ideoloji kavgaları çok olmuştur, meleklerin cinsiyeti, îsa'nın özü, ikinci, üçüncü ya da dördüncü enternasyonale katüma gercği zamanında uzun uzun tartışılmış, ancak her defasında bunlar çok daha köklü bir tercihin bahanesi, daha doğrusu sembolü olmuşlardır. Kadının örtünmesi arkasmda ise ilk planda "ahlak" ve "namus" yatar, bunlar da "cemaat"in fertlerini birbirine yapıştıran harç vazifesini görür. Kadın açılırsa ahlak ve namus elden gider ve cemaat çözülür. Böyle bir düşünme biçimi îslama özgü değildir, tünı geleneksel toplumlarda ve sanayi devrimi öncesi Batı toplumlarında da aynı şey görülür. 18'inci yüzyıl Fransız Devrimi'ne doğru yol alırken dönemin kişi ve kahramanlarının, bir Casanova, bir Don Giovanni, hatta bir Sade markisinin, bugünkü ahlak normlarının bile dışında kalmaları ilk anda şaşırtıcı görülebilir. özgürlüğün bayraktarlığını ahlaksızların yapması, insanhğın özgürlüğüne ve insan haklarına giden yolun önce cinsel özgürlükten geçmesi yadırganabilir, ancak galiba böyle olmuştur. Bu gibi kişilere Fransızcada liberte (özgürlük )'ten türetilen ve Türkçede "çapkın", "açık seçik" anlamına gelen bir sözcükle libertin denmiştir. Aynı dönemde de özgürlüğün Osmanlıcası serbestiyet'tir ve bu olumlu bir kavram olmaktan uzaktır. özgürlük sözcüğü en çok bu kahramanların ağzına yakıştırılır. Don Giovanni'nin "viva la liberte" aryası her şeyden önce cinsel özgürlüğe bir çağrıdır ve son perdede kahraman ahlakın ve eski düzenin timsali "commandatore" tarafından cehenneme sürüklenmesine rağmen zaten operanın ikinci adı "Sefih'in Cezası"dır Mozart'ın daima ondan yana olduğu sezilir. Sık sık bu dönemde aşk konulu ltalyan operasında kullanılan "libertâ" sözcüğünün, gene bu yapıtlardaki karşıtı "fedeltâ", bağlılık'tır. Bu ise aşk ve aile bağlılığı olduğu gibi feodal düzenin temeli olan zincirlernc bağlılıktır. Bu iki kavramı birbirine bağlayan ara terim de "crudeltâ" zulümdür. Özgürlüğün bağlılığa zulümle dönüştüğü gibi bağhlıktan özgürlüğe çıkmak da gene zulümle, devrimin getireceği terörle gerçekleşecektir. İslam kökenli toplumlarda bugün Batı'nın iki yüzyıl önce kendi içinde verdiği kavga sürmektedir: Kişi özgürlüğüne karşı cemaate bağlılık. Bu düzenin dayandığı iki direk: Ahlak ve namus ve bunların göstergesi, denek taşı, kadındır. Ahlak, toplumun vaz' edilmiş değerlerine uygun olarak davranmaktır, bunlar toplumun örf ve âdetleridir. Namus için bu âdetlere uymanın ölçüsüdür. Kişi bunlara ne kadar uyarsa toplum içinde o kadar namuslu diye bakılır. Din ise bütün bu değerlerin sentezi halindedir ve İslamda toplumu cemaati yönetecek tüm ilkeler başından tam ve eksiksiz bir biçimde vaz' edilmiştir. Bunıın az çok tüm dinler için geçerli olduğunu söyleyebiliriz, ancak Hıristiyanhğın ilk baş,ta kurulu düzene karşı bir tepki olarak gelişmesi ve kilisedevlet ikiliğini sürekli olarak korumasına karşın Müslümanlığın politik ve sosyal düzenini kendisi kurup giderek onun içinde kapanması farkh gelişme olanakları yaratmıştır. Kısacası, bugün I Iıristiyan kökenli Batı toplumunun ütopyası, ideali, sürekli bir ileriye doğru kaçışla ifade edilebilir, mutluluk daima yarınlardadır. Aksine İslam kökenli toplumun ütopyası ezeli bir geriye dönüştür, çünkü izlenecek yol en başta gösterilmiş ve hatta bir asri saadet yaşanmıştır. Eğer bugün sorunlar varsa, bunlar vaz' edilen ilkelere yeterince uyulmadığındandır. Batı'ya ayak uyduramama kaygı.sı, Batı'nın ileriye doğru kaçış ütopyasında yatan endişeyi daha da dayanılmaz hale getirince asr i saadet ütopyası daha da çekici görünür. Üstelik günümüzün tüm İslam düşünürleri tarafından işlenen Batı'nın kabul edilirmaddi yönleri ile reddedilmesi gereken sosyal ve ahlaki yanları arasındaki ayırım, geleceğin endişelerinden ve bireyciliğin bunahmlarından ıizak, modern konforlu bir cemaat ütopyasını yaratmaktadır. Bunun için de toplumun değerlerini, yani ahlakını korumak, onu, çözülmesine yol açacak, kadın özgürlüğünden, çocuk özgürlüğünden, kısacası kişi özgürlüğünden uzak tutmak, yerine kadınların erkeklere, gençlerin yaşlılara bağlılıklannı düzenlemek ve bunları namus kıstasına bağlamak gerekir. Batı ütopyası ile İslam ütopyasını karşılaştırıp bir değer yargısına varmak zor. Belki de yanıtı hiçbir zaman verilmeyecek bir özgürlük güvenlik ikilemidir bu. Ancak sorun ikisinden hangisinin haklı hangisinin haksız olduğu değil, ikisinin birden yan yana yaşayıp yaşamayacağıdır. D S A V F A 5 C U M H U R İ Y E T KİTAP SAYI 100
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle