14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

likle cumhuriyetin ilk 40 yılında seçkinlerin konumunu anlamak bakımından önemli ipuçları içeriyor. Tüm bu karşılaştırma ve analizlerden sonra Bottomore, 5, 6 ve 7. bölümlerde, seçkinler kuramı ile demokrasi kuramı arasında yeni bir bağdaştırma denemesi sunuyor. Bottomore'a göre "demokratik eşitlik" kavramı, bir seçkincilik eleştirisini kendinde zaten taşımaktadır ve demokrasi ile seçkinler kuramını, öncüllerinin karşıtlığı dolayısıyla temelde bağdaştırmak olanaklı değildir. Ama öbür yandan seçkinlerin varlığını görmezden gelen bir demokrasi kuramı da güdük kalacaktır. Bottomore'a göre bireysel farklılıklar ve eşitsizlikler doğadan gelir; ama toplumsal/siyasal eşitsizliklerin kaynağı, seçkinler kuramının iddia ettiği gibi doğal eşitsizlik değil, toplum içerisinde çoğunluğun bir azınlığa rıza göstermesi ve boyun eğmesidir. Dolayısıyla toplumsal eşitsizlik bir doğal zorunluluk olmadığından, bireyler olarak toplumsal eşitliği özgürce seçme ve onu yaşama geçirme olanağı bize açıktır. Bu da demokrasiyi "seçkinler arasındaki bir yarışma" olmaktan "halkın halk tarafından halk için yönetilmesi" olmaya doğru döjıüştürmek gibi bir amaç edinmeyi gerektırir. Bottomore, bu amaç altında bakıldığında, modern Batı toplumlarında seçkinler kuramının bildirdiklerinin tersine, seçkinlerin alt katmanlarda beslenmesinin hiç de hızlı olmadığını, seçkinler arasında rekabetten çok uzlaşımın ağır bastığım, siyasal partilerin bir grup seçkinin elinde yarıofigarşik kurumlar haline geldiklerini, sınıflı toplumdan kaynaklanan servet ve gelişme eşitsizliklerinin sürdüğünü, seçkinlerin büyük çoğunlukla hâlâ üst sınıflardan çıktığını belirtmektedir. Bu nedenle demokrasinin gelişmesi ve yaygınlaşması, seçkinler arasındaki yarışmanın özendirilmesine değil, toplumun tümünün olmasa da büyük çoğunluğunun toplumsal/siyasal kararlara katılım oranının yükseltilmesine ve seçkinlerle yığın arasındaki mesafenin en aza indirilebilmesine bağlıdır. Bottomore, eşitliğin yaygınlaştırılmasını, Marx'tan bağımsız ve hatta Manc'a karşıt, ama yine de onun "sınıfsız toplum" idealini benimseyen bir doğrultuda, desentralizasyonun (ademi merkeziyetçiliğin), özyönetimin, özerk kurumların, yerel birliklerin yaşama geçirilmesinde görüyor. Bottomore, seçkinler kuramanın epistemolojik temellerinde, bu kuramın Marksizmde bulduğu türden bir belirlenimcilik (determinizm) bulmaktadır. Seçkinler kuramı, her toplumda yöneten azınlık ve yönetilen çoğunluk ayrımının bulunduğu ve bunun zorunlu olduğunu belirtir. Böyle bir belirlenimciliğin ardmda bir ideolojinin, yani toplumları seçkinlerin yönettiği saptamasının ötesinde, seçkinlerin yönetmesi gerektiği gibi bir ideolojinin bulunup bulunmadığı, Bottomore'a göre sorulması gereken bir sorudur. Ancak bana göre aynı soru Bottomore'un yenilemek istediği şekliyle demokrası kuramı için de sorulabilir ve yanıt olarak, demokrasi kuramının ardında bir ideolojinin, "toplumsal eşitlik" fikrinden güç âlan bir ideolojinin yattığı söylenebilir. Özellikle kitabının son iki bölümünde Bottomore, aydınlanmacı/ilerlemeci bir düşünce geleneğinin içerisinden seslenmekte ve seçkinler kuramına yönelttiği eleştirileri, "eşitli ruhu", "özgür birliktelik" gibi açıklayıcı olmaktan çok patetik kalan terimlere başvurarak geliştirmektedir. Böyle olunca bu siyaset kuramlarını karşılaştıracağımız ölçüt, siyaset denilen karmaşık olguyu açıklama güçlerini tartabileceğimiz bir ölçüt olmanın da ötesinde, ideolojik bir ölçüt olmaktadır. Erol Mutlu'nun özenli çevirisiyle sunulan ve "toplumsal eşitlik" fikrini ve bu doğrultuda geliştirilmiş olan demokrasi kuramını benimsemiş olanlara ufuk genişletici karşılaştırmalar ve analizler sunan bu kitabın, ülkemizdeki demokrasi tartışmalarımn düzeyinin yükselmesinde olumlu katkı getirmesini dıliyorum. D CUMHURİYET KİTAP SAYI 52 Neşeli, nükteli bir anlatım Dolmuşta Bir Kadın / Alı Balkız Cem Yayınevi / 107 s. / 1990, İst. 6.000 TL. / CKK Kod No: 022.500 MUZAFFM UVMMEII Alı Balkız'ın öykülerini çeşitli dergilerde, bu arada İstanbul'da yayımlanan Türk Dili Dergisi'nde okumuştum. Bu kez, Dolmuşta Bir Kadın adlı kitabında toplu olarak okudum. Bu kitaptaki öyküler, 19871989 yıllarında yazılmış. Öykülerde, toplumumu7un çeşitli yörelerdeki, çeşitli zamanlardaki yaşantısından kesitler çıkmaktadır karşımıza. Oyküler, fantastik bir anlayıştan çok gerçekçi bir anlayışa dönüktür. Bunlann arasında ikı öykü için ("Dolmuşta Bir Kadın" ile "Düş") fantastik nitelemesıni kullanabiliriz belki. Onun dışındakiler için böyle bir niteleme sözkonusu olamaz. Ali Balkız'ın öykülerinde değişik tıpler görülüyor. "Sırtımdaki Tıp Tıp" bu yönüyle, değişik tipler toplu görüntüsüdür bile diyebıliriz. "Emekli"de de değişik bir emekli tipi var. Bir bakıma, emeklilerın emeklilikten sonraki yaşam boşluklannı da belirten bir öykü bu. "Bekçi'ae, herkesin göçtüğü bir köyde kalan ve ıki ıneği ve keçileri ile yaşayan bir yaşlı, göçe bir türlü razı edilemeyen bir inatçı kışi görüyoruz. "Şok"ta da değişik bir kadın çıkar karşımıza. "İbprak", yalçın yarlar arasında yaşayan topraksız, bir avuç toprak için bir çok güçlüklere katlanan insanımız/insanlarımız ve onların sorunlarını anlatıyor. "Siste Slogan", bir çok güçlüklere karşın görevini, kafasındaki tasarımı gerçekleştiren bir fanatiğin öyküsü. Böylece, Balkız, çok değişik insanımızı ve bunlann içinde bulundukları değişik ortamı, sorunları sergilemektedir bu öykülerinde. Kitaptaki öykülerin bazüarında ıse 1980 öncesinde tutuklanıp bir yerlerde tutulan, sorgulanan kişilerin ya 'Dolmuşta Bir Kadın 'la öykülerde yolculuk Ali Balkız öykülerinde, gerçeklen ortaya koymaya yönelik bir anlatımı yeğllyor. şantıları anlatılmıştır. Bu öykülerde, daha çok, birlikte yaşanan saatler ve günler, kapalı yerlerdeki yaşantı değişik kurgularla anlatılmıştır. "Bom", "Şaka", "Islıkçı", "Kalıntı", "Deprem" adlı öyküler bu kapalı yerlerdeki yaşantıların öyküleridir. Balkız, bu insanların kendi aralarındaki insancıl ilişkilerini, zamanı geçirmek için yaptıkları şakaları ve oyunlan sergilemektedir. Böyle bir anlayış, içinde kurgulanan olaylar iyi düşünülmüş ve kurgulanmıştır. Toprak sorunu ve göç olayı da Balkız'ın öykülerinde ele alınmış ve bu sorunlar da "Toprak", "Sarı Kız", "Bekçi" ve "Kanal" adlı öykülerde sergilenmıştir. Balkız, öykülerinde gerçekleri ortaya koymaya yönelik bir anlatımı yeğlemektedir. Bu gerçekleri anlatırken, koyu bir gerçekçi anlatım içinde değildir. Bu gerçekleri, anlatıma biraz da neşeli yönler, nükteli durumlar ve anlatım aşısı katarak bıze sunmaktadır. Gözlemlerinin güçlüğü bu anlatımda kendine büyük ölçüde yardımcı olmaktadır. Uzun ve ne olduğu, ne söylediği pek anlaşılmayacak tümcelerden uzak bulunmaktadır. Zaman zaman şiirsel bir tümce kuruluşu, tümce sıralayışı dikkati çekmektedir. Yukarıda belirttiğimiz gibi, kişileri ve kişilerin yaşadığı olaylar da değişiktir. Böylece, yeni konular, değişik insanlarımız öykülerin özü olmaktadır. "Deli" adlı öyküsünde sokakta bulunan fotoğrahn, fotoğraftaki insanların canlanması ve konuşması Muzaffer Hacıhasanoğlu'nun "Bir Fotoğraf Canİanıyor" adlı öyküsünü ilk anda çağrıştırıyorsa da konu ve anlatım farklılığı da hemen sezilmektedir. "Dolmuşta Bir Kadın" adlı öyküde, en önde oturan kişinin karısını tanıyamaması ve dolmuşta bile bunun sürdürülmesi elbette "fantastik" bir nükte oyunudur. Ama, "Bekçi" de sağılan, sağılabilen ineğin buzağısından söz edilmemesi Dİr boşluk olarak nıtelenebilir. Konuları ve tipleri kadar anlatımındaki özgünlük, kurgulamadaki özgürlük ile dikkati çekmektedir Ali Balkız öyküleri.D S A Y F A 8
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle