24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Tartışma CBT 1476/3 Temmuz 2015 19 HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz okcesizhayrettin@gmail.com “YÖK Başkanı Yekta Saraç İle Görüşme” Doç. Dr. İsmail ŞahinYıldız Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Ulaştırma Programı Yürütücüsü sahin@yildiz.edu.tr S ayın Bursalı,1458 sayılı CBT ekindeki “YÖK Başkanı Yekta Saraç İle Görüşme” başlıklı Gündem’inizde, YÖK’ün doktora programları ile ilgili düzenlemelerine değiniyor ve bunların doktora programlarının niteliğini arttırmak için yeterliliği konusundaki çekincenizi belirtiyorsunuz. Çekincenize katılıyor ve bu konuda YÖK’e ilettiğimiz görüşlerimizi özetleyerek sizinle de paylaşmak istiyorum. 08.10.2009 tarihli Yükseköğretim Genel Kurul toplantısında alınan, lisansüstü programların açılması için asgari öğretim üyesi sayıları ile ilgili karardan etkilenen, Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ), Fen Bilimleri Enstitüsü, Ulaştırma Programının yürütücüsüyüm. 2011 yılının güz yarıyılında başlayan uygulamadan önce ulaştırma lisansüstü programımıza yüksek lisans ve doktora öğrencileri kabul ediliyordu. Programı, profesör unvanlı öğretim üyelerinin emekli olması nedeniyle sayıca azalan mevcut kadromuzla yürütüyorduk. Kararın uygulanmasıyla programa bir yarıyıl hiçbir öğrenci kabul edemedik. Ancak, YÖK, bu sırada, Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) kapsamında bir yüksek lisans öğrencisini programımıza gönderdi. Karardan bir yarıyıl sonra, yüksek lisans için gerekli öğretim üyesi sayısı şartını sağladığımız için, tekrar yüksek lisans öğrencisi kabul etmeye başladık. Programımızda halen profesör unvanlı öğretim üyesi bulunmadığından, yeni doktora öğrencisi kabul edemiyoruz. Programa karardan önce kayıt yaptıran öğrencilerimiz doktora çalışmalarını sürdürüyor. Bir doktora öğrencimiz mezun oldu ve bir vakıf üniversitesinde öğretim üyesi olarak göreve başladı. ÖYP kapsamında programımıza gönderilen öğrencimiz, yüksek lisans programını tamamladı, ancak YÖK’ün kısıtlaması nedeniyle doktora programına YTÜ’de başlayamadığı için, çalışmalarına başka bir kurumda devam etmek üzere ayrıldı. YTÜ ulaştırma programında kısıtlamadan önceki 10 yılda tamamlanan lisansüstü çalışmalardan yapılan üretimler özetle şöyledir: Programdaki 3 öğretim üyesi (1 Doç. ve 2 Yard.Doç.) toplam 31 yüksek lisans ve 2 doktora tez danışmanlığı yapmış; lisansüstü öğrencileriyle birlikte SCIExpanded kapsamındaki dergilerde 5 uluslararası makale yayımlamış; yine öğrencileriyle birlikte hazırladıkları 16 ulusal bildiri ve 11 uluslararası bildiri sunmuş; lisansüstü çalışmaları da kapsayan 5 proje sonuçlandırmış (1 TÜBİTAK ve 4 BAP); ve bu çalışmalarıyla 3 ödül almışlardır. Üniversitelerdeki lisansüstü programlar (yüksek lisans ve doktora), akademik başarım (performans) ölçütü üzerinde yaşar ve gelişirler. Lisansüstü programlardaki tez öğrencilerinin danışmanları ile birlikte yaptıkları akademik üretimler (tez, makale, bildiri, rapor, patent vd.) nitelik ve nicelik olarak başarımın ölçülmesinde esastır. Bu evrensel bir kuraldır. Yabancı üniversitelerde sadece birkaç öğretim üyesi bulunan onlarca yüksek lisans ve doktora derecesi veren lisansüstü program bulmak olanaklıdır. Buradaki ölçüt, öğretim üyesi sayısından çok, bu öğretim üyelerinin öğrencileriyle birlikte gösterdikleri akademik üretkenliktir. Zira akademik unvan, akademik üretkenliğin sürdürülebilirliğinin bir garantisi olmayıp, asıl olan (nitelikli) akademik üretimdir. Lisansüstü programların açılması, kontenjanların belirlenmesi ve tez danışmanı seçimindeki ölçüt, kanımca, unvanlı öğretim üyesi sayısı değil, öğretim üyelerinin lisansüstü öğrencileriyle birlikte yaptıkları nitelikli akademik üretimler olmalıdır. Bugün programımızda 5 öğretim üyesi görev yapıyor, ancak doktora programımıza hâlâ yeni öğrenci kabul edemiyoruz. “Siyasi parti grupları Başkanlık için aday gösteremezler.” (Anayasa) Irkçılığın ne lanet bir şey olduğunu biliyoruz. Bu vebadan zahmetsiz uzak kalabilmeyi düşünmek çok zor. Grip virüsü gibi ırkçılık da direnç kazanıyor. Düzenin ırkçılığı geleneksel söylemi kullanırken, muhalif ırkçılık kendini çağdaş demokrasi ve insan hakları söylemleriyle gizliyor. Demokrasi ve İnsan Hakları söylemleri düzen ırkçılığının panzehiriyken, ötekinin kalkanı olabiliyor. Bunun nedeni bu söylemleri iyi bilenlerin, onları bu amaca çok iyi uyarlayabilmeleridir. Demokrasi düşüncesini ve İnsan Haklarını ırkçılığa karşı yeniden en etkili bir biçimde kullanabilmek için bir «Ulus Devlet»i demokratik, laik ve sosyal bir «Hukuk Devleti» olarak tüm ayrıntılarında hayata geçirmelidir. Bundan hiç bir şey uğruna ödün vermemelidir. İnce çatlaklar büyük felaketlerin başlangıcı olabilir. Hukuku küçümseyenler daima çok yüksek bedeller ödemişlerdir. Ülkemiz hergün bu çatlak tutumların pek çok örneğiyle dolup taşmaktadır. Yemin törenlerinden saray fermanlarına kadar hukuk aşağılanmaktadır. Ordusuyla savaşan bir güç o ülkenin hükümetini birlikte kurmaya dağdan ahkam kesmektedir. Bir ağırlaştırılmış müebbet hapis hükümlüsü devlet başkanı muamelesi görebilmektedir. Bunlar Hukuk’un anlayamayacağı şeylerdir. Hukuk’u anlayamayan bir ülkenin hayatta kalmak için yapabileceği pek fazla bir şeyi de kalmamış demektir. HHH Diktatörün kendini oylatmasına plebisit diyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya yönelmiş, onun tüm manevi ve kutsal değerlerini reddeden, alaya alan bir partinin kendini oylatmasına ne demeliyiz? HHH “Türkiyelilik”, “Türkiyelileştirme”nin ısınma kavramıdır. Ardından herkes Türkiyelileştirilebilecektir. İstenmeyenler de Türkiyelilikten çıkarılacaktır. Çok zekice değil mi? Kavramları soysuzlaştırarak ülkeyi mülk yapmak istiyorlar. Bu mülkü satın alan herkes de Türkiyeli olacaktır. Bu taktik, savunmasız bir sömürge kurmanın, insanlarını köleleştirmenin hayasız bir yoludur. “Türk Ulusu” kavramı sömürgeleştirmeyi isteyenlerin önünde çok ciddi bir engeldir. Türkiyelilik kimseyi zorunlu olarak kapsamaz. “Türk Ulusu” Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye Halkı’nın her ögesini zorunlu olarak kapsar. Bu yüzden önce Türk Ulusu’nu yıkmalıdır. Ulussuz ve vatansız tüm çocuklarımız yetimdir, öksüzdür. Türkiyelilik böyle bir katliamın ayak sesidir. HHH Ant içmekle yemin etmek aynı şeyler değildir. Yalan yere ant içilmez ama yemin edilir. Ant içmek kendi içindekini haykırmaktır. Ant içmek oradaki değerler uğruna canını bile vermeye hazır olduğunu söylemektir. Yemin etmek başkalarını inandırmak içindir. Bu değerlere karşı çıkmanıza rağmen yemin ettiyseniz, sahtekârsınız demektir. Şimdiden namussuz ve şerefsizsiniz demektir. Amaca giden yollar meşrudur deyip bu yola düşmüşsünüzdür. Sizden her şey olur. Katil olur, tetikçi olur, hırsız olur, sapık olur, elinizden sizin her türlü kötülük gelir. Yemin etmesine rağmen metinle sorunu olan bir TBMM üyesi, nasıl bir metin üzerine ant içecekse, öyle bir metni bir kanun teklifi olarak sunmalıdır. Sonuç hiç önemli değildir. Duruş önemlidir. Bunu da yapmıyorsa dürüstlük onun semtine uğramamış demektir. HHH Anayasa’ya göre partiler meclise başkan adayı gösteremezler ve seçemezler. Bu hak ve yetki münhasıran vekillerindir. Daha başlarken partiler anayasayı çiğneyerek başlıyorlar. Oysa vekiller, ağalarından bağımsız aday olup başkan seçilebilseler meclis meclis olur, kendileri marabalıktan kurtulur, ağaların da burnu sürtülür. Saraylara soytarılara hesaplar sorulur olur. 2 Temmuz 1993’ün acı anısına... Kitap BİYOLOJİ TARİHİ Yazan: Prof. Dr. Orhan Küçüker, Nobel Kitapları Bir temel bilimin gelişebilmesi ve ilerlemesi o bilimin geçmişindeki çalışmaların da iyi bilinmesine dayanır. “Bilim Tarihi” bilimsel gelişmede olduğu kadar, ülke ve toplumların gelişmişliğinde önemli bir yere sahiptir. Batı toplumları kendi bilim tarihlerine her zaman sahip çıkmış ve bilime katkı sağlayan filozoflarını, bilim insanlarını her fırsatta ön plana çıkarmışlardır. Batı’da bilime hizmet vermiş olan insanlar hakkında birçok belge ve kayda kolaylıkla erişilebilir. Toplumumuzda ise hiçbir değerimize yeterince sahip olamadığımız gibi, bilim geçmişimize de yeterince sahip olamıyoruz. Özellikle Cumhuriyet döneminde üniversitelerde yetişmiş, oldukça çetin koşullar altında bilim yapmaya çalışmış ve kalıcı eserler bırakmış olan çoğu bilim insanımız unutulup gitti. İnternette yapacağınız bir aramada Aristo’nun, Pastör’ün, Darwin’in ve akla en zor gelecek bilim insanlarının dahi tüm geçmiş bilgilerine, çeşit çeşit resimlerine erişilebilirken, bizim bilim insanlarımız ölümleri ile birlikte unutulurlar, onlara ait bir iz ve bilgi bulmak ise neredeyse olanaksız hale gelir. Bu nedenle bilim tarihi konusunda yazılmış her eser çok önemli ve değerlidir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle