26 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CBT 1487/18 Eylül 2015 KENDİMİZE NEYİ SORALIM? DOĞAN KUBAN BOZKURT GÜVENÇ Ülkenin Temel Gerçekleri “İnsanın yaşamında en kutlu sözcük ‘Gerçek’tir. İnsan sadece gerçeği ararken insandır.” Dammapada (Gerçek Yolu) Halkın eğilimlerinin en son verisi 7 Haziran seçimidir. Ülkenin %60’ı AKP egemenliği istemiyor. Bu, ülkenin birinci gerçeği! Kimsenin inkâr edemeyeceği başka gerçekler var: * Türk parası büyük değer kaybetti; * Devletin dış borcu ülkenin üretimine göre çok büyük; * İthalat ihracattan fazla. Sürekli açık var; * Enerji için dışarıya bağımlıyız; * Halkın kredi borcu ve tüketim tutkusu ürkütücü; Ülkenin ekonomik tablosu çok kötü ! * Ülkenin bilimsel üretimi yok mertebesinde. ARGE ilk 40 ülkenin gerisinde; * Öğretimim her basamağı giderek kötüleşiyor. Dünya standartlarının gerisinde kaldık. Ülkenin eğitim tablosu çok kötü! * Türk halkı sınırlarda, yollarda, kazalarda, doğal afetlere karşı, hatta hastanelerde ölümle karşı karşıya. Sürekli asker, polis ve sivil vatandaş kaybediyoruz. Ülkenin güvenlik tablosu çok kötü! * Anayasa uygulanmıyor. Yasaların uygulanması, uygulanmaması keyfi. İktidar Cumhurbaşkanının kontrolünde. Adalet bağımsızlığını büyük ölçüde kaybetti. Bir dikta rejiminde yaşıyoruz. Devletin dış itibarı kayboldu. 1923 yılında kurduğumuz Cumhuriyet bütün kurum ve çağdaş amaçlarıyla yok edildi. Türkiye var. Hiçbir toplum çağdaş dünyanın çekim alanından çıkamaz. 80 milyonluk bir toplumu, bu iletişim ortamında, dünyadan ayırmak olası değil. Fakat toplum çığırından çıkmış bir iç ve dış politikanın bedelini, canıyla, sağlığıyla, kanıyla, eğitimi ile, doğal ve insan yapısı çevresinin tahribi ile ödüyor. Bu güncel gerçekleri yalanlama olanağı yok. Fakat bunların sürüp gitmesine olanak veren bir gerçek daha var: Toplumun büyük cahilliği. Bu Türkiye’yi İslam dünyasının sömürü düzeyine çeken Batı emperyalizmin İslam faktöründen yararlanarak ortaya koyduğu ve İngilizlerle başlayıp Amerikalılarla devam eden ve bütün Hıristiyan Batının onayını alan 150 yıllık Ortadoğu ve Yakındoğu politik programının parçasıdır. İsrail Filistin, Afganistan, Irak, Mısır, Sudan, Libya, Suriye ve Türkiye’de Kürt PKK hareketi, dinci hareketler, 1980 Evren darbesi, Türkiye’de sağcı politik kurumlaşmanın gelişmesi bunun parçalarıdır. AKP bunun son aşamasıdır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu mekanizma çalışmaya başlamıştır ve devam etmektedir. Soğuk savaştan bu yana, Müslüman toplumları, bu arada Türkiye’yi etki altında tutan, milliyetçilik, komünistlik, İslamcılık, kapitalizm bağlamında yürütülen iç ve dış beyin yıkamadır. Gerçekten cahil İslam toplumlarının içinde patlayan tepkisel yangınlar bugünkü zavallı İslam panoramasını yaratmıştır ve sürdürmektedir. Bunun son durağı Türkiye oldu. Bir buçuk milyarlık, bilinçlenemeyen Müslüman kütlesi dünyanın sömürgesi olmaya devam ediyor. Buna Türkiye’yi de katmak isteği ülkenin bir başka temel gerçeğidir. 1923’deki Türkiye nüfusunun iki katı bugün İstanbul’da yaşıyor. Türk toplumu bu büyüklükte bir kentin sorunlarını çözecek kültürel ve çağdaş birikime sahip değildir. Cehalet, bu nüfusla birleşerek uzmanlığı geçersiz kıldı. Nüfusun neredeyse 1/4’ünü barındıran bu megalopolis Türkiye ekonomisini batıracak büyük bir soygun odağıdır. İstanbul Türkiye’nin yok edici kara deliğidir. Bu bir başka temel gerçektir. Çevrenin halka sunduğu yapısal, reklamsal renkli ortam onu oyalıyor, onda sahte bir aidiyet duygusu yaratıyor, Halkı gerçeklerden uzaklaştırıyor. 2000 yıl önce Dammapada ‘Akıllı insan dürüst, sorgulayan ve tedbirlidir.’ diyordu. O kurtarıcıyı bekliyoruz. Eğitim ve Cehalet Ciddi bir yönetim bunalımı yaşarken, sorunlara çözüm bulamıyor, sanki Godot’yu bekliyoruz. Yönetim sorunu toplumun genel eğitim düzeyi ile doğrudan ilişkili ama ters orantılıdır: Eğitim düzeyi yükseldikçe yönetim sorunları azalır. Kendini uygarlığın odağında gören Fransa, 1871 yılında Almanya’ya yenilince, güvenini yitirmiş; “ne yapalım” telaşına kapılmıştı. Bilge bir tarihçi çıktı, “Eğitim, sonra eğitim, sonra yine eğitim,” dedi. Ülke, Dreyfus Davası’ ndan yıllar sonra kendine gelebildi. Mustafa Kemal, 1919’da Ankara’ya gelişinde, İstanbul’daki Sivas karşıtı gösterileri şöyle yorumlamış, “Cahil kitleler her yöne kolayca sevkedilebilir.” Öğretimi Birleştirme (1924) ve Temel Eğitim (1973) Yasaları, işte o cehalete açılan birer savaştı. Demokrasi Hareketi’mizin 50. Yılında, bir yurttaşımız AB’ye katılma konusundaki görüşünü açıklamış: “AB bana ne verecek ki?” Bu yanıt “Nereden nereye” geldiğimizi özetliyor. Bunalımların halkça yorumu, çağdışı eğitim değil, kökü dışardaki komplolar ve kumpaslardır. Günümüzde çağdaşlık, vatandaşın cebine giren para ile ölçülüyor. Milli refah, toplam gelirin genel nüfusa bölümünden elde edilen sanal bir sayıdır. 2000’li yıllarda, ortalama 10 bin dolarla, ilk yirmi ülke arasında idik. Dolar çıkıyor biz düşüyoruz? Oysa, devamı olmakla övündüğümüz Osmanlı‘dan miras kalan “Adalet mülkün (devletin) temelidir” deyimi adil bir paylaşıma dayanır. Nazıma Tarihi, Kınalızade Ali Efendi’nin Dünya Ahlakı eserindeki “Adalet Çemberi”nin 8 ana şartını 4’e indirerek şöyle özetliyor: • Mülk ve devlet, asker ve rical [üst düzey kamu yöneticileri] iledir. • Rical, mal [gerçek veya tüzel kişinin sahip olduğu varlık] ile bulunur. • Malı [varlığı], reaya [çalışan ve vergi veren halk] üretir. • Reaya, adl’ ile [adalet ile] muntazam’ül hal [düzenli, huzurlu] olur. 4 Mutlak eşitlik değilse bile, gelir dağılımında makul bir denge arayışı var. Bugün Türkiye, gelir dağılımı en bozuk ülkelerin ön sıralarında yer alıyor. Halkın en varlıklı yüzde biri milli gelirin yarısını alıyor. Yüzde 99 ise geri kalan yarısını. Adalet bunun neresinde? Demokrasinin ilk yıllarında, Köy Enstitülerini kuran “komünistler,” sonra sosyal demokratlar olarak KİT’leri ve Bankaları kurdular. 45 bakanlığa denk bütçesinin yüzde 95’ni maaş olarak dağıtan Diyanet İşleri Başkanlığı, yüzde yirmi ek ödenek istemiş. Bir milyon yeni imam hatipliye geçim sağlamak daha çok kaynak gerektirecek. 4 Türkiyeİzlanda basket maçını izlerken, Pierre Loti’nin İzlanda Balıkçısı eserini anımsadım. Buzul ülkesinin genç balıkçıları modern basketbolü Finlilerden öğrenmişler. Şampiyonluk adayı “12 Dev Adam”a soğuk terler döktürdüler. Sürekli yinelenen reklamı izlerken, “efsane değil gazoz ol”dum.. Nasıl olmayayım? Grubumuzdaki A takımı B’yi yenseymiş eğer, biz ilk elemede Fransa’ya düşmez, Avrupa şampiyonu bile olabilirdik. Sporu okula sokmadan, Türkiye adına yarışan yabancılardan şampiyonluk beklemek sadece bir ham hayaldir. 4 Çağdaş demokrasi, çatışan bir cemaatler topluluğu değil, ötekileştirmeyen bir toplumdur. Bu düzey, övünmekle değil, bir varlık bilinci kazanmak ve “kendini bil’mek”, çalışmak ve özgüvenle sağlanabiliyor. Ancak, mutsuzluğa kapılmayalım, yalnız değiliz. Başkan Obama da, “Genç kuşaklara yaşanacak bir dünya bırakmıyoruz!” diyor. Seçim/geçim derken, eğitim ve gecikmiş çağdaşlık sorunlarımızı açıkça sorgulamaya hazır mıyız? Bizim kuşak yakın geçmişi eleştiriyor ya, gelecek kuşaklar bizi nasıl yargılayacak? Bilmiyorum. “Ne soralım” konusunda, güncel bazı sorunları derlemeye çalıştım.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle