Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
18 TartışmaEditöre Mektup CBT 1487/18 Eylül 2015 Türkiye deprem tehlike haritası Öğretmenim Bozkurt acilen yenilenmeli! 2012’de yayınlanan Türkiye Diri Fay Haritasına göre ülkemiz genelinde yaklaşık 150 tane olarak bilinen diri fay sayısı 326 oldu.. Yürürlükte olan Deprem Yönetmeliği de değiştirilmeli. Güvenç’e... Ümit Sarıaslan umitsariaslan@hotmail.com Prof. Dr. Haluk Eyidoğan İTÜ Jeofizik Mühendisliği Bölümü Eski Öğretim Üyesi, ve 24. Dönem İstanbul Milletvekili T ürkiye’nin deprem risklerinin azaltılması yolunda hala bir çok eksiğimiz var. Deprem Şurası kararlarında önerilen ve bugüne kadar çözülemeyen önemli sorunlarımızdan bir tanesi de 18 Nisan 1996 tarihinde yürürlüğe giren ve artık güncelliğini ve işlevini yitiren Türkiye Deprem Bölgeleri haritasının yenilenmemesidir. Bu harita 20 yaşındadır. Bu süre içerisinde Türkiye’de KocaeliGölcük depremi, Düzce depremi, Van depremi gibi büyük depremlerin yanı sıra, Çankırı, Akşehir, ÇayAfyon, Pülümür Tunceli, Bingöl, Elazığ, BalaAnkara ve SimavKütahya gibi orta büyüklüklerde ve önemli hasarlar yapan bir çok deprem yaşanmıştır. Üniversitelerimiz ve Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü (MTA) tarafından son yıllarda yapılan jeoloji, jeomorfoloji, jeofizik ve deprembilim (sismoloji) araştırmalarında bugüne kadar bilinen aktif (diri) faylara ek yeni faylar bulundu. 2012’de yayımlanan Türkiye Diri Fay Haritasına göre ülkemiz genelinde yaklaşık 150 tane olarak bilinen diri fay sayısı 326 oldu. Alt faylarla birlikte değerlendirildiğinde, yeni diri fay sayısı yaklaşık 485 adettir. Bu sonuç, Türkiye’de her türlü yapılaşma ve planlama sürecinde deprem kökenli riskleri azaltmak için çok daha fazla duyarlı olunması gerektiğini göstermektedir. Bu gelişmeye rağmen Türkiye Deprem Tehlike Haritası ne yazık ki yenilenmedi, büyüyen şehirlerimizin ve sanayi alanlarımızın maruz kalacağı deprem tehlikesi ölçütleri güncellenmedi. Bazı büyük şehirlerin ve yerleşmelerin deprem tehlikesinin artmış olmasına rağmen ne yazık ki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Başbakanlık Afet ve Acil Durum Başkanlığı (AFAD) bu konuda halen bir harita çıkaramadı. Konuyu AFAD’a sorduğumuzda üzerinde çalıştıklarını ama halen bitiremediklerini söyledi. Çünkü yalnızca Türkiye Deprem Bölgeleri Haritasını değiştirmek yetmiyor, yürürlükte olan Deprem Yönetmeliği de değiştirilmeli. Bu gerçek bilindiği halde son deprem bölgeleri haritası çıkalı 20 yıl, Deprem Şurası toplanalı 11 yıl, AFAD kurulalı 6 yıl olmasına rağmen “hâlâ” çalışmalar devam ediyor deniyor! Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) ise sigortalılık oranını %40’a yükseltmesine rağmen halen bu eski haritayı baz alarak deprem sigortası yapıyor. Günümüz koşullarına uymayan haritayla primlerin saptanmasında ve risklerin görülmesinde ne kadar sağlıklı kararlar verilebilir? Hal böyleyken, TC Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığına bağlı Demiryollar, Limanlar ve Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü (DLH) inşa ettirdiği büyük mühendislik yapıları için mevcut deprem bölgeleri haritasının yetersizliğinin farkına vardı, yeni bir Deprem Tehlike Bölgeleri Haritası yaptırdı. Bu harita için kullanılan diri fay bölgeleri, tehlike hesap yöntemleri ve inşaat İKİ BAKANLIK, İKİ DEPREM TEHLİKE HARİTASI! hesap ölçütleri farklıdır. Bu durum, önemli bir tartışma konusu yaratmaktadır. Çünkü AKP Hükümeti’nin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Başbakanlık AFAD Başkanlığı halkımızın yaşadığı konut, işyeri ve diğer yapılarla ilgili deprem tehlike haritalarını güncellemezken, aynı hükümetin bir başka bakanlığı kendi mühendislik yatırımları için ayrı bir deprem tehlike haritası kullanmaktadır. Tuhaf bir şekilde Türkiye’de iki ayrı deprem tehlike haritası vardır ve aynı alan farklı deprem tehlike haritalarında farklı deprem tehlike dereceleri ile gösterilmiştir. Bu durum yapılar için deprem risklerinin hesaplanmasında ikilik yaratmaktadır. Afet Güvenli Yerseçimi ve İmar Planlaması: İstanbul Örneği: 1999 depreminden alınan derslerin etkisiyle imar ve planlama işlerinde altlık olacak ve doğal ve insan kökenli afet risklerini azaltma amaçlı mikrobölgeleme etüd standartlarının belirlenmesi için çalışmalar yapıldı ve ayrıntılı yönergeler hazırlandı. Yerel yönetimlerin yaptırdığı ve konusuna göre Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve AFAD’ın onayladığı bu etüdlerin önemli bir çoğunluğunda kentsel deprem tehlikesini belirleyen etüt standartlarına uyulmadığı veya bu planların daha sonra belediye meclislerinde yapılan çıkar amaçlı “imar tadilatları” ile işe yaramaz duruma getirildiği görüldü. Örneğin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) 2002’de İstanbul Deprem Tehlike ve Riski Etüdünü, 2003’de İstanbul Deprem Master Planını ve 2011’de İstanbul Sismik MikroBölgeleme çalışmaları yaptırdı. Bu araştırmalar, İstanbul’un jeolojikjeofizikjeoteknik bilgilerine dayanarak deprem tehlikesini, zemin hareketlerini, heyelan ve sıvılaşma durumunu ve tsunami tehlikesini ayrıntıları ile ortaya koydu. Bunu bildiği halde İBB, İstanbul’un kıyılarını kilometrekarelerce doldurmakta, zemin sorunu ve seltaşkın tehlikesi olan alanlar ile 17 Ağustos 1999 depreminden sonra acil tahliye ve barınma için ayrılan alanları imara açmaktadır. 20002010 yılları arasında İstanbul ve çevresi için yapılan bir çok ayrıntılı deprem tehlike ve risk çalışmalarından elde edilen önemli bulgular ve en riskli alanlar kentsel dönüşüm amaçlı planlamalarda ve uygulamalarda ne yazık ki dikkate alınmadı. Eski yerleşmelerdeki yoğun yapılaşmış riskli alanlar ve üzerindeki riskli konutlar öylece durmaktadır. İstanbul Deprem Master Planı’nında 2003 yılındaki bina dağılımına göre, %90’a yakını konut olmak üzere, heyelan alanlarında 24.862 yapı, sıvılaşma alanlarında 19.002 yapı, tsunami tehlikeli alanlarda 20.791 yapı ve dere yatağı/vadi tabanı gibi sel alanlarında 108.556 yapı vardı. Bu riskli alanlarda öncelikli olarak dönüşüm ve iyileştirme yapılması önerilmesine rağmen bir gelişme olmadı, aksine yapı sayısı arttı. Yine o zamanki yapı sayısına göre İstanbul yapı stoğunun %15’i konum açısından yanlış yerdedir. 266 tarihi yapı kıyıda olup bunlar için özel koruma/ kurtarma planları gereklidir. İstanbul Valiliği İSMEP Projesi BBileşeni (http://www.ipkb.gov.tr/tr/Kurumsal/ISMEP) işlerinde parasal bir sıkıntı olmamasına rağmen (1 milyar 250 milyon AVRO kredi alınmıştır) okulların birçoğu hariç bir çok hastane ve diğer bazı afet görevli kamu yapıları depreme dayanıklı duruma getirilmeyi beklemektedir. C BT’yi aldım elime. Ne mutlu okurunuza. Daha da göverip gövdelenmesine aklınız ve yüreğinizle destek olduğunuz Dergi’ye... İşte Kuban öğretmenimizin yazısı! Derginin, elimdeki bu son sayısının tarihi: 17 Nisan 2015. Köy Enstitüleri’nin 75. kuruluş yıldönümü... “Lütfen yazın” demişsiniz ya, yazınızı sonlarken… Kuban öğretmenimizle kurduğunuz kürsüden yankıyanı /yansıyanı ilgiyle izledim, payıma düşeni aldım. Teneffüsü hak etmiş olmanın sevinciyle hayat okulunun bahçelerine vurdum kendimi. Kuban öğretmenimizin insanın varlık koşulu ve kaynağı yaşamküreyi yaşanmaz kıldığına vurguyla söyledikleri yine iyice köşeye sıkıştırdı beni. Sizin güzelim yazınızda, düşündürücü devindirici uslamlamalarınızla vurguladığınız gerçeklik, niçin aklın ve yüreğin kardeşliğiyle el ele vererek yürümüyor? “Kesintisiz değişim”, yani “süreklilik” kesin bir gerçeklik. Akan ve duran zaman bundan başka bir şey değil! Doğa dediğimiz bu, kendi doğamız da içinde bu akışın, gidişin. Ama yedeğinde büyük soruyla “Quo Vadis”?.. Yeni bir Taş Devrine mi?.. Taşıllaşmaya hatta... İnsanın hem kendi doğasını, hem bu gerçekliğin içinde gövdelendiği doğanın süreklilik ve değişim temelindeki ortak yasasını görmeden, bilip duymadan o sürekliliği bir karadeliğe çeviren karanlık eylem ve edimlerini n’edeceğiz. Hani neredeyse, süreklilik ve değişimin bir gün, bir an devreden çıkardığımız aklı ve sorgulamayı yeniden bize anımsatabileceği olasılığını bile düşleyemez olduk! Öyle kara bir gidişe dönüştü zamanın akışı. Dahası, insanın kendini kendi silahıyla hep onikiden vurduğu bir sürek avına (Kuban). Sürekliliği görmek, değişimi kavramak... Tamam da nasıl? Her soru ve sorunun başına bir “acaba” eklemeden, dünyaya ve kendimize, aldanıların, kör kanıların, sanıların yelinde yedeğinde bakarak mı? Öyle olagittiğimiz içindir ki, düşün/sütun komşunuz Sevgili Doğan Kuban öğretmenimiz yazısının 5. paragrafında bu kara gidişin bizi nereye götüreceğini (!) bir güzel anlatmış. Böyle gidersek doğa/dünya bizi sırtından attığında hiç şaşırma/yakınma hakkımız olmayacağı gibi, “mikroplu bir atom” evren bünyesinden atılmış olacak! O kadar sıradan, aklını kendini ve ötekini sıradanlaştırma